Ayın konusu olan “nasıl bir akademisyen” konusunu gördüğümde biraz heyecanlandım. Özellikle Türkiye’de ki akademik hayat ve toplumsal yansımalarını tekrar düşündüm. Düşünsel anlamda karşılığı olduğu gibi gündelik yaşamda, politikada, sanatta, bilimde de karşılığını görmek için belirli görüş lensleri ile genişletilmiş (yoksa sınırlandırılmış mı demek gerekli…) bir bakış berraklığına ihtiyaç duymuyoruz. Özellikle son yıllarda akademisyenin toplumsal gelişimdeki rolü ve elitizm tartışmaları medeniyetin gözümüze soktuğu çok bilmişlik ve kendine aşırı güven enkazının kalıntılarını daha da görünür kılmakta.
Bilim felsefesi alanına yaptığı katkılar ve ortaya koyduğu düşünsel malzemeler ile neden olduğu paradigma değişimleri Karl Popper’ın “yanlışlanabilirlik ilkesi” epistemolojisini bir de akademisyenler açısından değerlendirmekte fayda görüyorum. Yanlışlanabilirlik ilkesi, bilim ile bilim dışı olanı, bilgi ile inancı ayırmak için kullanılır. Bir önerme, hipotez, ya da teorinin yanlışlanabilirliğinden bahsedebilmek için temelde yanlış olduğunun kanıtlanabilme ihtimali olması gerekmektedir. Bu düşüncesini Karl Popper şu şekilde kelimelere dökmektedir: “Benim önerim doğrulanabilirlik ile yanlışlanabilirlik arasındaki asimetriye dayanır; evrensel önermelerin mantıksal biçiminden kaynaklanan bir asimetri. Çünkü evrensel önermeler, tekil önermelerden türetilemez, fakat çelişebilir.” Bu noktadan yola çıkarsak örneğin atomun varlığının ilk düşünsel temellerini ortaya atan ve maddenin doğası olarak tanımlayan Yunanlı filozof Demokritos yanlışlanamaz bir teori ortaya atmış ve döneminde önemli bir felsefi akımın öncülü olmuştur. Bu görüş kendi döneminde modern anlamda bilimsel bir görüşü ifade etmese de günümüzde çığır açan yansımaları olan yanlışlanabilir modern teorilerin oluşmasında belirleyici olmuştur. 19. yy’da fizikçi ve kimyager John Dalton’un modern atom teorisini geliştirmesi için bu zamansal adım taşlarının aşılması gerekecekti. Günümüze geldiğimizde yanlışlanabilirliğin, daha genel bir kavram olan eleştirilebilirliğin özel bir durumu olduğu artık su götürmez bir gerçek olarak karşımızda. Elbette bu görüşte bir gün yanlışlanana kadar…
O halde günümüz akademisyenlerinin eleştirebilirlik ile birlikte bilimsel ve eğitsel faaliyet içinde olması temel özellikleri olmalıdır. Bu amaçla akademisyen bir olgunun nesnel olarak tüm yönleri ile değerlendirmesini yapabilmeli, güncel kavramlar ve tartışmalar hakkında bilgi ve fikir sahibi olabilmeli, nesnel bir bakış açısı ile gerçeklikten kopmayan, yalın, inandırıcı ve akıcı bir bilimsel ve eğitsel dile sahip olmalıdır. Tüm bu özellikler dogmatizmin ayaklar altına alındığı bilimsel eleştiri ile olabilecektir. Bu noktada yaşadığımız dönemde ve gelecekte eleştirel akademisyenlere çok iş düşecek gibi görünmekte.
Son söz olarak Amerikalı yazar, yayımcı, sanatçı ve filozof olan Elbert Hubbard’ın “Akademik eğitim, kitaplarda okunan şeyleri ezberleme eylemidir ve eğitimlerini çoğunlukla kitaplarda okunan şeyleri ezberleyerek alan üniversite profesörleri tarafından anlatılır” şeklinde ifade ettiği akademisyenlerden olmamak ümidiyle…