Birleşmiş Milletler raporlarına göre 2021 yılında dünya genelinde kronik açlık çeken insan sayısı bir önceki yıla göre 46 milyon artarak 828 milyona ulaşmış durumda. Bu rakam dünya nüfusunun neredeyse 10’da biri anlamına geliyor. Bunun yanı sıra iki milyardan fazla insan yeterli beslenme için gerekli hayvansal protein, mineral ve vitaminlere ulaşamadığından gizli açlık çekiyor. Bunda alım gücü en etkili konu. Kadınlar % 31,9 ile erkeklere kıyasla (% 27,6) daha fazla gıdaya ulaşım sıkıntısı çekiyor. Bununla birlikte çocuklar en fazla etkilenen grupta yer alıyor. Dünya genelinde yaklaşık 45 milyon beş yaş altı çocuk ölümcül derecede beslenme yetersizliği ile karşı karşıya.
Hal böyle olunca bir süredir uluslararası alanda özellikle gelişmekte olan ülkeler için “Gıda güvencesi için gıda güvenliğinden ne kadar taviz verilmeli?” söylemi gerekliymiş gibi dile getiriliyor.
Aslına bakılırsa gıda güvenliği, beslenme ve gıda güvencesi bir birine sıkı sıkıya bağlı hususlar. Bu nedenle konunun mevcut şartlar göz önünde bulundurularak ulusal düzeyde ele alınması gerekiyor.
Peki, ülkemizde toplumun önümüzdeki süreçte yeterli gıdaya ulaşabilmesi için gıda güvenliğinden taviz verilmeli mi?
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre zararlı bakteri, virüs, parazit içeren güvenli olmayan gıdalar ile beslenme sonucunda insanlarda ishalden kansere kadar 200 farklı hastalık meydana gelebiliyor. Her yıl 600 milyon insan yani her 10 kişiden biri güvenli olmayan gıda tüketimi sonucu hastalanıyor ve bunlardan 420 bini hayatını kaybediyor. Yapılan hesaplamalara göre her yıl 33 milyon sağlıklı yaşam günü böylece yitiriliyor. Bundan en çok bebekler, küçük çocuklar, yaşlılar ve hastalar etkileniyor.
Gıda güvenliği, çiftlikten sofraya kadar olan süreçte gıdaların tüm üretim basamaklarında kontrolünün yapılmasıyla sağlanabiliyor. Bu nedenle gıda güvenliği sağlıklı hayvan ve bitki üretimini de kapsıyor. Ülkemizde neredeyse her yıl milyonlarca tavuk ve ürünü kuş gribi, Salmonella gibi hastalık etkenleri nedeniyle imha ediliyor. Bu durum tonlarca et ve yumurta kaybı anlamına geliyor. Benzer durum şap, brusella ve tüberküloz gibi hastalıklar nedeniyle kırmızı et ile süt üretimi için de aynı.
Gıda kayıpları sadece bu şekilde olmuyor. Dünya genelinde üretilen gıdanın yaklaşık üçte biri israf ediliyor. Birleşmiş Milletler Gıda İsrafı Raporuna göre 2019 yılında 931 milyon ton gıda israf edilmiş. Sadece gelişmiş birkaç ülkede israf edilen gıdaların dahi açlık çeken tüm insanları beslemeye yeterli olduğu ifade ediliyor. Gıda israfının %30’u üretim ve işleme esnasında meydana gelirken %70’inin otel/restoran gibi hizmet sektöründe, perakende satış noktalarında ve evlerde meydana geliyor. Bu nedenle ihtiyaçtan fazlasının talep edilmesinin yanı sıra gıdaların güvenli şekilde üretilmemesi, işlenmemesi ve muhafaza edilmemesi gıda israfının başlıca nedenleri olarak sayılıyor. Gıda israfı sadece açlık ve ekonomik kayıplara değil aynı zamanda toplam hacim içinde % 8’lik sera gazı oluşumuna neden olarak gıda üretimini tehdit eden küresel ısınmaya da katkı sağlıyor.
Sağlığın korunmasının yanı sıra güvenli gıda tedariki, ülke ekonomisine, ticarete ve turizme doğrudan katkı sunarak sürdürülebilir kalkınmayı da destekliyor.
Bu nedenle gıda güvenliği sadece son ürün kontrolü gibi düşünülerek insanların gıdaya ulaşabilmesinin önünde taviz verilecek bir konu olmayıp bilakis sağlığın korunması, gıda kayıplarının en aza indirilmesi ve dolayısıyla gıda güvencesinin sağlanabilmesinin ön şartıdır. Dolayısıyla çiftlikten sofraya gıda güvenliği; ülkemiz için tek sağlık yaklaşımının uygulama alanı olarak insan, hayvan ve çevre sağlığı ile gıda güvencesini garanti altına alan bir kavram olarak değerlendirilmelidir.