Kibir; başkalarından üstün olmadığı halde kendisini üstün görme ve üstün tutma hastalığıdır. “Şüphesiz büyük günahların en büyüğü, küfür ve kibirdir(HŞ).” Kibir, küfür’le eş tutulunca müslüman’ın işi oldukça zor. İster ehl-i dünya, ister ehl-i ukba olsun kibir, insanın üstüne asla yakışmayan bir KİR’dir. Anlık temizlenmesi ve uzak durulması gerekli şeytani hasletlerdendir. Melek gibi ‘ahsen-i takvim’ üzere yaratılan insanı, şeytanlaştıran yine kibir’dir.
Kibir’i besleyen yalan, yalanın mahsulü ‘yalancı insanlar’dır ve bunlar her ortamda ve her zaman vardırlar. Bunların dostlukları, yoldaşlıkları hiç olmaz. Şeytan’ın en muteber hizmetkarlarıdır. Bakın hele ortaya çıkan varlığa, münafık!… Münafık(nifak çıkaran), kafirden eşeddir(daha tehlikelidir)! “Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “inandık” diyen kimselerden ve Yahûdîlerden küfür içinde koşuşanlar(ın hâli) seni üzmesin(Mâide, 5/41)”.
Münafıklar, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler, Allah’ı aldatmaya çalışırlar, namaza tembel tembel kalkarlar, Allah’ı pek az zikrederler, ne müminlerden yana ne de kâfirlerden yana olurlar, ikisi arasında bocalayıp dururlar (Nisâ, 4/139, 142); kötülüğü emreder, iyiliğe engel olurlar, elleri de sıkıdır(Tevbe, 9/67); YALANCIDIRLAR, yeminlerini kalkan edinirler, insanları Allah yolundan alıkoyarlar, gösterişlidirler, süslü konuşurlar, her gürültüyü kendi alayhlerine zannederler (Münafikûn, 63/1-4).
Hz.Peygamber de, münafıkların konuştuklarında yalan söylediklerini, verdikleri sözde durmadıklarını, emanete hıyanet ettiklerini, düşmanlıkta aşırı gittiklerini bildirmiştir (Müslim, İman, 107; Buhârî, İman, 24). Abdullah İbni Amr İbni’l-Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terkedinceye kadar o kişide münâfıklıktan bir sıfat bulunmuş olur: Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verince sözünden döner ve düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar (Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, Îmân 106. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 15; Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20.)”
Münafık insanlar, uzun süre ‘birilerinin adamı’ olmaz, ‘herkesin adamı’ oluverme kabiliyetleri vardır. Kralları öldüğünde, her seferinde ‘yaşasın yeni kral’ naraları atarlar. Bakın hemen isimleri mırıldanmaya başladınız bile… Toplumdaki ‘terör’ olayları bilinir ona göre tedbir alınmaya çalışılır, ancak ‘yalancı(münafık)’; terörist değil, teröristler topluluğu kadar tehlikelidir. Silahı her şeydir. Edep, haya, doğruluk, iyilik, vicdan, ruh ve mana gibi duyguların iş görmediği bir vucût(yalancı) neler yapabilir, gerisini siz hayal edin!. Ve bunların olduğu yerde kendinizi karantina’ya alın, zira bu geçici bir hastalık değil, tüm bünyeyi saran virüs olduğu için, tedavisi henüz bulunamamış…
Yalan ile süslenen ‘kibir hali’, bozuk ruh aleminin, amelsiz dışa yansımasıdır. Bu nedenledir ki, kibir’e en yakın insanlar ‘secdesiz ya da secdesi sakat olanlardır’. “İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu(Bakara, 34).”
“Neler geldi neler geçti felekten, görülmedi deve geçti elekten!” Yani nice Alimler, büyük zatlar geldi ve geçtiler, ancak gözlerini ve kalplerini kibir bürümüş cahiller, onları görüp istifade edemediler (S.Ahmed Turan (k.s)”.
Herkes iç alemindeki en büyük putu kıramaz ise, yalanla beslenen kibir hubel’i(başput), bünyesini kanser gibi sarar. Bu kanser öyle bir illettir ki, en kolay ve tesirli bulaşma vasıtası da idareciliktir. İdareciliğin her türlüsünde zamanla kronikleşen hubel’ler çıkmaya başlar. Öyle bir hale gelir ki, “ben olmasam burası batar, benim yerim doldurulmaz” inancı yerleşir, kendisi de buna inanır. Her türlü paylaşımcı değişimin karşısında, en evvel direnci bunlar gösterir. Her gün kendisine bunları hatırlatacak insanları da asla ötesinde berisinde tutmazlar. Şan, şöhret, servet, ünvan, evlat, kavmiyet ve kendince ihdas edilen asalet; hubelleri, besleyen en temel gıdalardır. Seyyidana Hz.Hüseyini şehit edenler; kendine müslüman diyen, kibir putunu taşıyan Yezidilerdi. Canları katleden yezidiler, abad olamadı ama, efendilerilerimiz kıyamete kadar güzel dillerde ve gönüllerde hep var oldu, var olacak…
“Ben de kibir eseri yok” diyen kaç idareci, en yakınında bulundurduğu insanlardan kaç tane ‘Behlûl-i Dânâ’ sayabilir! bir çetele tutsun bakalım…
Kabe’deki putlar bir bir yere yıkılırken, sıra en büyüğü ve içeride olan hubel’e gelmişti. Put, efendimiz(as)’in onu tek başına aşağı yıkamayacağı kadar yüksekteydi. Yanında Hz.Ali efendimiz vardı. Peygamber efendimiz, Hz.Ali efendimizin omuzuna basarak, putu yere yıkmaya çalışıyordu. Ancak, Hz. Ali efendimizin omuzları, Hz. peygamberi taşıyamıyordu. Efendimiz; iffet, edep ve ilim abidesi Hz. Ali(ra)’ye seslenerek, “Ya Ali(ra) omuzların peygamber yükünü taşımaz, gel sen benim omuzuma bas.” Hz. Ali efendimiz, bu yükün ağırlığı altında efendimizin(as) omuzuna bastı, Allahın izniyle hubel’i devirdi.
İnsan, içindeki putun en büyüğünü devirmek için, Hz. Ali(ra) gibi bir yarene/lere de mutlak ihtiyaç duyuyor. Bul bulabilirsen böyle yarenler. İşte o zaman neyi, nasıl idare edersen et; at’tan indiğinde sizi hoş amedi edecek mutlak birilerini bulursun…