YÖK tarafından üniversitelere gönderilen 05.06 2022 tarihli “YÖK akademik hareketlilik Projesi” konulu yazı şu cümle ile başlamaktadır;
“2006 yılından sonra kurulan üniversitelerde öğretim üyesi temininde güçlük çekilen programlara destek olmak… “
Burada YÖK tarafından bir soruna çözüm bulma girişimini görmekteyiz. Öncelikle, bu sorun nasıl oluştu bir durum tespiti yapmakta yarar var. Sorunun sebebi bilinir ise, çözüme de oradan gidilebilir. Bazı sorunlar toplumun değişen ve gelişen ihtiyaçları nedeniyle ortaya çıkar. Bazı sorunları ise biz kendimiz oluşturur, sonra da kendi oluşturduğumuz sorunu çözmeye çalışır ve çözebilirsek başladığımız yere dönmüş oluruz. Bu ikinci durum, toplumun enerjisini tüketen, kaynakların verimli kullanımını engelleyen bir süreçtir. Şimdi gelelim yazı konusu sorunumuza;
Toplumun yüksekokul okuma talebini ve hekim ihtiyacını karşılamak üzere, üniversitelerin ve tıp fakültelerinin sayısını artırdık. Bu sayısal artışa karşılık gelecek donanımlı öğretim üyemiz var mı pek bunun hesabını yapmadık. Zamanla bu eksiği tamamlayacağımızı düşündük. Tamamlama yolunda idik aslında. Bilen bilir, akademik kariyer yapmak isteyen uzman hekimler perifer ve yeni kurulan üniversitelerdeki kadrolara talip olurlar. Buralarda en az iki yıl olmak üzere, on yıla kadar hizmet verirler. Bu durum kişinin akademik kariyer yapma isteği ve isteğini yaşadığı büyük şehirlerdeki üniversitelerin kadrolarının dolu olması nedeniyle, mecburen perifer üniversitelerde karşılayabilmesi ile yürüyordu. Ancak sistem ayağına sıkar gibi “Sağlık Bilimleri Üniversitesi” diye bir oluşum ortaya çıkardı. Akademisyen olmak isteyenler, kadro sorunlarını bulundukları kurumda ve şehirde çözmüş oldular. Perifer üniversitelere gitmek için bir neden kalmadı. Bunun bir sonucu olarak;
Şanlıurfa Harran Üniversitesi’nde görev yapan akademisyenlerin ayrılması ile 8′ den fazla bölüm kapandı. Göğüs Cerrahisi, Onkoloji, Hematoloji, Nefroloji, Patoloji, Çocuk Hematolojisi, Çocuk Onkolojisi ve Organ Nakli branşlarında eğitim verecek hoca yok. Kafkas Üniversitesi’nde ise Nöroloji, Psikiyatri, Pediatri tüm yandalları, Çocuk Acil, Çocuk Cerrahisi, İntaniye, Göğüs Cerrahisi, Dermatoloji, Onkoloji ve Dahiliyenin tüm yandalları’nda akademisyen yok. Bu iki üniversitenin hali sorunu barizleştiren örneklerdir. Diğer perifer üniversitelerde de benzer sorunların olduğunu söyleyebiliriz.
Burada sorun yeni kurulmaktan ziyade periferde olmaktır. Şanlıurfa üniversitesi nispeten eski bir üniversite olmasına rağmen hasta hizmeti veren klinik branşlarda akademisyen sorunu yaşarken; Ankara’daki bir sağlık bilimleri üniversitesinde böylesi bir sorun yoktur. Ancak onların da başka bir sorunu vardır. Şöyle ki;
2021-2022 Eğitim-Öğretim yılında, Sağlık Bilimleri Üniversitesi bünyesinde Adana, Bursa, Erzurum, İzmir, Kayseri ve Trabzon’da kurulmuş Tıp Fakülteleri’ne alınan öğrenciler, eğitimlerinin ilk 3 yılını bulundukları ildeki diğer üniversitelerin Tıp Fakülteleri’nde tamamlayacaklar. Çünkü bu üniversitelerin temel tıp bilimlerinde akademisyen eksiklikleri var. Bu üniversiteler halihazırda kurum bünyesinde çalışan klinisyen akademisyenlerin sorununu çözmek için kurulduklarından, öğrenci alacak altyapıyı kurmak sonraya bırakıldı. Bu durumun perifere gidebilecek klinisyen akademisyenleri büyük illerde tuttuğunu söylemiştik ya, önümüzdeki günlerde periferde görev yapan temel tıp bilimleri akademisyenlerin de büyük şehirlere göçüne şahit olabiliriz. Bu süreç perifer üniversitelerin kapısına kilit vurulmasına kadar gidebilir.
