Malumat bilgi değil, enformasyondur. Bilgi, malumatın girdi olarak kullanılmasıyla elde edilen üründür. Malumat (enformasyon) ile bilgi arasındaki ilişki bilgisayarın hafıza kartı ile işlemci arasındaki ilişkiye benzer. Malumat olmadan bilgi üretilemez. Ama değerli olan bilgidir. Bilgiyi üreten akıldır. Matbaanın olmadığı dönemlerde malumat çok değerliydi. Yazılan kitaplar sınırlıydı. Ancak elle çoğaltılabilirlerdi. Asıl sorun kitabın çoğaltılmasına yazarın isteksizliğiydi. Çünkü kitabın çoğaltılması iktidar ve geçim kaynağının elden gitmesi demekti. Ezcümle eskiden öğrenmekle (bilmekle) ezberlemek eşit hale gelmişti. İddiamızın zemini ve zamanı Orta Çağ’dır.
Orta Çağ sınırlı bilginin ezberlenip taklit edildiği çorak bir düşünce iklimidir. Bilmek; ilişkilendirmek, analiz etmek, iddiaları argümanlara dayandırmak, yeni bilgi elde etmek adeta kurumuştu. Cehalet taassubu, taassup ise kuru inat ve tarafgirliği getirmişti. Yenilik ve gelişmenin sızacağı bütün pencere ve kapılar sıkı sıkıya kapatılmıştı. Aydınlanmacı yaklaşımla dramatize etmek gerekirse insanlığın ufku karanlığa mahkûm olmuştu. Aydınlanma hareketi Avrupa’nın elit mahfillerindeki taassubu kırdı. Aydınlanma başlangıçta bilimi değil, hikmeti (felsefeyi) simgeler. Bir açıdan Antik Yunan düşüncesine geri dönüşü ifade eder. Akılcılık olarak başlar, zamanla olguculuğa evrilir. Olgucular felsefecileri adeta tekfir eder. Vülger materyalistler ile pozitivistler olguculuğu, yani bilimsel düşünceyi yüceltme adına felsefe ile teoloji aynı kefeye koyarak değersizleştirmiştir. Bu kavgayı Emanuel Kant çözer. Analitik felsefe ile bilimi arkadaş kılar. Deneysiz bilgi safsata, analitik (felsefe) in olmadığı deney ise hayvanların tecrübesinden farkı yoktur der. Öte yandan Kant’ın yücelttiği felsefe erek ve amaç peşinde koşan felsefe değil, analizle sınırlı felsefedir. Nihayetinde analitik düşünme biçimi bilimi, bilim teknolojiyi, teknoloji ise ekonomiyi geliştirmiştir. Bu bağlamda Batı medeniyetini fiilen üstün kılan dinamik erek ve amaç peşinde koşan felsefe değil, bilimdir. Yine bilmek gerekir ki tekniğe uygulanmayan bilimin ve ticarileşmeyen teknolojinin hiçbir faydası yoktur. Bilim felsefe, din ve tasavvuf gibi değildir. Bireylere kemalat kazandırmaz. Fayda ürettiği şartla değerlidir.
Bilim insanı alim değil, uzmandır. Spesifik bir alanda derinleşmiş, diğer alanlarla cahilleşmiş kişidir. Batı intelejansiyası bu tipolojiyi aptal uzman olarak yaftalamıştır. Akademik kariyer cahil uzman orduları yetiştirmektedir. Daha kötüsü ise yetişen cahil uzmanları amaçsız ve ereksiz bırakmıştır. Onları bazen Sovyet ve Nazi rejimlerine hizmetkar yapmış, bazen onlara insanlığın başına yağacak bombaları ürettirmiştir. Onlar insanları siyasi ve çıkar odaklarına kul yapacak pazarlama teknikleri geliştirmiştir.
Bilime ve bilmeye yönelik eleştiriler 2. Dünya Savaşı sonrasında Frankfurt Okulu mensuplarınca başlatılır. Post modern entelektüeller ise kemale erdirir. Post modernler bilgiyi, bilginin yarattığı teknoloji ve medeniyeti değersizleştirmişlerdir. Foucault son noktayı koymuştur: Bilgi ve bilimin varoluş amacı Kant’ın söylediği gibi aydınlanmaya değil, iktidara ve muktedirlere hizmet etmektir. Habermas bu iddiayı siyasete uyarlamıştır. Ona göre siyasi odakların ve çıkar gruplarının hizmetine giren bilim sivil toplumu manipüle etmektedir. Demokrasi ölmüştür. İnsanların sadece önlerine konan siyasi kararları onamakta, reklam edilen malları almaktadır. Çünkü bilim uzmanlarının iş birliği ile bireylerin akılları, iradeleri ve şuurları ellerinden alınmıştır.
Post modern düşünürler dünyanın kötülüklerine karşı insanlar self refleksifite dedikleri, bir nevi felsefik düşünmeye yeniden davet etmektedirler. Uzmanlık at gözlüğünden kurtulmak adına başka disiplinlere merak salmalarını istemektedirler. Bu, mültidisiplinerlik tavsiyesi olduğu kadar entelektüel yönden gelişmeye yönelik de bir tavsiyesidir. Yine de bu genelleme bizim gibi 3. Dünya ülkelerini kapsamamaktadır. Bu ülkelerde bütün akademik hayatını münhasır bir alana, hatta bir alanın spesifik alanına teksif etmiş biri siyasette, uluslararası ilişkilerde, sosyal ve ekonomik konularda ahkam kesebilmektedir. Ya da dar alanda kısa paslaşmalardan ibaret yöneticiler hep son sözleri söylemektedirler. Eskiden toplumun çoğu cahildi, ama masumdu. Çünkü cahilliğini bilirdi. Bu sayede ilme ve irfana kulak asar, söz dinlerdi. Bir üçüncü dünya ülkesinde; isminin önüne akademik tıtr almış bir uzmanı ya da yöneticilik payesi almış bir kişiyi cahil olduğuna nasıl ikna edeceksin!
1 yorum
Hocam çok güzel yazı olmuş, kaleminize sağlık. Foucault’un düşündüğü gibi bilgi günümüzde yalnızca güç veya para olarak kullanılıyor. Bilime verilen değer 18. yüzyılda kaldı artık. Bir de dediğiniz gibi eskiden insanlar en azından bilmediklerini biliyorlardı. Artık bilmediklerini bilemeyecek kadar insanlar cahilleşti. Okuma diye bir şey kalmadı. Okuma yerine izleme ve bakma var yalnızca günümüzde. Sosyal medya bile bu biçimde dizayn edilmiş.