ATATÜRK’ÜN MİRASI İSE HATAY’LI TÜRKİYE CUMHURİYETİ
Peygamberimiz (asr), Allah’ın O’na verdiği Kur’an’ı bütün insanlara tebliğ etme görevini Kevser Suresi’nde kendisine söylendiği gibi canı pahasına ve kendini feda /kurban edercesine 23 yılda yerine getirme çabasında olmuştur.
Kevser-1. Ya Muhammed! Biz Sana Kevser’i /Kur’an’ı ve bolca nimet ve mutluluk dolu bir hayat verdik, şanını yücelttik. 2. Şimdi Sen, tüm bu verdiklerimize karşılık Allah’a yönelik salli faaliyetine (Allah’ın bildirdikleri yolunda olmana ve Allah’a ve yaratılanlara hizmet etme çabana) devam et ve kendini kurban /feda edercesine Rabbine ada /venhar /her şeyinle O’na yönelip Sen de O’nun şanını yücelt. 3. Hiç kuşkun olmasın ki, asıl ebter /nesli kesilecek olan, Sana bu çirkin sözleri söyleyen ve kin besleyenin ta kendisi olacaktır.
İşte Hz. Muhammed’in canı pahasına tebliğ ettiği Kur’an, Allah’ın biz insanlara tutunacağımız tek kitap olarak emanet edilmiştir;
Al-i İmran-103. Birlik halinde Allah’ın ipine /tek ilâhlı İslâm dinine ve son kılavuz ders kitabı /davet kitabı olan Kur’an’a, dolayısıyla Allah’ın tek dini demek olan muhkem kurallara sımsıkı sarılın ve bu konuda anlaşmazlıklara saplanıp gruplara bölünmeyin.
Daha sonra da Allah, Kur’an’ı Peygamberimiz’in (asr) mirası olarak bizlere bıraktığını Fatır-32. ayetinde belirtmiştir:
Fatır-32. Ya Muhammed! Senden sonra da Kur’an’ı, İslâm’ın temsilcileri olarak siz seçilmiş olan ümmetindeki bütün insanlara miras bırakmışızdır. Fakat Kur’an’daki buyruklarımızı bilmelerine rağmen, kimi yanlış yola sapıp kendi nefslerine zulmedecekler, kimi orta yolu tutacak, kimi de Allah’ın izniyle en iyisini yapmada örnek olacaklardır. İşte Allah’ın en büyük lütfu bunlara olacaktır.
Bizlere düşen görev, Hz. Muhammed’in mirası olan Kur’an’a sahip çıkmak, anlayarak okuyup, muhkem /değişmez ana kurallar denilen ve Allah’ın tek dini olan İslam Dini demek olan bu kurallara göre yaşama çabasında olmaktır.
Bu arada, Kur’an’da ikinci grup olan Müteşabih mesajların ise zaman ve toplumlara göre değişken, yani çok seçenekli özellikte olduğunu benimsemektir.
Bunun için de Kur’an’ın bir meslek kitabı olmadığını, bir meslek grubuna değil, anlayarak okumak üzere bütün insanlara Peygamber aracılığı ile indirilip, tebliğ edildiğini bilmek ve bir meslek grubunun istismarından kurtarmak gerekmektedir.
Çünkü Kur’an, her seviye ve kapasitedeki insanların anlayabileceği açıklıkta ve kolaylıkta olduğunu, bunun yanında mutlaka aklı kullanmanın da önemi defalarca vurgulanmıştır. Sonuç olarak her kişi Kur’an’dan anladığı kendi doğrusundan sorgulanacak, kim olursa olsun başkasınınkinden değil.
Kamer-17. Gerçek şu ki, Biz, zikri /Kur’an’ı insanlar anlayıp düşünsünler ve öğüt alsınlar diye kolaylaştırdık, o halde Onu anlayıp, düşünüp benimseyecek yok mu?
Bu nedenle hiç kimse bir başkasını, bir doğruya zorlayamaz, imanını değerlendiremez. Yoksa şirk hatasını işler.
Hz. Muhammed, toplumda özel kişilik yapısı ve her yönden olumlu ahlâkı ile örnek bir insandı. Kur’an öncesi olan farklı ahlâkı Kur’an ile iyice pekişmiş ve güzel ahlâk örnekliği O’na bir görev olarak da verilmiştir.
