Yazıma, affınıza sığınarak, tüm dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgını esnasında düzenlenen 2020 Dünya Felsefe Günü’nde, Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin mesajını paylaşarak başlamak istiyorum:
“Uyanık gözlerle dünyaya bakmaya başladığımdan beri gördüğüm belki de en zor yılı yaşıyoruz. İnsan eliyle afetlere dönüştürülen doğa olayları karşısında, yaptıklarıyla insanlığımızı bize hatırlatan insanların yanında, ‘fırsattan istifade’ etmek peşinde olan insanlar, pandemiyle savaşmak için getirilen bazı kısıtlamaları sözüm ona ‘özgürlük’ adına protesto eden kalabalıklar, ‘zelzeleyle konuştuğunu ve bu konuşma sayesinde zelzelenin durduğunu’ internette paylaşanlar, acaba neyin belirtileridirler? Ya da, ‘kıymetli zamanınızı kendinize saklayın, tezinizi/ödevinizi biz yazalım’ şeklinde, cehaletin yol açtığı şaşırtıcı rahatlıkla reklam verenler ve bunu doğal karşılayanlar, tweet’lerle uluslararası siyaset yapmayı alışkanlık haline getirenler, dünyanın bugünkü durumu hakkında nelere işaret oluyor? Bunlar ve sizlerin ekleyebileceği başka birçok yaygın anlayış ve davranışlar, yapılanlar arasında etik değer farkı görememenin –yani ‘ne olsa, olur’un geçerli olmasının– ve tüketim toplumunun ‘siz çok önemlisiniz’, başka bir deyişle ‘müşteri olarak çok önemlisiniz’ diyerek kişilerin bencilliğini okşayan reklamların ve başka bunun gibi olguların hem sonuçları hem de belirtileri olarak görünüyor diyor ve devam ediyor. Bu durum karşısında, insanların insan olma bilincini kazanmalarına yardımcı olmak, insan olmanın her birimize yüklediği sorumluluğu ve gerektirdiklerini insan olan herkese hatırlatmak en başta felsefeye ve eğitimine düşüyor”
Liyakat sözcüğü günlük hayatımızda, gerek üniversitelerde gerekse kamusal alanda ve birçok alanda sıkça kullandığımız bir sözcük, tıpkı etik gibi. Ancak geriye dönüp de “anlatılmak istenen, kastedilen nedir” diye bakmak belki hiç aklımıza gelmez. Böyle bir işe giriştiğimizde, çoğu zaman sözcüklerin tarihsel kökenlerine ve anlamlarına bakmakla işe başlarız. Biz de öyle yapalım.
Liyakat sözcüğü Arapça kökenli bir sözcük olup Türk Dil Kurumu’nda karşılığı şöyle: “Bir kimsenin kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu, değim. Diğer bir ifade ile kifayet.”
“Liyakat” sözcüğü İngilizce sözlüklerde arandığında onlarca karşılık gözümüze çarpar. Bu sözcüklerden “merit”e şu karşılıklar veriliyor: fazilet, erdem, layık olmak, hak etmek, -e değmek, yararlılık, hak, ödül, marifet, ehliyet, yaraşırlık, hüner, değer, meziyet ve yetenek. Görüldüğü gibi her biri birbirine yakın, ancak farklı anlam ifade eden sözcükler iç içe geçmiş durumdalar. Yine görüldüğü gibi liyakat sözcüğü bilgi, beceri ve deneyimin yanında erdem, fazilet ve meziyet gibi insan olmaya dair iyi huyları da kapsamaktadır.
Konuyla ilgili makalelere baktığımızda Liyakat, ilk olarak 1958 yılında İngiliz sosyolog Michael Young tarafından “bireylerin sosyal ve ekonomik ilerlemelerinin kendi yetenek, yetkinlik, emek, eğitim düzeyi ve performanslarıyla orantılı olması gerektiğini savunan bir sosyal düşünce sistemi” olarak tanımlanmıştır. Bu sosyologla birlikte literatüre toplumda değerlilerin, seçkinlerin güçlü ve etkili olmasını savunan bir görüşü tanımlayan meritokrasi kelimesi girmiştir ve üst kademelerde zekâ, çalışkanlık ve diğer meslekî hünerleri bulunan kişilere yer verilmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca meritokrasi de başka bir yazının konusu olabilir.
Ülkemizin ve dünyanın diğer ülkelerinin masallarında ve halk hikâyelerinde liyakatle ilgili birçok hikaye vardır. Bunlardan biri de Mevlana’nın Mesnevi’sidir. Mesnevi’de “liyakat” ve “ehliyet” kavramları hikâyeler yoluyla, farklı karakterler üzerinden anlatılmış, yukarıda bahsedilen özelliklere vurgu yapılmıştır. Mevlana liyakati bilgi, deneyim ve erdem unsurlarını içeren bir bütün olarak değerlendirmiştir.
Hiç kuşkusuz liyakatin ilk koşulu iyi bir eğitim altyapısıdır. Alınan eğitimin ya da yapılan işin deneyimi, liyakatin önemli özelliklerinden birisidir. Tek başına eğitim ve tecrübenin yeterli olmadığı, kişinin adil olması liyakatin bir diğer önemli özelliğidir.
Üniversitelerde, kamu sektöründe ve özel sektörde göreve başlamada ve üst düzey görevlere yükselmede liyakat, aranan ve aranması gereken bir niteliktir.
Liyakatın önemi 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda (3. Madde, C şıkkında) şöyle ifade edilmiştir: “Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır.”
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) akademik eğitimden öğretim üyelerine kadar, pek çok alanda kaliteyi artırmak için 2020 yılında hayata geçirilecek 13 stratejik hedef belirlemiştir. Bu hedeflerden biri ise “YÖK Akademik Kariyer Platformu Liyakat”ın hayata geçirilmesidir.
Akademik alanda, öğretim üyesi atanmalarında liyakatten çok söz edilir. Yüksek Öğretim Kurulu değişik kademelerde atamalar için birtakım kriterler geliştirmiştir. Ancak kırk üç yıllık hekimlik meslek hayatımın yarıdan fazlasını akademik yaşamda geçirmiş biri olarak izlenim ve gözlemelerimi paylaşmak isterim. Ne yazık ki tıp fakültesinden mezuniyetimden itibaren atamaların, görevlendirmelerin çoğu zaman liyakate göre olmadığını görmüş ve şahit olmuşumdur. Zaman zaman basına yansıyan örneklerde olduğu gibi, belli bir kişiyi işaret eden kadro ilanları, eş, akraba ve yakın çevreden kişilerin liyakate bakılmaksızın görevlendirilmesi gibi örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Bu da zaman içinde hak, hukuk ve adalet kavramlarının zedelenmesiyle sonuçlanmış, bunlar da eğitim kalitesinde azalmaya, bireyler arası çatışmaya ve akademik ortamın verimsizleşmesine neden olmuştur.
Sonuç olarak, insanlığın binlerce yılda geliştirdiği evrensel değerlerden biri olan liyakat sözcüğü insanlar için iyi ve doğru olan birçok özelliği kapsamaktadır.
Liyakat ve ehil olma durumunun sağlanması toplumda adaleti, huzuru ve barışı sağlayacağı ve verimliliği artıracağı unutulmamalıdır.