Gelin bir ütopik kurgu ile başlayalım yazıya. Bir ülkede homojen bir gelir dağımı söz konusu ise sorundan bahsedilemez. Düşünsenize bir sabah tüm toplumsal sınıflar ile yönetim, idari ve dini yetkililerin ve tüm iş kollarında çalışanlar ile çalışmayanların veya çalışmaya niyeti hiç olmayanların eşit gelire sahip olduğu bir ülkede uyanmışız. Ülkenin süt liman olmasını, orada yaşayanlarında maksimum mutlulukta olmasını beklersiniz değil mi? Çok yanılıyorsunuz. İlk olarak ben – o / biz – onlar şeklinde karşıtların güç savaşı üzerine varlığını borçlu olan siyasetçiler ve yönetimde olan azınlık kazan kaldıracaktır. Bunları yaratıcı ile yaratılan arasına eklemlenmiş olan ruhban sınıfı, devletin ve bazı bireylerin güvenliği ile ilgili guruplar, beyaz yakalılar ve idealist çalışanlar takip edecektir.
Sonuçta kozmos da kalma süresi o kadar kısa olacaktır ki, kaosun gelişi bir göz açıp kapama anına sığacaktır. Tüm toplum mutsuzlukta eşitlenecek ve yabancılaşma kirli bir pus gibi üzerimize çökecektir. Güzel rüyaların kabuslara gebe olması gibi, ütopyalar da distopyalara gebedir. Rüyalar da kabuslar da bir an olur ve biter. Gerçeklik başat aktör olarak yaşamımızı sonunda hakimiyeti altına alır. O halde gelir dağılımında eşitlik arayışı ağır bir migren atağını parasetamol ile geçirmeye çalışmak gibidir.
Görüldüğü gibi gelir dağılımında eşitlik arayışı bizi toplumsal bir çöküşe getirebilmektedir. Bu durumda toplumsal sınıfların ve idarecilerin rahatsız olmayacağı şekilde, doğası gereği eşitsizlikten beslenen kapitalizmin harlı ocağına odun taşımaya devam etmekten başka ne yapabiliriz?
Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve çeşitli organizasyonlar gelir dağılımına göre ülkeleri değerlendirirken bir sıralama yapabilmek için “gini katsayısı” denilen bir katsayıyı kullanırlar. Gini katsayısı, 0’ın herkesin eşit bir gelire sahip olduğu, 1’in ise tüm gelirin bir kişide toplandığı ve diğer kişilerde hiç gelirin olmadığını gösterdiği, 0 ile 1 arasında bulunan bir sayıdır. Bir nevi eşitsizliğin ölçütüdür. Gini katsayısı Lorenz eğrisi ile mutlak eşitlik doğrusunun arasında kalan alanın, mutlak eşitlik doğrusunun altında kalan üçgenin alanına oranı şeklinde pek de havalı istatistik hesaplamalara dayanır. Kapitalizmin neden olduğu olayları hesaplama, değerlendirme ve analiz etme gibi narsistik bir alışkanlığı vardır. Orta çağ Avrupa’sında yüzyıllar boyu hüküm sürmüş feodal sistemin çökmesiyle ortaya çıkan kapitalizmin tekrarlanan bir şekilde ekonomik krizler ile sınandığı bilinmektedir. Yine de sonsuz kar isteğine sahip patronlar bu patolojik hırslarının esiri olarak yoksulluk ve gelir adaletsizliğini arttırmaktadır. Bunun yanında doğal ekosistemlerin zarar görmesi ile birbirini besleyen su kapları gibi sürekli ağırlığı bir noktadan diğerine değişim gösterebilen sorunlar yumağı, insan yaşamı için çok büyük bir tehdit halini almıştır. Tüm bu olay ve olguların birbirine belirli bir şekilde bağlantısallık içermesi, olumlu ve olumsuz her sonucun bir nedene bağlanarak açıklanabilir olması ya da belli nedenlerin belirli sonuçları ortaya koyacağı, aynı nedenlerin aynı koşullarda aynı sonuçları vereceğini ifade eden “nedensellik” olarak bildiğimiz bilim felsefesi terimini ne zaman içselleştirebileceğiz?
Sonuç olarak ülkeler eşitsizliğin eşitlikmiş gibi algılanmasının sahneye konulduğu dövüş arenalarından farksızdır. Bu ülkelerde gelir belli oranda sömürüldükten sonra geriye kalan posası eşit bir şekilde toplum katmanlarına dağıtılır. Daha da başarılı (!) ülkeler ise gelir sorunsalını ortadan kaldırarak, dağılım problemlerini sıfırlayabilirler. Son kertede gelir yoksa dağıtılacak ve üzerinde kavga edilecek bir şey de yoktur. Siz hiç Afrika ülkelerinde gelir dağılımı sorunu duydunuz mu? Siz hiçbir Afrika ülkesinde yazılan nedensellik üzerine felsefi bir yaklaşımı ortaya koyan bir çalışma okudunuz mu? Yeni emperyalizmin Afrika’daki başarısı işte budur…