Gençler…! Temiz yerde ot bitmezken; pisliklerde ot neden sönmüyor bilemiyorum. Düşününüz..! Düşünmek ve akletmek bir ibadettir. Aklını kullanamayanlar, cehennemde yaşarlar bilesiniz. Geleceğimiz ve sermayemiz sizlersiniz. Dün İslam, sizlerin omuzlarında yükseldi, bugün de sizlerin omuzlarında yükselecektir.
Sizlere dünden daha ağır miras bırakan bizler… sizlerden özür diliyoruz. Biliyorum ki bir bela tünelinde ağır imtihanla karşı karşıyasınız. Türkiye’mizin geleceği ve umudu sizlersiniz. Türkiye’mizi çağdaş uygarlık seviyesine taşıyacak olanlar da sizlersiniz.
Gençler…! Hevâ ve hevese dayalı zannî düzen kurmak yerine, ilmi ve aklî bilice dayalı devlet düzeni kurmalısınız. Aklî bilincinizi sürekli yenilemelisiniz. Kendinizi ve bilincinizi yenilemezseniz, hayatta yenileceğinizi bilmelisiniz. Gençler…! Toplumsal akletmenin (ehlisünnet yönteminin) önünü de açmalısınız. İnsan fıtratına uygun olarak, insanlığın problemlerini ilim ve akıl konsepti üzerinden çözmeniz ancak mümkün olacaktır bilesiniz.
Gençler…! Bugün ki eserler, düşünceden daha sonra geldiğini bilmelisiniz. Bugün ki bütün maddi kültürler, düşüncenin ve tasarımın eserleridirler. Keza bugün teknolojiye sahip olanlar, gücü de ellerine geçirdiler. Düşünceyi ve akletmeyi bloke etmiş toplumlar, bugün çaresizlik içinde kıvranmaktadırlar.
Gücü ellerine geçiren devletler, sömürmek istedikleri toplumları, izledikleri sosyal siyasetle, bu ülkelerde, zorba yöneticiler ve vesayet rejimleri kurarak, baskı ve korkular yayarak, düşünceyi ve akletmeyi güya çeşitli değerleri kutsallaştırarak bloke etmişlerdir. Tarih boyunca bilinir ki köleleştirilmiş toplumlar, üretebileceği fazla bir şey yoktur. Ama bendeniz siz gençlerde güneşi görüyorum…! Güneş belki doğacak, belki de doğmayacak…!
Cennet ile cehennem, Hâbil ile Kâbil gibi iki kardeş olup birbiriyle yaşamaları adeta zorunludur. İnsanoğlu adeta cennet ile cehennemi bünyesinde barındırır. İnsanoğlu diler cenneti, dilerse de cehennemi satın alır. Cennette sende, cehennemde sende bilesiniz. İman, cennet, emniyet ve güven, cehennem, tehlike ve riziko, yani cennet ve cehennem bu kavramlara yüklenen anlamlarla şekillenir.
Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu. Öyle ki insanoğlu melek değildir. Hata eder, günah işler, kan döker, fesat çıkarır ve tövbe de eder.
Onun hamuru kötülük ve iyilik suyuyla adeta yoğrulmuştur. İnsanoğlu melek değildir. Melek gibi görünmek belki daha da tehlikelidir. Öyle ki günah işlemekten kaçınmaktan çok tövbe edememekten korkmak gerekir. Demek ki insanoğlu yüzde elli rizikoyla yaşamaktadır.
Sabahleyin evden çıktığınız zaman akşamleyin belki de evinize dönemeyebilirsiniz. Uçağa bindiğiniz zaman, kim bilir belki de inemeyebilirsiniz. Öyle ki bu tehlikelerin bir kısmının gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şüpheli olmakla birlikte, (hastalık, maluliyet, işsizlik ve kazalar vb) bir kısmının ise gerçekleşeceği şimdilik kesindir. (ihtiyarlık ve ölüm gibi.)
Bu tehlikelerin bazısı bireyin iradesine bağlı iken, (evlenme, çocuk sahibi olma vb) bazısı bireyin iradesinden bağımsız (kaza, ölüm vb) olarak ortaya çıkmaktadır. Tehlike kavramı yakından tahlil edildiğinde insanın ya geçici ya da sürekli olarak gelir kaybı demektir. Yani klasik ifade ile cennet veya cehennemde yaşaması gibidir.
İlk toplumlarda tehlike hem daha basitti, hem de ortaya çıkan tehlikeler önce geniş aile bireylerinin desteği ile paylaşılır sonra da akraba veya komşuluk ilişkilerine dayanan inanç ve kültür yapıları gereği ihtiyaç topluca giderilirdi. Bu tehlikelerle mücâdele ya tehlikenin bizzat kendisiyle ya da tehlikenin sonuçlarıyla yapılırdı.
Ferdin, toplumun ve devletin ezelden beri devam eden ve gittikçe gelişen mücâdelesi tehlikeleri yok etmeye, tehlikesiz bir dünya oluşturmaya yetmemiştir. İnsanoğlunun ferdi ve toplu mücâdelesine rağmen tehlikelerden kurtuluş olmadığını görmesi, aldığı her türlü tedbire rağmen tehlikelerin başına gelmeye devam etmesi, onun, tehlikenin sonuçlarıyla mücâdeleye başvurmasını zaruri kılmıştır.