Şanlıurfa ve Kars’ta, kamuoyunun bu duruma tepkisi ise “Hastalar il dışına gitmek durumunda kalıyor, ne olacak bu hastaların hali?” şeklinde olmaktadır. Hocası olmayan bir fakülteden mezun olan hekimlerin eksik eğitimlerinin, tali bir sorun olarak bile görüldüğü şüphelidir.
Yazının başında ifade etmeye çalıştığımız gibi YÖK’ün bu soruna bulduğu çözüm “Rotasyondur“. Rotasyon “Yüksek Öğretim” geçmişinde defalarca denenmiş ve istenen başarının sağlanamadığı bir uygulamadır. Zaten adı üstünde geçici bir çözümdür, günü kurtarmaya yöneliktir.
Tekrarlayacak olursam; bazı sorunları kendi elimizle oluşturuyoruz. Sonra bu kendi oluşturduğumuz sorunu çözdüğümüzde en fazlasından başladığımız yere, yani başlangıç noktasına dönmüş ya da ulaşmış oluyoruz. Bulunduğumuz yerde patinaj yapıyoruz, bir adım ileri gidemiyoruz.
Mensubu olduğum Pamukkale Üniversitesi, doğru adreste, doğru zamanda kurulmuş bir üniversite olarak bu sorunlardan uzaktır. Büyükşehrin cazibesi akademisyenleri ilde ve üniversitede tutmak için yeterli gelmektedir. Bu nedenle çok iyi bir tıp eğitimi veriyoruz. Denizli’de bir Sağlık Bilimleri Fakültesi olsa idi, PAÜ’nün temel tıp bilimleri imkanlarını bu fakültenin öğrencileri ile paylaşmak durumunda kalacaktık. Paylaşmak öğrenci başına düşen hoca, laboratuvar ve uygulama imkanlarının paylaşılması yani yetmemesi anlamına gelebilir.
Bilmem ki açık açık anlatabildim mi…
3 yorum
Bülent hocam, elinize, emeğinize sağlık. Daha açık anlatılamazdı. Teşekkürler. Benzer sorunlar üzerinde kafa yorduğumuz ve genellikle aklın yolun bir (elbette çok da olabilir) olduğundan bu yazınızda değindiğiniz bütün hususlara katılıyorum. Ben de akademik hayatına ta Van’da, ülkenin en ucunda 1994 yılında faaliyete geçmiş bir Tıp Fakülte’sinde başladım ve halihazırda Sağlık Bilimleri Üniversitesi Süreyyapaşa Hastanesi’nde devam ediyorum. Sizin bu yazıda bahsettiğiniz hemen her şeyi yaşayarak ilk elden müşahade ettim. Bu tecrübelerimi ve görüşlerimi de bu sitede tıp fakültesi konulu yazılarımda dile getirmeye, kamuoyu ile paylaşamaya çalıştım. (En bilinen ve okunan yazım da;https://www.akademikakil.com/turkiyedeki-tip-fakultelerinin-panoramasi-2021-verileri-isiginda-gozden-gecirilmis-ve-yorumlanmis-yeni-haliyle/irfanyalcinkaya/). Bu makalenize sadece bir katkı yapacağım. Aslında Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ)’nin kuruluş amacı en başta böyle değildi. Amaç Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan ve doçent olan uzmanların profesör olmak için özel ve periferdeki kamu üniversitelerine gitmesini, ayrılmasını önlemekti. Tali amaç da eğitim ve öğretime bir canlılık ve düzen getirmek, çerçeve oluşturmaktı o kadar. Bu da ancak üniversite olmak ve kadro açmakla mümkündü. Ama daha sonra bu iş o kadar ileri boyutlara vardı vardırıldı ki nerde ise eğitim ve araştırma hastanesi olan her ilde tıp fakültesi açmaya, hatta devlet hastanelerini eğitim ve araştırma hastanesine çevirmeye, buralardaki uzmanlara doktor öğretim üyesi kadrosu vermeye, doçentlikte sözlü sınavı kaldırıp doçent olmayı çok kolay hale getirmeye, doçent olan herkesi üniversitede kadroya almaya ve ayrıca doçentlikte 5 yılı dolan herkesi profesör kadrosuna hemen almaya kadar vardırıldı. Tabir-i caizse iş şirazesinden çıktı, öyle yerlere vardı vardırıldı ki artık tutabilene