6 Şubat 2023 günü Türkiye tarihinin en büyük afeti yaşandı. Yaşanan travmanın boyutlarını ve etkisinin ne şiddette olacağını kestirmek pek de mümkün değil. Can kayıpları ve yaralanmalar, barınma ve temel fizyolojik ihtiyaçların karşılanması en acil sorunlar olarak öne çıkıyor. Erken dönemde ruhsal olarak da şok ve inkâr mekanizmaları ön planda olduğu için milyonlarca insan şaşkınlık ve kafa karışıklığı dışında bir şey hissedemez olabiliyor. Birkaç hafta içinde can kayıpları netleşip, cenazeler ve vedalaşmalar gerçekleşince, yaralar ve kayıplarla yüzleşme zorunluluğu daha da bir artıyor. O zaman da öfke ve çaresizlik çok daha fazla artabiliyor. Öfke kimi zaman kadere ve Allah’a, kimi zaman müteahhitlere ve inşaatlardan sorumlu kimselere, kimi zaman siyasilere, kimi zaman da kişinin kendisine yönelebiliyor. İnsanlarda hayatta kalmak ve bir şey yapamamak bile bir suçluluk duygusu ortaya çıkarabiliyor. Aile bireyleri, arkadaşların kaybı bir yandan, ev, mahalle, şehirle ilgili anıların da yitimi, bir de geleceğe dair hayallerin kaybı her yönden yas süreçlerini tetikliyor. Travma sürecinde pek çok duygu normal ve sağlıklı olsa da, bir türlü yatışmayan duygular ve eklenen ek psikiyatrik belirtiler –yaşanması gereken- sağlıklı yas sürecini bozabiliyor. Sağlıksız, ikincil travma yaratan süreçler tetiklenebiliyor.
Bakım verenler kendilerine dikkat etmeli. Çocuklar özellikle en güvendikleri yakınlarının neler yaşadıklarını çok önemserler ve merakla izlerler. Bu nedenle hayatta kalan yakınların sağlıklı ve güvenli olduklarını bilmek ve onlara yakın olmak en temel ihtiyaçları olur. Anne, baba ya da bakım verenin duyguları ve davranışları zamanla çocuk tarafından içselleştirilebilir. Çocukların ruh sağlığı açısından en öncelikli tedbirlerden biri bakım vericilerin kendilerine fiziksel ve ruhsal açıdan iyi bakabilmeleri ve destek almayı ihmal etmemeleridir. Bakım vericiler de –çocukların yanlarında- duygularını ağlayarak, söze dökerek gösterebilir. Hiçbir şey olmamış gibi davranmaları çok daha kafa karıştırıcı ve güven kırıcı da olabilir. Önemli olan uygun düzeylerde duygu ifadesi yapabilmektir.
Çocukların rutinlerine dönebilmeleri ve akranları arasında olabilmeleri sağlanmalı. Çocukların fiziksel ihtiyaçları (yemek, su, barınma, vb.), güvenlik ihtiyaçları (sevdikleri, tanıdıkları bireylerle olmak ya da güvenlik sağlayan doktor, hemşire, öğretmen vb. kişilerin desteği) sağlanması ruh sağlığının da temel koşulları sayılabilir. Bu koşullar sağlanabilirse, ruh sağlığının temini ve devamı açısından en önemli öncelik günlük hayatın rutinlerine hızla geri dönebilmek ve akranlar arasında olabilmektir. Okulların rutin eğitim düzenine dönebilmeleri bu nedenle elzemdir.
Fiziksel yakınlık önemlidir. Deprem anında yalnız olan çocuklarda ve diğer artçı şoklara yalnız yakalanan çocuklarda anksiyete ve panik daha da fazla olmaktadır. Deprem sonrası özellikle ilk birkaç aylık dönemde fiziksel yakınlık, sarılma, daha uzun birlikte zaman geçirme koruyucu olacaktır.
Sağlıklı bilgilendirme çok değerlidir. Yaşanan süreci çocuklarla konuşurken sakin, tutarlı, gerçek bilgiler üzerine kurulu bir iletişim gerekir. Soruları bastırılmamalı, geçiştirilmemelidir. Yalan söylemek, tutulamayacak sözler vermek, onu teselli etme amacıyla boş sözler söylemek, kayıp yaşayan bir çocuğa cennet, cehennem vb. bilinmezler hakkında kafa karıştırıcı telkinler vermek sakıncalıdır.
