Bilim dünyasında içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda müthiş gelişmelere tanık oluyoruz. Mars’a koloni kurulması, tatile gider gibi uzay seyahati (şu an için ücreti karşılayabilenlere), insana benzeyen robotlar ve daha niceleri. Ama hastalıklar ve depremler, seller gibi doğal afetlere karşı etkin bir gelişme sağlanamıyor.
Orta Çağ’da “Kara Ölüm” olarak adlandırılan veba salgını sonucu, milyonlarca insanın öldüğü tarih sayfalarında kayıtlıdır. Sadece 14. yüzyılda, tahminen 75-200 milyon insanın kaybından bahsedilir. 1665-1666 yıllarında “Büyük Londra Vebası” olarak bilinen salgında İngiltere’de 100.000 kişinin öldüğü kayıtlı. Güncel rakam olarak sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde Covid-19 nedenli ölüm sayısı 160.000. Yani 355 yıl sonra “olduğumuz yerde sayıyoruz”. Daha yakın tarihlere geldiğimizde, 20. yüzyılın başında (1918-1920) A tipi influenza virüsünün (H1N1) yol açtığı İspanyol Gribi salgını ile tüm dünyada kimi kayıtlarda 25 milyon, kimi kayıtlarda 100 milyon insanın öldüğü bildiriliyor. 2009 yılında bir başka H1N1 virüsünün neden olduğu domuz gribi ile ise kayıp sayısı 15 bin civarında. Bu rakamlara bakınca 90 yılda influenza virüsüne karşı bir miktar başarı sağladığımız düşünülebilir. Ancak normal olarak kış aylarında enfeksiyona yol açan etkenler arasında yüzde 10’luk bir insidansla “figüran” olarak rol oynayan yeni koronavirüs, değişime uğrayıp gelişerek “başrolü” kapınca, yine ne kadar çaresiz olduğumuzu gördük. Dünyada Covid-19 nedenli kayıp şu an için en az 700.000; ama dünya pandemi haritasına bakıldığında birçok alandan sağlıklı-gerçekçi bilgi akışı sağlanamadığı anlaşılıyor. Ne kadar sürer, kaç kişinin hayatına mal olur bilinmez. Sonuç olarak, bizler bunca gelişmeye rağmen doğa karşısında ne kadar aciz olduğumuzu bir kere daha öğrendik.
Tüm dünyada aşı ve ilaç gelişmeleri ilgi ile izleniyor. Tedavi için Nasrettin Hoca’nın “ya tutarsa” yaklaşımı ile denenen bazı ilaçların sınırlı etkinliği bulunduğu, bazılarının ise riskleri nedeniyle tercih edilemediği bildiriliyor. Bazen ümit verici haberler yayılıyor ama arkası gelmiyor. Geçtiğimiz günlerde gazetelerde yer alan bir haberde, İsviçre merkezli büyük bir ilaç firmasının aşı çalışmalarında başarısız kaldıkları yönündeki özeleştirisi yer aldı. Cenevre merkezli bir başka firmanın, akciğerlerde koruyucu bir proteini sentezleyerek bir hastaya uyguladığı ve hastanın 4 günde iyileştiği, patent başvurusu yapıp ilacı piyasaya çıkarmak üzere faz çalışmalarına başlayacakları açıklandı. Aslında faz çalışmalarında ne gibi bir başarı sağlayabilecekleri meçhul. Başarılı sonuç alınsa bile hızlandırılmış işlemlerle bile en erken 3-4 yıl sürer pazarlanması. Diğer taraftan, ön bilgilerin aksine son bilgiler Covid-19’un sadece akciğerler değil, tüm organlarda hasara yol açtığı şeklinde. Bu durumda başarı şansı ne olur?
