Bir temel sorun olarak: Yalan
Ahlaki açıdan hangisi doğrudur, doğru kalabilmek mi ya da net şekilde doğru olmak mı? Yani bunun bir alternatifi olabilir mi? Doğru olabilmeye çalışan, zaten halen doğru olamamıştır ve belirsiz durumdan da ahlaki açıdan rahatsız olmaz. Bunu söyleyerek belki iç sesini dışa vurarak miş gibi yapar ve kendini rahatlatır. Ama nereye nezamana kadar.. Bulunduğu duruma aldırış etmeden yaşamını sürdürür. Yıllar geçer ama huylu huyundan asla vazgeçmez. Peki ya farkında olanlar için azınlıkta kaldıklarını hissetmek nasıldır? Aslında ne zormuş, insan diye gördüklerimizin hiç de göründükleri gibi olmadıklarını anlamak. Ne için yaşadığımızı unutup bu yalan dünyanın akıntılarına kendini bırakmak. Kolay görünen ancak ahlaki açıdan daha zor olan. Keşke herkes olduğu gibi görünse veya göründüğü gibi olsa.. Yaşadıklarına sahtekarlık yapmasa. Ne mümkün..
Çocukken hep neşeliydik, yaşama ve insanlara bakarken hep iyi şeyler görürdük. Gülümseyen yüzler görünce tüm bağlarımız çözülür konuşmaya başlardık. Onun için “Çocuktan al haberi.” diye bir deyimimiz bile var. İnsanların niyetleri kötü de olsa kolayca güvenebilirdik. Yıllar geçtikçe kimimizde değişti ve belki evrildi. Ama bazılarımız içimizdeki çocuğu yaşatmaya çabaladı, onun gibi hayata bakmaya zorda olsa devam etti. Bazılarımız ise o çocuğu unuttu gitti. Yaşarken gömdü.. Bedensel anlamda dünyadaki yaşamını tüketti ama halen anlama ulaşamadı.
Yapması zor da olsa hep denedim. Yıllar sonra da dünyayı hep aynı çocuğun gözleri ile göreceğimi umardım. Ancak şimdi yanıldığımı daha iyi anlıyorum. Bir çocuk saflığı ile dünyayı görmek mümkün olamıyor. Gençlik dönemim sonrasında yılların bizlerden götürdükleri ile birşeyleri yanlış değerlendirmeye mi başlıyoruz? Yaşanılan zor olaylar ve tecrübeler birleşerek tepkilerimizde ve yaklaşım tarzımızda değişimlere mi neden oluyor? Bazılarımız için sanki hiç bitmeyecekmiş gibi, hep can geliyor. Bazıları tekerrür eden yaşam tecrübelerine rağmen hiç ders alamıyor. Yaşam benzer iyi ya da kötü tekrarlar ile devam ediyor. Köprüler altından sular akmaya devam ediyor. Bütün süreç insanın deniz gibi büyük bir suya atlaması ile benzetilebilir mi? Bizi saran su içinde başlangıçta rastgele çırpınırız. Yüzmeyi zamanla öğreniriz, zamanla fazla yorulmadan yüzeyde kalmayı hatta bazen en kötü hava şartlarında dahi yüzebilmeyi öğreniriz. Deniz aynı yaşam gibi bizleri çepe çevre sarar ve içerisinde onunla birlikte bir kabarır bir batarız ama sonunda hayatta kalabiliriz. Eğer iyi bir yüzücü isek bütün dalgalara ve harekete kolayca ayak uydururuz, uyum sağlarız. Eğer bir türlü yüzemiyorsak yaşamdan korkar ve uzak ufuklara açılamayız. Peki yalan tüm bu aşikar büyük resmin gerçekliğin neresindedir? Bence ilk yalan yüzücünün kendisinedir. Yüzmeye denize tam adapte olmadan, herşeyi doğru yaptığını söylemesinde ve buna kendisini inandırmasındadır. Başaracak kadar cesareti olmayıp sözleriyle tekrar tekrar söyleyerek inanması ve kendine inandırmaya çalışmasındadır. Ya da içindeki çocuğu kaybettiği anda başlar herşey. Hep olmayanı oldurmaya ve boşluğu doldurmaya çalışır. Sahte olanlar ile hayatını doldurdukça doldurur. Bir süre sonra kendide ayırt edemez, ipin ucu kaçar, hangisi gerçek hangisi değil, kendide fark edemez. Başkaları fark edince onlara da kızar. Kendince kurnazlık yapmıştır başlangıçta, suçlu hep etrafındadır.
İnsanların yaşlandıkça neden sahte bir yüzleri oluştuğunu anlamak, dünyada yaşamın amacını sorgulamak gibi bişey benim için. Her şeye rağmen tam tersine kendimi inandırmaya çalışsam da yaşamlarımız benzer tecrübeleri bizlere yaşatıyor. Niye doğru olamıyoruz? Doğru olabilmek sürdürülebilir bişey değil mi? Doğru olmayı seçmek ahmaklık mı? İç sesimizi neden işitemiyoruz? Niye yalan diye bir kavram var? Niye sahte olana ihtiyaç duyar insan? Doğrular veya doğru olmak vicdanımız, ruhumuz için daha iyi değil mi? Sorular, sorular… Niçin yalan doğdu, niçin ihtiyaç duyar insan gibi.. Acaba Dünyaya özgü bir kavram mı? gibi..