Duha-11. Ve Rabbinin verdiği nimeti /peygamberlik görevin gereği Kur’an’ı sözle ilet /tebliğ et ve bildirilenlere uygun davranışlarınla da Kur’an’ın doğruluğunu göster /örnek ol!
Ahzab-21. Gerçek şu ki! Peygamberde, ahiret günü Allah’ın huzurunda toplanmak üzere dönüleceğine iman eden ve Allah‘ı sıkça anarak rızası için çabalayanlarınızın örnek alacakları salih /Allah ile yapılan anlaşmaya sadakat, 5 gaybe iman etme ve muhkem hükümlere uygun olumlu ameller gerçekleştirmeye ilişkin güzel örnekler vardır.
Bu nedenle de Peygamberin ahlâkını anlamak için Kur’an’ı anlayarak okumamız gerekir. Çünkü Peygamberimizin ahlâkı demek, Kur’an ahlâkı demektir.
Kur’an’da olup bugüne kadar farklı bir anlam verilip asıl anlamı hasır altı edilen bir kelime “Salât” kelimesi olmuştur.
“Salât” kelimesi iniş sırasında 3. sırada olan Müzzemmil suresinin 20. ayetinde ilk defa kullanılmaya başlanmıştır.
Müzzemmil-20…Vaktiniz elverdikçe ve zorlanmayacak şekilde, fırsat buldukça Kur’an’ı anlayarak, düşüne düşüne okuyun, öğrenin ve öğretin, salâtı (yani birlik bilincini oluşturma yanında dayanışma ve yardımlaşma toplantı ve faaliyetlerinizi) kurumsallaştırarak (Vakıf, dernek vs. şeklinde) uygulamayı devam ettirin ve muhtaçların ihtiyacını gidermek üzere zekâtı verin, böylece de bu iyi ve güzel davranışlarınızla Allah’tan alacaklı olun.
Kur’an’da çoğunlukla salât kelimesi, zekât kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır, ki bu ikili ifade, “Birlik bilinci oluşturma ve Sosyal yardımlaşma faaliyetleri ve bunları maddî olarak destekleme (zekât)” anlamında olmaktadırlar. Ancak temel salât uygulaması, birlik bilincini oluşturmak, sosyal dayanışma ve yardımlaşma için bir araya gelmek yanında, ayrıca ek olarak uygunsa Kur’an’ı anlamak üzere çalışmak ve yine uygunluk varsa Namaz kılmak şeklinde 1-2 veya 3 aşamalı olabilen bir faaliyet demektir.
Hz. Musa ve Hz. İsa’ya da yapmaları istenen ilk uygulamalardan biri yine salât olmuştur (A’raf-170, Meryem-31).
A’raf-170. Kitabın /Tevrat’ın gerçeğine sımsıkı sarılanları ve salâtı uygulayanları, kuşkusuz yaptıkları yararlı / toplumsal salih işlerden dolayı karşılıksız bırakmayacağız.
Meryem-30. Bu arada, Hz. İsa’ya peygamberlik bildirilince halka şöyle tebliğlerde bulunmaya başladı: “Ben Allah’ın bir kuluyum. Allah Bana kitap vahiy etti ve Beni bir nebi /peygamber olarak gönderdi” 31. “Ve nerede bulunursam bulunayım Beni özel olarak korunmuş kıldı. Yaşadığım sürece de Bana, salâtı ve zekâtı uygulamamı emretti.
Hz. Muhammed’e inananların sayısı arttıkça önce evlerde gizli toplanılırken, sonraları açıkça ve belirlenen bir binada toplanılır olmuştur. Zamanla bu binaya Cami veya Cemevi, yani toplanma yeri denmiştir. Buradaki toplantılar özellikle birlik bilincini oluşturmak, sosyal dayanışma ve ihtiyacı olanlarla yardımlaşma (zekât), sosyal sorunları tartışıp çözümlemek yanında bazen ve fırsat olunca Namaz dediğimiz toplu dua etmeler ve Kur’an öğrenme de eklenmiştir. Müzzemmil-20. ayette Salât önerisi, Kur’an’ı okumadan sonra yer almaktadır.