“Derdi veren Allah dermanını da verir”
Ben tüm hastalıkların devasının doğada saklı olduğuna yürekten inanıyorum. Elbette bu kanaate, doğal kaynaklı ilaç bilimi olan “Farmakognozi/Fitoterapi” ailesinin bir ferdi olmama bağlı olarak, bir fanatik yaklaşım sonucu varmadım. Bilimsel araştırmalar, bilhassa bitkisel ekstreler ve etken maddelerin özellikle profilaktik olarak Covid-19’un yayılmasının önlenmesinde etkili olabildiğini gösteriyor. Bu konuda kısa süre önce yayımlanan bir kitapta yer alan makalemizde, fitoterapinin yanı sıra diğer uzman bilim adamları tarafından diğer geleneksel ve tamamlayıcı tıp yaklaşımlarının Covid-19 profilaksi ve tedavisinde olası etkinliği bilimsel araştırma bulgularına dayandırılarak tartışılmıştı (Kantarcı ve Yeşilada, 2020).
İtalya’da, Milano’da yürütülen ve haziran 2020’de yayımlanan ufak çaplı bir klinik çalışmada da bitkisel ürünlerin etkili olabildiği ortaya konuluyor. Covid-19 pozitif hastalarda virüsün virüsler üzerinde etkinliği bilinen bazı ilaçların kısa süreli uygulamaları ile ne derecede yok edilebildiği araştırılmış. Uygulamanın başlangıcı ve 3 günlük uygulama sonucunda alınan tükürük örneklerinde, RT-PCR yöntemi ile virüs mevcudiyeti araştırılmış. Kullanılan ürünler şu şekilde: Benzidamin HCl gargara, “nar/zerdeçal/zencefil” ekstresi içeren bir pastil, Çin Wuhan’da pandemi sırasında yaygın kullanılan bir flavon (Baikalin), okaliptus ekstresi içeren bir ürün, ksantan zamkı taşıyan ağzı nemlendirmek üzere satılan bir ürün. Tüm ürünlerin pozitif hastalarda etkili olduğu görülmüş. Ancak etkinlik oranlarına bakıldığında en yüksek etkinin nar/zerdeçal/zencefil ekstresi içeren pastil ile sağlandığı görülüyor. Bu karışım, hastaların yüzde 91’inde tükürükte Covid-19’u tamamen temizlemiş. İkinci etkili ürün okaliptus ekstresi olmuş (yüzde 90), üçüncüsü baikalin (yüzde 83), dördüncü ksantan gamlı ürün yüzde 75 ve en düşük etki kimyasal etken madde taşıyan gargara ile (yüzde 67,5) sağlanmış.
Bence bu bulgular Covid-19 enfeksiyonunun yayılmasının önlenmesi bakımından son derece önemli. Ülkemizde her gün ortalama 1000 kişide Covid-19 tespit edildiği bildiriliyor. Toplam Covid-19 pozitif hasta sayısı 235.000, yani hastalığın yayılmasında potansiyel şahıslar. Her biri en az 2 kişiye bulaştırsa, 500 bin yeni vaka ve bu artış aritmetik olarak sürerse milyonlarca yeni hasta. Düşünmesi bile korkunç!
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun, bitkilerin gücünü küçümsemekten vazgeçip “maske-kolonya” önerileri ile yetinmek yerine, başını doğal kaynakların bahşettiği olanaklara çevirmesini ümit ediyorum. Bu suretle, en azından yeni Covid-19 vakalarının gelişmesinin önlenmesi mümkün olabilir. Başlıkta yazdığım gibi “Derdi veren Allah dermanını da verir”. İş onu görebilmekte.
“Hiç kimse, görmek istemeyen gözler kadar kör değildir”
İbn-i Sina
KAYNAKLAR
Kantarcı G, Yeşilada E. (2020). COVID-19 enfeksiyonunun profilaksi ve tedavisinde fitoterapinin yeri. Yılmaz N, editör. Yeni Koronavirüsün Tedavisinde ve Önlenmesinde Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp (COVID-19). 1. Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri. [Online ISBN:978-625-401-023-1], p.25-32.
Belcaro G, Cornelli U, Cesarone MR, Faragalli B, Cotellese R, et al. (2020). Decrease in Covid-19 Contagiousness: Virucidals Control the Presence of Covid in Saliva and Salivary Glands. Med Clin Res 5: 1-4.