Yakınlarda izlediğim bir film bana tüm insanların doğal anlamda dürüst doğduğu veya hep doğrucu olduğu bir dünyada “Yalanın keşfi” nasıl olurdu, sorusuna cevap arıyordu. Böyle insanların hep doğruları söylemesi hatta söylenmemesi gereken yerde dahi doğru olanı söylemesi hiç nezaketli değildi ama senaryoya göre o dünyada şimdiye kadar hiç kimse olmayan bişeyi söylememişti ve bunun söylenebileceğinede inanmıyorlardı. Bu ana kadar gerçekten çok ütopik bir dünya tasfiri olmuştu. Ama böyle bir dünya olabilir miydi? Bu kadarını beklememizde yanlış olur ama erdemli olan davranışın yaşama karşı doğru kalmak olduğunu ne zaman kavrayacak insanlık. Erdemin iyi bişey olduğunu kimler anlayabilir? Heralde onu kullananlar anlar. Yani onu anlayan insanların sayıları artar mı bilinmez. Aslında böyle yaşamla ahlakla ilgili soruların cevabı herbirimiz için aynı olmalı ancak cevaplar çeşit çeşit.. Bişeyler bizim inkar etmemize mi neden oluyor?
Kendi mesleğimde de sık sık gözlemlediğim başka meslek grubundaki insanların da ağzından daha çok duymaya başladığım bir deyim haline bile geldi. “Dürüst kalmaya çalışmak.” İnsanların çalışma hayatlarında dürüst kalmaya çalışmaları, sizce ne anlatıyor. Yani bence “insanların büyük çoğunluğu dürüst kalamıyor” demek oluyor, bu sizleri korkutmuyor mu? İnsanların büyük bir kısmı hep kendileri için bir doğruya inanıyorlar, bu onların yararına oluyor ama başkasına bir faydası olmuyor. Bunu önemsiyorlar mı? Örneğin bir tamirci, arızalı bir cihazı kısa sürede sorunsuz tamir etmeyi mi hedefliyor? Ya da ondan nasıl daha çok para kazanabilirim? nasıl faydalanabilirim? mi. Bir doktorun, basit bir çözüm ile hastalığı tedavi etmesi mi daha ahlaki ve vicdanlı olur, ya da hastasından daha çok nasıl faydalanabilirimi düşünmesi mi? Yani bir gün kendi yakını karşısına gelse aynı şeyleri yapar mı? merak ediyorum. Hep bir menfaat ve menfaat beklentileri.. Menfaat beklemeden kılını kıpırdatmayan bir insanlık. Her yapılanın bir karşılığı mı olmalı, çocukken öylemiydi. Hatırlayabiliyor musunuz?
Doğru kalmaya çalışmak neden bu kadar zor oluyor. İnsanların asla göründükleri gibi olmadıklarını anlamak.. Göründükleri gibi değiller. Sorun aslında evrensel. İsrail başkanı 40.000 insanın katline neden oluyor ama ABD meclisinde büyük bir zafer kazanmış gibi uzun süre alkışlanıyor. İnsanlık top yekün bir çürümenin mi eşiğinde.. Aslında bir yapmacıklık varsa veya bir sahtekarlık varsa hemen bilinç altımız fark ediyor. Yapan bir anlayabilse.. Ama elden gelen yok. İnsanların dışarıya gösterdikleri ile fiilen yaptıkları çok farklı. Bu yüzden de beklenmeyen davranışlara maruz kalabiliyoruz. Yani insanlar şaşırtmaya devam ediyorlar. Kendi kendime belki bu dünyadaki yapmaları gereken görev tam da budur, demeye başlıyorum. Yani bu da onların görevi. Çünkü yaşam asla bayır aşağı inmeyecek hep bir yokuş olması gerekli. Daha da açık olursak, bu dünyada onlar böyle yapmasa iyi olanın iyiliği nasıl anlaşılacak.. Ancak her yaşanılan hayal kırıklığı yeniden canımızı sıkıyor üzüyor. Bu hayal kırıklıklarına karşı keşke bir bağışıklık oluşsa ancak bu da mümkün görünmüyor. Her maruz kaldığınız sahte yüzü ve sahte davranışı biliçaltımız hemen fark etsede yinede hep bir şans daha verme niyetiyle benzer tuzaklara yakalanabiliyoruz. Bazen de farkında değilmiş gibi yapıyor umursamıyorum. Bırak kötü kötülüğü ile kalsın.. Belki zor bir süreç ama böyleside etkili. Aslında bu sahte davranışlara ve sözlere maruziyetten içimiz asla memnun değil. Aslında doğru kalmaya çalışanların tamamı bu sahteliği hemen anlasakta uzakta duramıyoruz. Çünkü her yerdeler. Hep inandığımız doğruların herkes içinde doğru olacağını düşünürüz ama yaşamda böyle bir karşılık bulmak zor. Çoğu şaşkın yaşantısındaki menfaati bir kenara bırakmıyor ancak erdemli olan kendi menfaatinden feragat ederek bir ara yol bulabiliyor.
Yaşam deniz hatta okyanus gibi.. Sudan asla korkmadan iyi yüzeceksin, gerekirse nefesini tutacak hatta derinlere dalacaksın ve herşeye rağmen oksijenin tükeninceye kadar asla yılmayacaksın. Bilimle kalın, doğruları savunun, gerçekten ayrılmayın.
Doç Dr Vaner Köksal