Çocuğun yaşına göre yaklaşım gerekir. Cenazeye katılım genellikle çocuklar açısından da uygundur. Yakınlarıyla vedalaşma ve yası daha sağlıklı yaşama açısından önerilir. Ancak aşırı duygusal tepkiler veren (ör, kendini yırtan, parçalayan, kendine zarar vermeye kalkan vb.) bireylere şahit olmak ya da yaralı bedenleri görmek, özellikle de ergenlik öncesi dönemdeki çocuklar için örseleyicidir.
Duyguların ifade edilmesi bastırılmamalıdır. Bir çocuğa “Sen erkek adamsın, erkek adam ağlar mı hiç?” demek, “Ailene artık sen bakacaksın” diye aşırı duygusal yükler yüklemek, “Güçlü olmak zorundasın” diyerek yasın yaşanmasını engellemek uzun süreli psikiyatrik sorunlara yol açabilir.
Öfke dilini azaltıp, dayanışma dilini artırmalıyız. Yaşamın her döneminde karşımıza çıkan her travma ve yüzleşmez zorunda kaldığımız stres etmenleri, kayıplar bizde psikolojik savunma mekanizmalarını tetikler. Bazıları matür/sağlıklı mekanizmalardır. Bazıları ise immatür/sağlıksız savunmalardır. Örneğin, yardımlaşma (altruizm), tedbirleri hayata geçirme (antisipasyon) sağlıklı iken, öfke ile kendine ya da başkalarına zarar verme sağlıksızdır. Bu nedenle yapıcı ve onarıcı dili ve eylemleri desteklemeliyiz. Öfkeyi sözlerle ifade ederek, yapıcı, geliştirici bir motivasyona dönüştürebilmeliyiz.
Medyanın rolü önemli. TV, internet vb. medya araçları fiziksel ve ruhsal ihtiyaçların giderilmesi için doğru bireylere ve zamanında bilgi ve yardım ulaşabilmesi için çok değerlidir. Travmanın insani boyutu yansıtılırken aşırı dramatize müzikler ve görüntüler kullanmak, kişilerin özel görüntü ve bilgilerini paylaşmak, bireyleri ayrıştırıcı ve öfkeye davet edici haber yapmak, provoke edici ve doğruluğu kanıtlanmamış haberleri paylaşmak hem birey hem de toplum ruh sağlığı açısından aşırı tehlikelidir.
Psikiyatrik yardım gerekli olan durumları fark etmeliyiz. Bazı çocuklar depremden biraz daha fazla etkilenmektedir. Travma sonrası hemen her bireyde yaşanabilen korku, kaygı, çaresizlik, öfke, kafa karışıklığı, hissizleşme gibi duygusal tepkiler depremden birkaç hafta sonra bile artarak devam ediyorsa travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) söz konusu olabilir. TSSB, deprem anının tekrar tekrar yaşanması ve zihinden atılamaması, kapalı alanlara girememe, uyku sorunları, kabuslar, öfke, depresif belirtiler, hayaller görme, aşırı unutkanlık vb. çok farklı şekillerde kendini gösterebilir. Pek çok çocukta da gerileme (regresyon) yani yaşından küçük davranmaya başlama da sık görülen tepkiler arasındadır. Örneğin, parmak emmeye başlama, altını ıslatma, kekeleme, anneden ayrılamama, okula gitmek istememe, yalnız yatamama vb. gelişebilir. Öte yandan, bireylerde önceden var olan ve eşik altı seyreden psikiyatrik bozukluklar travma ile birlikte eşik üstüne çıkabilir. Örneğin, depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu, bipolar bozukluk vb. şiddetlenebilir. Çocuklarda nörogelişimsel bozukluk (dikkat, öğrenme bozuklukları, otizm spektrumu vb.) belirtileri artış gösterebilir.