Allah’ın bütün Peygamberlere önerdiği temel faaliyet olan Salât, İslam’ın ve kurallarını açıklayan Kur’an’ın öğrenilip yayılmasını sağlayacak önemli bir faaliyettir.
Hz. Muhammed’in (asr) de çok önem verdiği bu uygulaması, hem İslâm’ın anlaşılmasını hem de benimsenip yayılmasını sağlamıştır. İşte bu özellikleri engelleme amaçlı kurnazlık, 4 Yahudi Haham ve bir Hristiyan Papaz’ın ilk 3 Kur’an tercümesi ve ilk 14 Kur’an Tefsirinde yaptıkları yanlış tercümelerle Salât uygulaması yerine Namaz konulmuştur.
Halife Osman’dan başlamak üzere salât toplantıları, birlik bilinci oluşturmasız, önce toplu Kur’an eğitimi ve toplu halde Namaz uygulamalarına, Muaviye ile başlamak üzere de sadece toplu halde Namaz kılınan bir araya gelişlere dönüşmüştür.
Halbuki Kur’an, salât uygulamasına öncelik verirken, Namazın da önemini vurgulamıştır. Örneğin A’raf-206, Cin-18, Furkan-64, Hac-26, 77 ve Tövbe-112. ayetlerde namaz kelimesi kıyam, rüku ve secde üçlüsü, ikilisi veya teklisi şeklinde tanımlanmıştır ve salât ile ibad ve ibadet etme kelimelerinden de ayrı kullanılmıştır.
Çünkü namaz, nüsuk diye tanımlanan şekilsel /menasıklı dua ritüellerinden biridir ve En’am-162. ayette, salât kelimesinden ayrı yer almıştır (Nüsuklar: Namaz, Oruç ve Hac). Müzzemmil-20. ayette salât kelimesi ile Kur’an’ı öğrenme ifadesi de ayrı belirtilmişlerdir. Ancak birlik bilincini oluşturma, sosyal yardımlaşma toplantılarına katılma ve bu toplumsal faaliyetler için toplanma sırasında bazen ek olarak namaz kılınmış ve /veya Kur’an’ı anlamak eğitimi de yapılmıştır.
Salât kelimesi, Sayın Hakkı Yılmaz ve Mustafa Sağ’ın mealleri dışındaki bütün meallerde her nerede bu kelime geçmişse hemen sadece “namaz” anlamında kullanılmıştır. Yani asırlar önce düşülen tuzağa yine düşülmüş ve yanlış tercüme devam ettirilmiştir.
Bu kullanılış ise, tüm meallerde tek ve dar anlamıyla olan namaz kelimesi şeklinde 190 defa geçmesi nedeniyle, namazın sanki ilk ibad ve ibadet etme yöntemi olduğu yanılgısına neden olmuş ve halen olmaktadır. Böylece de asırlardır Salât uygulaması tamamen unutturulmuştur.
Ankebud-45. Ayette ise aşırılık ve yanlışlıklardan koruyanın Namaz değil, salât olduğu belirtilmiştir.
Ankebud-45. Ya Muhammed! Kitaptan Sana vahyedileni oku, salâtı yerine getir. Çünkü salât, insanı aşırılıktan ve inkâr ile yanlış amellerden alıkoyar ve her şeyden çok önemli olan Allah’ı her an anmanın /zikretmenin gerekliliğini pekiştirir. (…. innes salate tenha ‘anil fahşai vel münkeri).
“Her abartıda bir bit yeniği vardır” ata sözüne uygun olarak, zamanla Namaz uygulamasında da “Namaz günah silici” şeklinde şirk koşma vasıtası bile yapılmış ve Hz. Muhammed adına “Hadis” denilerek sözler de atfedilmiştir. Böylece de insanlar, günah silici namaza aşırı öncelik vermeye yönlenmiş ve kolayca günahlar işlemelerinin önü de açılmıştır.
