Bilindiği üzere “akademisyen” kelimesi bilim insanları için kullanılan çağdaş bir nitelemedir. Geleneğimizde bu sıfatın yerine “âlim” ya da “hoca” nitelemesi kullanılmıştır. Her ne kadar “hoca” günümüzde de yaygın olarak kullanılsa da akademisyen kelimesi daha yaygın ve itibarlı bir kavram olarak görülmektedir.
Akademisyenden beklentilerimizin içeriği ve kapsamını ortaya koymak için önce “akademi” nin ne olduğunu bilmek gerekir. “Akademi”, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “bilginler, yazarlar ve sanatçılar kurulu” anlamına gelmektedir. Sözlük anlamından anlaşılacağı üzere çoğul ve çoğulculuğu ifade eden bir kavramla karşı karşıyayız.
Tarihimizde yer etmiş büyük âlimler meşruiyetlerini eğitim aldıkları hocalarından aldıkları gibi toplumlarından da alıyorlardı. Günümüzün âlimleri olan akademisyenler ise meşruiyetlerini bilimsel kurullardan, kanun ve yönetmeliklerden doğan kazanılmış haklarından alıyorlar.
Bilim insanı için itibar çok önemlidir. Biz bunu “saygınlık” olarak da anlayabiliriz. Saygınlığı olmayan bir bilim insanının toplumda yeri olmaz. Bu açıdan bakıldığında günümüzün âlimleri diyebileceğimiz akademisyenlerin de toplumda saygınlıklarını muhafaza etmeleri gerekir. Bu saygınlıklarını ekranlarda, konferans salonlarında, cami kürsülerinde, sempozyumlarda, kısaca bulundukları her mekânda tutum ve davranışları ile göstermelidirler. Bu beklentiyi temsil etme, misyon sahibi olma olarak da ifade etmek mümkündür.
Akademi mensuplarının özgürlükçü ve farklı görüşlere saygılı olmaları icap eder. Elbette özgürlüğün de bir sınırı vardır. O da başkalarının özgürlüklerinin başladığı yere kadardır. Yine bölücü ve yıkıcı olmaması da çok önemli bir husustur. Bu çerçevede akademisyenin hakkı ve hakkaniyeti savunması ve savunurken de herhangi bir endişe duymaması beklentiler arasındadır. Akademisyenin özgürlüklere önem veren yaklaşımı insanların ehliyet ve becerilerine bakan, inanç, ırk vb. hususları öncelemeyen bir esasa dayanmalıdır.
Akademisyen, konulara sadece ihtisas alanı çerçevesinde değil, disiplinler arası bakabilme yetisi de kazanmış kişidir. Aksi halde alan fetişizmine düşmüş olur ki bunun da hem akademiye hem öğrencilerine zararları olacağı tahmin edilebilir.
Akademisyen, yaşadığı ülke ve dünyanın şartları ne olursa olsun, ne kadar karamsar bir tablo ortaya konulursa konulsun, asla ümidini kaybetmez. Öğrencilerine ve topluma daima umut verir. Çözüm yolları önerir, kendisi de imkânlar oranında girişimci olur. Öte yandan akademisyen zihin konforu yaşayan değil, dert sahibi insandır. Duygularını ihmal eden değil ama aklı ve bilgisini ön plana alan kişidir.
Akademisyenden beklentimizde bir diğer önemli husus ise, öğrencileri ve sosyal çevresiyle iletişiminin güçlü olmasıdır. İletişim becerilerinin mesleğinin bir parçası olduğunu bilmesi beklentiler arasındadır.
Akademisyen, insanî değerleri tüm değerlerin üzerinde gören bir kişiliğe sahip olmalıdır. Zira, tüm dinler ve kültürler insanın insanî değerlerini unutmaması ve hayata geçirmesi için vardır. İslâm dini de elbette bu hususu ortaya önemle koymaktadır. Biz bu esası “İyi insan olmadan iyi Müslüman olunmaz” esası ile açıklıyoruz. Nitekim Hz. Muhammed(as)in hayatına baktığımızda gençlik yıllarında kendisine “Muhammedü’l-emin” yani güvenilir Muhammed sıfatı verilmişti. Çevresi, hemşehrileri O’nu bu şekilde nitelendiriyorlardı. Dürüstlüğün neredeyse tamamen ortadan kalktığı bir coğrafyada bu gencin ticarî faaliyetleri ve sosyal ilişkileri sırasında gösterdiği dürüstlük ve insanlarda uyandırdığı güven hissi bunun özlemini duyanlar için âdeta sığınılacak liman olmuştu.
Akademisyen, gelecek nesilleri inşa etmek üzere öğrencilerine vizyon verebilmelidir. Onlara ders dışında da emek vermeli, hem akıllarına hem de gönüllerine hitap ederek bilim ve insan sevgisini aşılamalıdır.
Akademisyenin elbette en önemli görevlerinden biri akademik yayın yapmaktır. Bu hususu da daima masasında bulundurmalı, sadece unvan almak için değil, unvanlarını ikmal ettikten sonra da üretmeye, yayın yapmaya gayret göstermelidir. Akademinin bir ekmek kapısı değil, emek kapısı olduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Bu çerçevede güncel yayınları takip etmeli, alanıyla ilgili çıkan yayınlar hakkında fikri olmalıdır. Güncel tartışmaları da mümkün olduğunca takip etmeli, fikir sahibi olmalıdır.
Akademik çalışmalarda yöntem bilim/metodolojinin ne kadar önemli olduğunu da daima göz önünde bulundurmalı, alanıyla ilgili metedolojik çalışmaların içinde olmayı da ihmal etmemelidir. Bu bağlamda metodolojik bir birikim oluşması için lisansüstü öğrencilerini de teşvik etmelidir.
Akademisyen, toplumunun dinî ve millî değerlerine saygılı olmalı, çalışmalarının özelliğine göre bunu yansıtmalıdır. Bilimselliğin geleneği reddetmek değil, bilakis gelenek üzerine yenilikler inşa etmek olduğu bilincinde olmalıdır.
Sosyal bilimler alanında çalışan bir akademisyenin tarihî şahsiyetler ile ilgili görüş ve yaklaşımlarının da makul ve tutarlı olması gerekir. Bu açıdan bir sosyal bilimci kendi görüşlerini dayandırdığı ya da benimsediği bir âlim ya da yazarı övgü yağmuruna tutarken, görüşlerini benimsemediği bir âlim ya da yazarı sövgü yağmuruna tutmamalıdır. Sosyal bilimci akademisyenlerin tarihe ilgi duymaları, akademik tarih çalışmalarına itibar etmelerinin önemi burada bir defa daha ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde Türkiye’de bilhassa aydın kesimin en fazla ihmal ettiği konulardan biri de Türkçe’nin doğru kullanılmamasıdır. Bu noktadan hareketle akademisyenlerin Türkçe hassasiyeti taşımaları, makale ve kitaplarında Türkçe karşılığı varsa ve bilimsel bir kavram değilse yabancı kelimeler kullanmamaları, bir yabancı dilin mantığı ile Türkçe ifade ve cümle kurmamaları gerekir. Aksi halde toplumumuzdaki ihtilaflar derinleşecek, insanlar kültür yozlaşması yaşayacaklardır.