Bu mücâdele şekli de tarihte, birey, toplum veya devlet tarafından gerçekleştirilmiştir. Zaman içerisinde gittikçe yoğunlaşan bu mücâdele teknikleri “tehlike ve sonuçlarına karşı teminat sağlama” sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle tehlikelerden doğabilecek maddî ve mânevî zararlara maruz bireyler, kendi varlıklarını devam ettirme içgüdüsüne dayanan bir korunma iradesiyle, zaman içinde bir takım mücâdele yollarına başvurmuşlardır. Bu mücâdele teknikleri her rizikoya karşı değişebilir ise de, genellikle üç şekilde disipline edilmiştir. Bunlar “korunma”, ” yardım” ve “öngörme”dir.
GENÇLER SICAKDA BİLE ÜŞÜYORUM…! DESENE…! TEHLİKELİ ENFEKSİYON…!
Gençler….! Bazen insan hava sıcak bile olsa üşüyor. Bilesiniz ki geçmişte ve gelecekte yaşamak, sanal âlemde yaşamak kadar tehlikelidir. Geçmişi veya geleceği yaşayarak, sanal ortamda ömrü tüketmek yerine anı yaşayarak üretmek, sorumluluklarınızı yerine getirmek, mutlu olmak yerine tehlikelerle mücadele etmek anın ihtiyaçları vacipken başka şeylerle iştigal etmeye benzer. Zaten hayat da tehlikelerle mücadele etmektir bilesiniz. Hani derler ya temiz yerde ot bitmez, pisliklerde ot sönmez… Ama yine de bilesin ki bir kilo balı bir gram zehir yenilmez kılar.
İnsanoğlu klasik dönem tehlikelerle mücadele yöntemlerinden kolay kolay vaz geçmek istememektedir. Hele bir de bu tekniklere kutsallık atfedilmesinin bunda büyük payı olduğunu düşünüyoruz. Tehlikelerle mücadele yöntemlerinin de gittikçe daha modernleşmesini fark edemediğimizden bugün çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmamızın önünde de bir engel olduğu kanaatindeyiz.
Hâlâ kooperatif teşekküllü klasik dönem geleneksel yapılanmasını mahza doğru kabul etmek, iktisadi gerçeklikten uzak olduğu konunun uzmanlarınca açıktır. Kooperatif teşekküllü sistemle iktisadi yolculuk yapmak, bu tür teşekküllerde üçüncü şahsın olmadığı, teberru maksadının hâkim olduğu iddia edilse bile, bu kooperatif teşekkülünden daha konforlu sayılabilecek anonim şirketler aracıyla iktisadi yolculuk yapılması daha maslahata uygun olacağı tartışma götürmeyecek kadar açıktır.
Bu tür bilimsel ve modern bir iktisadi yolculuk aracıyla, daha konforlu ve maksada uygun bir yolculuk yapılacağı da kuşkusuzdur. Bu tür sistemde üçüncü kişilerin varlığı gerekçesi ileri sürülerek bu sistem mahkûm edilemez. Bu sistemden daha ideal bir sistem de kurulabilir. Ancak bugün ki dünya tecrübeleri bizi şimdilik bu sisteme taşımıştır.
Buradaki primlerin teberru maksatlı olmadığı gerekçesine sığınarak bu sistemi mahkûm etmek daha da abesle iştigaldir. Anonim ortaklıkların ivazlı karekterli olmasını gerekçe göstermek çok da garip kaçmaktadır. Oysa kooperatif teşekküllü yapılanmalarda iştirakçiler tarafından ödenen primlere teberru maksadı yüklemek şekilcilikten başka bir şey değildir. Bu aynen tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar sorusuna verilecek cevap gibidir. Hani derler ya gölge etme başka ihsan istemem var ya.
Az sayıda kişilerden oluşacak bir organizasyon olan kooperatif teşekküllü araçlar, belli dönemlerde ve şimdiki zamanda da belki kısmen bir çözüm metodu olabilir. Ancak iştirakçilerin yüzbinleri aştığı bir toplumda kooperatif teşekküllü araçlarla iktisadi yolculuğa çıkmak, at ve deve ile yolculuğa çıkmaya benzemektedir. Yazıktır, günahtır. İslam dünyasının neden geri kaldığı daha iyi anlaşılmaktadır. Cehaletin tahsilini yapmak geleceğimizi bile karartabiliyor.
Bilindiği üzere insanoğlu gerek maddi gerekse manevi tehlikelerle karşı karşıyadır. Bu bağlamda ahiretin sigortası inanç gereği imandır. Dünyanın sigortası ise sosyal güvenlik sistemidir. Yani tehlikede tevhit olmaktır. Tehlike gerçekleştiği zaman tehlikeye iştirak etmektir. Ben bunu birlikte yaşam ilkesi olarak formüle ediyorum.