Deprem sonrası ilk birkaç hafta şok ve kafa karışıklılığı devam eder. Sonrasında zamanla öfke, çaresizlik ön olana geçer. Birinci aydan itibaren de depresif duyguların eşlik ettiği kabullenme sürecine geçiş olur. Pek çok bireyde bu depresif süreç aylarca hatta yıllarca sürebilir. Medyanın depreme ilgisi azalır. İlk dönem kahramanları ve yardımseverler git gide ortamdan çekilir. Bireyler kayıp ve yoksunluklarıyla baş başa kalabilirler. Psikososyal destek ihtiyacının en çok arttığı dönem de bu depresif yakınmaların şiddetlendiği, travma sonrası 1-6 aylık dönemdir. Bu süreçte ruh sağlığı açısından belirleyici olan bireysel/ailesel biyolojik, psikolojik ve sosyal sağlıklı/sağlıksız altyapı ve uygun psikososyal destek sistemlerinin ulaşılabilirliğidir.
Ölüm durumuyla karşılaşan çocuğa nasıl yaklaşalım? Farklı gelişimsel dönemdeki çocukların ölümün anlamına ilişkin kavramsal anlayışları farklıdır. Yasın görünümü ve sonuçları, çocuğun ölüm anında ölümle ilgili kavramların gelişimine bağlıdır. 2-2,5 yaşındaki çocukların ölümle ilgili fikirleri çok belirsizdir. Buna karşılık iki yaşından küçük bebekler ise ölümle ilgili herhangi bir kavramı anlayamazlar. 5-6 yaşından küçük çocuklar için ölüm gündelik hayatta var olan birinin artık orada olmaması kadar basit bir anlama gelmektedir. 6-10 yaş arasındaki dönemde yer alan çocuklar zamanla ölümün geri dönülmez oluşu ve tüm yaşam işlevlerinin durduğunu anlamaya başlarlar. Yedi yaş civarında ölümün engellenemez ve evrensel bir olgu olduğu artık kavranmaya başlanır. Ölümün nedenlerine ilişkin düşünceleri somut düzeydedir. Sihirli öğeler hala düşüncenin parçası olmaya devam eder. Ölülerin yaşayanları gördüğünü ya da işittiğini var sayarlar ve bunun bir sonucu olarak öleni memnun etmek için çabalarlar. 10 yaşından sonra çocuğun ölüm kavramı giderek daha somut hâle gelir ve bir kayıp olgusunun uzun vadedeki sonuçlarını daha iyi görebilirler.
Bir yakınını kaybeden ve yas yaşayan ergene yaklaşımda nelere dikkat etmeliyiz?
Ölüm sonrası yas tepkisi şok, inkâr, pazarlık, öfke, çaresizlik, depresyon ve kabullenme gibi aşamalarla seyreder. Anî ölümlerde inkâr duygusu daha uzun süre yaşanabilir. Öfke duygusu daha yoğun olabilir. Kaygı belirtileri ön plana çıkabilir. Bir çocuğunu, kardeşi, anne/babayı kaybetmek çok daha acı verici olabilir. Bireyin günlük yaşantısı, rutin davranışları doğrudan etkilenir ve ölüm sonrası yaşanan yoksunluklar belirgin olabilir. Kaygı yaratan durumlara karşı tahammül düzeyi düşük bir ergen bir kayıp yaşadığında bayılma, duygusal çözünme gibi yoğun kaygılı tepkiler ortaya koyabilir. Tüm duygularını dışsallaştırma çabası içindeki obsesif kişiliğe sahip bir ergen ölüm sonrası beklenmedik ölçüde sakin ve duyarsızmış gibi görünebilir. Dürtü kontrol sorunları yaşayan bir ergen ise öfkesini diğer bireylere yöneltme eğilimi gösterebilir. En önemli noktalardan bir diğeri de kayıp sonrasında yalnız olmadığını hissetmektir. Benzer duyguları yaşayan ve paylaşan bir birey ergenin acısını hafifletebilir ve uyumunu kolaylaştırabilir. Ölüm sonrası yaşadığı yoksunlukların telafi edilebileceğini bilmek depresyon tepkisini hafifletir. Arkadaşlar, aile bireyleri, gerekirse profesyonel yardım destekleyici olabilir.
Ölümle ilgili konuşurken nelere dikkat edelim?