aşkolsun. Hatta Suriye Çobanbeyli’de bile tıp fakültesi açıldı. Perifer eğitim ve araştırma hastanelerinde öğrenci ve asistan eğitimi bile olmadan doktor öğretim üyesi olan o kadar çok uzman var ki bir an önce doçent olmayı bekleyen. Geçenlerde eski Sağlık Bakanı Sn Prof. Dr. Recep Akdağ, “perifer tıp fakültelerinde öğretim üyesi ihtiyacını karşılamak için büyük şehirlerdeki öğretim üyelerinden faydalanılabilir” demişti. Eğer bu sorunu çözmekte kararlı iseler, büyük şehirlerde eğitim ve araştırma hastanelerinde öğrenci eğitimi bile yapmadan oldukları yerde profesör kadrolarına geçen sağlık bilimleri üniversitesi mensuplarından istifade edebilirler, zira onların hepsi kadroya geçerken 2 yıl gösterilen ve ihtiyaç olan yerde çalışmayı taahhüt etmişlerdi. YÖK isterse öncelikle SBÜ’de görev yapan ve daha önce perifer tıp fakültelerinde görev yapmamış olan doçent ve profesör kadrosundaki öğretim üyelerini belirleyerek doğuda ve periferde yeni açılmış üniversitelerde en az 2 yıl görev yaptırabilir. Daha anlatılacak çok şey var ama çok da vakit almamak ve sabrı zorlamamak lazım. Tıp fakülteleri konulu yazılarımda küçük bir kısmına zaten değinmiştim. Dileyenler bu sitedeki o yazılarımdan okuyabilirler. Selamlar
“Amaç Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan ve doçent olan uzmanların profesör olmak için özel ve periferdeki kamu üniversitelerine gitmesini, ayrılmasını önlemekti. ”
Sevgili İrfan hocam, polemiğe girmek istemem ama, sorunumuzun temel kaynağı yukarıdaki amaçtır. Yazımda da belirttiğim gibi bu amaç, kişilerin sorununu çözmüştür. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi birden fazla kamu ve özel tıp fakültesi bulunan illerden bir doçent ya da prof ayrılsa ne olur, ayrılmasa ne olur. Bu akademisyenler lisans eğitiminde zaten yoktular, hizmet ise yerleşik fakülteler tarafından şimdiye kadar nasıl verildi ise öyle verilirdi.
Hem periferde üniversite kuracaksın, hem de merkez illerde kadro genişlemesi yapacaksın, bu olmaz, nasıl deniyordu
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu
selamlar
60 yaşıma merdiven dayadım, 34 yıldır bu mesleğin içindeyim, birkaç el omuz verme dışında yıllardır emekle dişimle tırnağımla bugüne kadar geldim. Ülkeyi, dünyayı, hekimliği ve eğitimi izlemeye, anlamaya, analiz yapmaya, görüş ve önerilerimi paylaşmaya çalışıyorum. Bu ülkede nerede ise Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi herkes haklı, bal tutan parmağını yalıyor ve gücü iktidarı imkanı ele geçiren ne pahasına olursa olsun hedefine varmak istiyor. Bu hedef bazen ülkeye, topluma zarar verme, ehliyet-liyakat-adalet duygularını zedeleme ve dün dediği yaptığı şeylerle çelişme pahasına bile olsa. Haklı olduğunuz yerler, yönler olsa dahi yetkiyi, karar mekanizmalarını ele geçirenler sizi her zaman saf dışı edip yalnızlaştırabiliyor hatta türlü mağduriyet ve mazlumiyetlere uğrayabiliyorsunuz. Ve acı ve gerçek olan da türlü haksızlık ve zulümlere imza atanların dünün mağdur, mahrum ve mazlumlarından çıkması. Ne yazık ki bu 100 yıldır böyle, yakın zamanda da değişeceğe benzemiyor. Belki Z ve diğer kuşaklar bu ülkenin, toplumun ve dünyanın makus talihini değiştirebilir. Biz bir yere kadar gelebildik, getirebildik, Allah ömür verdiği sürece de yola devam, adımız Hıdır olmasa da elimizden gelen bu kadar. Selamlar