Bu yanlış uygulamanın, Müslüman Toplumları Kur’an ve Peygamber Ahlâkından uzak kalmalarında önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Tabi Oruç, Hac ve Umre’nin de günah silici olarak yamanmaları da birlikte etkili olmuşlardır. Hatta bilindiği gibi bu şekilsel uygulamalara Zekât da katılmış ve “İslâm’ın şartı 5” şeklinde “beşli kandırma ekibi” yapılmışlardır. Çünkü asırlardır Din, sanki bu beşliyi uygulamakmış ve başka öneriler önemsizmiş gibi insanlar ön yargıya sokulmuşlardır. Bu yaklaşımın Kur’an ve dolayısıyla Peygamber ahlâkını öncelemekten uzaklaştırmada etkin olduğunu da düşünüyorum.
“Ekimussalate” ifadesinin, birlik bilinci oluşturmak ve sosyal dayanışmayı devamlı kılmak üzere Vakıf, Dernek ve Kooperatifler şeklinde yapılandırmak olarak düşünüyorum.
“Salât-ıl Vusta” ifadesi de “Birlik Bilincini oluşturmak üzere Sosyal toplantılarını yerine getirmek + toplu Kur’an Eğitiminde bulunmak ve toplu Namaz kılmak şeklinde 2, bazen de 3 işlemi bir arada yapmak üzere toplanmak demektir diye düşünüyorum.
Sayın Hakkı Yılmaz ve Mustafa Sağ da aynı görüşteler. Keşke böylesi birli, ikili veya üçlü bir araya gelişleri sadece Cuma günleri değil, daha sık ve daha uygun zamanlar olan sabah erken-akşam üstü veya gece vakitlerinde yapsak diyorum.
Allah’ın Kur’an aracılığı ile vurguladığı “salât” denilen Birlik bilincinde olmak ve bu amaçla sık sık toplanılmasını önermesi, Allah’ın tek dini olan İslâm’ın yayılmasını istemesi nedeniyledir. Tabi bunu da biz iman edenlerin başarmamız istenmektedir. Hucurat-13 ve Rum-22. ayetlere bakalım:
Hucurat-13. Ey insanlar! Biz sizi erkek ile dişiden yarattık. Ve anlaşasınız, barış içinde yaşamayı öğrenesiniz diye /sizi sınamak amacıyla, çeşitli soylara ve kabilelere /toplumlara ayırdık. Allah’a göre en seçkininiz, O’na karşı takvası en fazla olanınızdır.
Rum-22. Dahası ve özellikle ilim sahipleri ile tüm insan ırkları için ders alacakları ayetler /deliller, göklerin ve yeryüzünün yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığıdır.
Demek ki Irk, dil ve soy farklı yaratılışın, birer sınav amaçlı olmaktadır.
İnanç yönünden ise insan neslinin ilk yaratılışta bir inançta olduğu, ancak kendi aralarında anlaşmazlıklara düşerek farklı düşman gruplar oluşturduklarına Yunus-19 ve Casiye-17. ayetlerde değinilmiştir.
Yunus-19. Şunu iyice bilin ki,insanlar ilk yaratıldıkları zaman, tek bir ümmet idiler ve hepsi de öncelikle bu konularda tek bir dine bağlıydı ve tek bir Allah’a ibad ve ibadet ediyorlardı. Sonradan anlaşmazlığa düştüler, inanan ve inkâr edenler olarak ayrıldılar.
Casiye-17. Biz İsrailoğullarına birer emir olan kurallarımızı apaçık ve anlaşılır bir şekilde verdik. Ancak bunları farklı yorumladılar, kendi aralarındaki çekişmeleri alet ederek ihtilaflara düştüler ve gruplara ayrıştılar. Şüpheniz olmasın ki Rabbin, farklı gruplar oluşturdukları konulara ilişkin gerçekleri, kıyamet günü onlara gösterecek ve değerlendirme yapıp hesabını soracaktır.
Bakara-208. Ayette de dinse anlaşmazlık temelli düşman gruplaşmaların birer şeytan faaliyeti olduğuna dikkat çekilmiştir.
Bakara-208. Ey şirk koşmadan tek Allah’a iman etmiş toplumlar! Hep beraber barış içinde olun. Sizi düşmanlarmış gibi birbirinize düşürmek için uğraşan şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü sizin apaçık düşmanınız odur.
Hatta En’am-65. Ayet ile dinsel anlaşmazlık temelli düşman gruplar oluşturmanın, azap gibi bir karşılık olduğu ve En’am-159. ayette de Peygambere bu gibi gruplardan uzak durması önerilmiştir.