Açık ve dürüst iletişim
Yaşa uygun açıklamalar yapın
Soyut açıklamalardan uzak durun
Yalan ya da yanıltıcı açıklamalar yapmayın (ör, “seyahate gitti” gibi)
Sorularına ve bu konuda konuşmasına izin verin
Fotoğraf albümlerine bakın
Çocukların mezarı ziyaret etmeleri sağlayın
Çocuğun cenaze törenine katılmasına izin verin
Kendi duygularınızı saklamayın
Gereksiz ayrılıkları önleyin
Çocuklarla ana babalarına veya kendilerine bir şey olacağına ilişkin kaygıları ve suçluluk duyguları hakkında konuşun
Ölüm gerçeğiyle ilk kez karşılaşacak olan çocuk açısından, durumu anlatacak kişinin davranışı çok önemlidir. Anlatan kişi sakin olduğu zaman, çocuk bunun sakin karşılanması gerektiğini anlar ve onu model olarak kabul eder. Dolayısıyla anlatış tarzının önemli olduğunu bilmek ve bunu uygulayabilmek çocuğun ölümü sükûnetle karşılamasına yardımcı olur. Yani söyleme tarzınız söyleyecekleriniz kadar önemlidir.
Çocukla ölümü konuşmak, konuşmaktan çok dinlemeyi içerir.
Bir konu hakkında aşırı susmak ve soruları geçiştirmek, merakı ve dolayısıyla kaygıyı arttırır. Hele konu ölüm olunca en hassas alan kaygıdır. Amaç, çocuğu aşırı ayrıntıya girmeden aydınlatırken kaygı uyandırmaktan kaçınmak olmalıdır.
Ölüm haberini çocuğa sevdiği, güvendiği ve kendisine en yakın hissettiği kişi vermelidir. Ebeveynden birinin ölümü halinde; bu kişinin diğer ebeveyn olması en uygun olanıdır.
Bir yakınını kaybeden çocuğun hayatındaki en önemli değişiklik, ölen kişinin artık olmamasının yanında çocuğun hayata dair güvenlik endişesi duygusudur. Çocuk anne babasının her zaman yanında olacağına dair inancını yitirmiş ve bir gün kendisinin de öleceği gibi yepyeni bir düşünceyle tanışmıştır. “Siz de mi öleceksiniz, ben de mi öleceğim?” bu dönemde çocukların sıklıkla sordukları sorulardır. Bu sorulara “Bir gün hepimiz öleceğiz ancak senin ve bizim için önümüzde uzun bir yaşam var, şimdi, burada, birlikte ve güvendeyiz” düşüncesine yardımcı olacak, açık ve güven verecek yanıtlar verilmesi önemlidir.
Çocuk duygusal desteğin yanı sıra fiziksel olarak da bir yakınlığa ihtiyaç duyar, çocuğa sarılmak, elini tutmak ve yanında olmak çok önemlidir. Bir yakınını kaybeden çocuk öfke, saldırganlık, bebeksi tavırlar vb. gösterebilir. Bu durumun geçici bir durum olduğu bilinmeli, çocuğa karşı anlayışlı ve sabırlı davranılmalıdır. Çocuğun yaşadığı üzüntüyü oyun oynama, resim yapma, spor gibi etkinliklerle dışa vurmasına olanak sağlanmalıdır.
Duygularını ifade etmek isterlerse bunu destekleyen bir ortam sağlanmalıdır. Çocuk ebeveynin ölümünün ardından konuşmak istemezse zorlanmamalı, ancak öfke, suçluluk, üzüntü gibi duygularını ifade edebileceklerini de bilmelidir. Çocuk bazı düşünce hataları konusunda rahatlatılmaya gereksinim duyabilir. Çocuğa ölümün kimsenin suçu olmadığı mesajı iletilerek onun kontrolünde olan ve olmayan durumların ayrımı yapılmalıdır. İfade etmese de “babam, kötü bir şey yaptığım için öldü”, “ben yaramazlık yaptığım için öldü” gibi sebeplerle yaşadığını anlamlandırmaya çalışabilir.
Sizin inançlarınız ne ise çocuğunuza ölümü o yolla anlatabilirsiniz. Çocuğa “öldükten sonra tam olarak ne olduğunu bilmiyorum çünkü hiç kimse ölüp geri gelmemiştir. Ancak bizim inancımıza göre ben şuna inanıyorum….” diye açıklamada bulunabilirsiniz. Ölümü uykuya benzeterek anlatmak, özellikle küçük çocuklarda uykuda kendisinin de ölebileceği fikrinin gelişmesine ve bunun sonucunda uyku problemleri yaşamasına neden olabilir. Anne-babasının da uyuması halinde huzursuz olabilirler. Ölümü uzun yolculuğa benzetmek, hasta olduğu için ya da yaşlı olduğu için açıklamalar yapmak, çocuğun yolculuklardan, hastalıklardan ve yaşlanmaktan korkmasına neden olabilir. “Baban veya annen seni şu an yukarıdan izliyor, seni görüyor” denilerek zaten ayrılması zor olan süreçte babanın hala canlıymış gibi, çocukları tepeden izliyormuş gibi gösterilmesi çocuklarda ayrı bir tedirginliğe yol açabilmektedir.