Müslüman bir kardeşimiz bir tehlikeye maruz kaldığı zaman onu o tehlike içerisinde yalnız bırakamazsınız. Bu tehlike veya refahı / cennet veya cehennemi, “tehlikede iştirak, nimette taksimat” olarak formüle ediyorum. Kur’an’ın tevhit anlayışı, iman ile ahiretin sigortasını yaptırır, dünyada birlikte yaşamın sigortasını da hem tehlikede tevhit olmakla hem de nimeti adil bölüşmekle ancak gerçekleşebilir.
Dünyada vahyin birlikte yaşam ilkesi yani birlikte yaşamın temel projesi gerçekleşmeden cennet ve cehennem lafızları hamasetten öteye geçemeyeceği açıktır. Hani var ya Fırat ve Dicle nehri kenarında kurt koyuna saldırırsa Ömer’den sorulur’ mesajı “kusursuz sorumluluğun” yani birlikte yaşam projesinin bir sigortası mahiyetindedir. Ah ederek, veya vah ederek teminat sağlanamaz. Günümüzde klasik dönem yardım tekniği de problemlerimizi çözememiştir. Bu teknik insan onurunu zedelemesi ve insanın özgüvenini kırması ona felaket olarak yetmektedir. Bugün hâlâ yardım tekniğini savunmak, ilk dönem toplumlarının kağnı veya hacı murat arabası gibi iktisadi yolculuğu savunmak gibidir. Ancak yardım tekniği günümüzde de kısmen de olsa rizikolara karşı bir tedbir olarak da hâlâ kullanılabilmektedir.
Bugün için daha konforlu akıllı arabalar gibi sosyal güvenlik araçları ile sosyal adalet ancak sağlanabilir ki bugün buna sigorta diyoruz. Bu da bugün için bir öngörü olan daha gelişmiş bir sosyal güvenlik teminatı bir anonim şirket olan sigorta aracıdır. Tabi ki geçmişini bilmeyen geleceğini öngöremez derler. Bu araçla bugün cehennemde yaşayacak olan insanların cehennemine dünyada çare olacak projeler üretmek esastır. Dinin bir gayesi de dünya da saadet ve mutluluk getirmesi ancak bu şekilde sağlanabilir.
Bir toplumun sosyal güvenliği o toplumun modern ve medeni olmasıyla yakından ilişkilidir. Peygamberimiz Medine’de kurduğu sosyal güvenlik ağından dolayı insanlar genellikle fevç fevç İslam’a girmişlerdir. Hem dünyalarını hem de ahiretlerini teminat altına almışlardır. Bugün maalesef sosyal güvenlik şemsiyesi bu toplumda çok iyi anlaşılamamıştır. Aslında Türkiye’mizin kalkınması, insanımızın huzur bulması da sosyal güvenlik ağının ciddi kurulmasına bağlıdır.
Aksi takdirde hamasetten öteye geçemeyeceğiz, kardeşlik ilkesini hâkim kılamayacağız demektir. Konuya daha sonraki yazılarımda aslında detaylı olarak ele almaya çalışacağım. Bu bağlamda katılım finans sistemi ile katılım sigortacılığı ayrı ayrı ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu kadarla şimdilik iktifa ediyorum.
Bugün dünyanın sigortası ile ahiretin sigortasını bile birbirine karıştıran bir milletiz. Tarihten günümüze zaten amel iman meselesi hep tartışılmıştır ve hala da tartışılmaktadır. Bugün sigorta primlerimizi ödesek bile, riziko gerçekleştiği takdirde teminat alamayacağımız açıktır. Cenazemizin kalabalık olması, kaliteli kefen giymek bizleri yanıltmasın. Dünyada ve ahirette cenneti kazanmak tevhit olmaktan geçmektedir.
Sigorta primlerimiz sözde ödense bile teminat dışı kalınacak bir anlayışa sahibiz. İman gerektiren alanlar ile akıl gerektiren alanların karıştığı bir dünyada yaşıyoruz. Bilindiği gibi ilkesel olarak iradi rizikolar teminat dışı kalacaktır. Ancak gayri iradi rizikolar teminat kapsamına alınacaktır. Aksi takdirde kötü niyet belki de korunmuş olacaktır ki hiçbir hukuk sistemi kötü niyeti koruyamaz. Medeni kanunun ikinci maddesi adeta ameller niyetlere göredir hadisinin bir genel norm haline dönüşmüş şeklidir.
Biliyorsunuz ki aklını kullanmayan insanlar ve toplumlar cehennemde yaşarlar. Sigorta en geniş manasıyla, sosyal güvenlik, klasik ifade ile infak kurumu, İslam toplumlarında en fakir ve bakire alanlardan biridir. Ne yazık ki insanimiz cennet ve cehennemi sadece ahirete tahsis etmiştir. Bu durum nasları doğru anlamamaktan kaynaklandığı, Kur’an’ın gönderilme amacının savsaklandığı ve sadece duygusallık ve hamasetle tatmin olunduğu bir anlayışa everilmişiz gibi durmaktadır. Hani derler ya ahirette alırsın. Saygılarımla.