En’am-65. De ki: “Allah, gökten /üstünüzden ve yerden /ayaklarınızın altından doğal bir afetle size bir azap göndermeye yahut yine bir çeşit azap olarak sizleri birbirinize düşürüp, farklı görüşlü ve birbirine düşman gruplara /fırkalara /mezheplere ayrıştırmaya gücü yetendir”.
En’am-159. Özellikle de iman edenlerin birbirine düşman parçalara, fırkalara /hiziplere /mezheplere ayrılmalarına ve grup grup oluşlarına uyma ve onlardan uzak dur.
Hz. Muhammed (asr), toplumunun uygulamalarında köklü değişiklikler yapmış ve muhafazakâr davranmamıştır. Gerçekleşen devrimsel yeniden yapılanmalara baktığımızda, hepsinin Kur’an Temelli olduğunu görüyoruz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gerçekleştirmiş olduğu bütün devrimler de Kur’an Temelli olmuştur. Çünkü Atatürk gerek annesinin Kur’an’a olan yakınlığının ve gerekse kendi meraklı kişiliğinin etkisi ile küçük yaştan itibaren başlamak üzere, bir bilim adamı yaklaşımı ile Kur’an’ı anlayarak okumaya ve incelemeye başlamıştır.
Atatürk, Kur’an’ı anlayarak okuyacak kadar Arapça ve Fransızca’ya hakimdi ve gerçekleştirdiği hemen hemen bütün devrimler Kur’an Temelli olmuştur. Bu konuyu Sn. Sedat Şenermen “Atatürk’ün Devrimleri Kur’an Temellidir” ismi ile kitaplaştırmış ve yeni yayınlanmıştır.
Dine yönelik incelemeleri sırasında, ilk Hıristiyan Kilisesi olan Saint Pierre kilisesi ile ilk Cami olan Habibinneccar Camiinin Antakya’da olduğunu ve Antakya’nın tarihsel yönden çok önemli olduğunu belirlemişti.
Dolayısıyla Antakya hem Hıristiyanlık hem de Müslümanlık için Kudüs kadar önemli bir şehirdir ve Hıristiyan toplumu için ikinci Hac yeridir.
Atatürk’ün kafasında Hatay’ın vatan topraklarına katılması konusu her zaman birinci önceliğini korumuştur. Hastalığının ağırlaşmasına aldırmadan Hatay’ın Anavatan’a katılması için yoğun bir çaba göstermiştir. Antakya ve tüm Hatay’ın önemine ilişkin Atatürk şunları söylemiştir:
“Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde kalamaz. Hatay benim şahsî meselemdir. Mutlaka alacağım”
7 Temmuz 1939`da 3711 sayılı kanun ile Hatay, Türkiye`nin bir ili oldu.
Ancak maalesef Mustafa Kemal Atatürk’ün, uğruna sağlığını hiçe saydığı Hatay’ın Anavatan’a katılmasını görmeye ömrü yetmedi.
Görüldüğü gibi Hatay’ın anavatana katılması, Atatürk’ün son arzusuydu ve “HATAY’LI BİR TÜRKİYE CUMHURİYETİ” O’nun bizlere çok önemli ve tek mirası olmuştur.
Bizlere düşen görev de bu mirasa sahip çıkmak ve bu uğurda gereken üstün bir çaba içinde olmaktır.
NOT- NÖVAK Vakfımızın kitaplarının gelirleri ile Eskişehir Tıp Öğrencilerine burs veriyoruz. Özel günlerinizde kitaplardan alır veya hediye ederseniz bize destek olur ve öğrenci sayımız inşallah artar: “DİN VE BEYİN”, “SON DAVET KUR’AN”, “KUR’AN KADINI KORUYOR”, “OKU! Konularına göre Kur’an ayetleri”, “KUR’AN’IN KULU KÖLESİ MEVLȂNA”, “TEVRAT VE İNCİL’DE ÖNCEKİ İSLAM”, “KUR’AN VE SON İSLAM”, “ALLAH İLE ANLAŞMAMIZ VAR”, “ALLAH’TAN ALACAKLI OL”, “ÖZDE DİNDAR, SÖZDE DİNDAR” ve “ALLAH KİMİ SEVER, KİMİ SEVMEZ”