Bir çocuğun cenaze törenine katılımı 7 yaşından itibaren olmak kaydıyla kendi isteği doğrultusunda olabilir. Cenaze törenleri ve anma toplantıları ölüm olayını kabullenmemizi sağlar. Törene katılım, ölümü algılama, ölüm duygusunu paylaşarak hafifletme açısından onaylanabilir. Çocuğa törende görebilecekleri konusunda somut içerikli bir ön bilgi verilmelidir. Cenazede ağlayanlar ve hüzünlerini belirtenler olacağı anlatılmalıdır. Çocuğunuza törende yaşanılacaklar hakkında ayrıntılı bilgi verdikten sonra, katılıp, katılmayacağını sorun. Ancak çocuk bilgi verilmesine rağmen korkuyorsa ve törene katılmak istemiyorsa zorlamamak gerekir. Eğer çocuk cenaze törenine katılacak ise ona destek olabilecek, neler olduğunu anlatabilecek gerektiğinde onu ortamdan uzaklaştırabilecek güvenilir bir yetişkin eşlik etmelidir. Aşırılıkların (dövünme, çığlık atma, mitingler) olduğu cenaze merasimlerine çocukların katılmaması uygun olacaktır.
Yas süreci bitiminde ve bayram önceleri geleneksel olarak mezar ziyareti yapılması ölümün kabulü kolaylaştırır. Yas sürecinden sonra kaybımızı hatırlamak son derece sağlıklıdır. Bu nedenle, kaybedilen ebeveyne dair fotoğraflar, eşyalar, anılar hemen ortadan kaldırılmaya çalışılmamalıdır. Ailenin kaybedilen kişiyi hatırlayabileceği bir anı köşesi, anma günü, fotoğraflar, hatıralar hep olmalıdır. Evdeki alışılmış düzenin korunmasına özen gösterilmelidir. Evdeki kurallar, uyku ve yemek saatleri gibi düzen aynı kalmalıdır. Başka yere taşınma, başka bir okula gitme gibi önemli değişiklikler çok zorunlu olmadıkça ertelenmelidir.
Depresyon genellikle sevilen kişinin ölümü gibi önemli kayıpların ardından görülür. İçe kapanma, dikkat eksikliği, isteksizlik, uyku ve beslenme bozuklukları, üzüntü, sıklıkla ağlama gibi belirtilerin 2 hafta boyunca yaklaşık her gün sergilenmesi, ölen kişinin yanına gitmek isteğini çok sık vurgulaması, okul başarısında ani düşüş olması ve okula devam etmeyi reddetmesi, vb. durumlarda psikiyatrik destek gerekli olur.
Bir ebeveynini kaybetmiş çocuğun sevgi ve güven ihtiyacını karşılarken yine de bazı sınırlara dikkat etmek gerekir. Çocuk çok büyük acılar yaşamış olabilir; buna rağmen iyi ve doğru ahlaki normlar verme, iyi insani özellikleri kazandırma kaygısıyla büyütülmeli, disiplin konusu ileri bir tarihe ertelenmemelidir. Çocuğa acımak, ona karşı suçlu hissetmek vb. nedenlerle çocuğa gereksiz tavizler vermek ve sınırları ihmal etmek de çocuğa zararlıdır. Ölüm olayı sonrasında aile, genellikle büyüklerinin yanına taşınmakta, iç içe veya yakın yaşanmaktadırlar. Çocuğa aile büyükleri tarafından farklı tutumların sergilenmesi, aşırı koruyuculuk ve kollamanın ön plana çıkması ve sorumlulukların göz ardı edilmesi zarar verici olabilir.
Kaynaklar
- www.cocukhayat.com (Prof. Dr. Koray Karabekiroğlu web sitesi
- Türk Psikologlar Derneği Yayınları
- Yas Danışmanlığı. Özgür Erdur-Baker ve İdil Aksöz-Efe (Anı Yayıncılık)