Günümüzde ülkelerin zenginlik ve refah kriterleri olarak gösterilen temel belirleyici; gayrisafi hasıla ve kişi başına düşen milli gelirdir. Her şey planlandığı gibi yürüdüğü zamanlarda ‘bir anlamı’ olan bu kavramlar, durum olağanüstü bir hal aldığında insan ihtiyaçlarını karşılama durumu ortadan kalkmaktadır. Zira gayrisafi hasıla denen şey; ister ‘Yurtiçi’ (GSYH) olsun ister Milli (GSMH) olsun gerçekte bir ‘rakam’dan ibarettir. Karşılığında mal ya da hizmet olmadığında bu ‘rakam’ olağanüstü zamanlarda insan ihtiyaçlarına cevap vermez.
Bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki deprem bölgesindesiniz ve banka hesabınızda ya da elinizde yüklü miktarda para var. Ama siz deprem dolayısıyla sokakta kaldınız ve mevsim de kış… Şartlar gereği aracınıza yakıt da bulamıyorsunuz. Ama yanınızda çanta dolusu dolar var. Ancak bu para o anda hiçbir işe yaramamaktadır. Size lazım olan aracınıza yakıt, sırtınıza ve ayağınıza giyecek, karnınızı doyuracak ekmek ve sığınacağınız güvenli bir mekandır.
Bir de somut örnek verelim. Katar dünyanın kişi başına milli gelir bakımından en üst sıralarında yer alan ülkelerden birisidir. 2017 yılında siyasi nedenlerle bu ülkeye dönük ambargo uygulanmıştı. Neredeyse her şeyini dışarıdan satın alan Katar bir anda açlıkla yüz yüze kaldı. Zira para çok ama üretim yoksa para bir anda işlevsizleşmekte, bir başka deyişle ‘kâğıt’ ya da ‘sanal rakama’ dönüşmektedir. Kapitalizm bankacılık vasıtasıyla buna zemin hazırlamaktadır. Zira konvansiyonel (faizli) bankalar kaydi para adı altında aynı parayı sayısız defa borç verebilmektedir. İslam iktisadı ise bu durumu ‘garar’ olarak isimlendirmekte ve karşılığı o anda olmayan bir mal ya da hizmetin satışı meşru kabul edilmemektedir. Bu durum süreci yavaş ancak sağlıklı işletir.
Buradan çıkaracağımız sonuç; gayri safi hasıla ya da kişi başına düşen milli gelirin hiçbir zaman asıl olmadığıdır. Zira asıl olan üretilmiş mal ya da hizmet anlamına gelen ‘arz’dır. Bu yüzden kapitalist ekonomilerde, ekonominin önemli ölçüde para ya da para merkezli kağıtlara (döviz, faiz, borsa) dayalı olması bünyesinde öngörülemez riskler barındırmaktadır. Kapitalizm buna çare olarak yasal ve kurumsal altyapıyı güçlü tutma gereği hissetmektedir.
Bir başka açıdan değerlendirdiğimizde ekonomide parasal değer değil, iktisadi değer asıldır. Zira parasal değer; bu mala olan talebe göre değişkenlik gösterir. Bu yüzden parasal değerin yüksekliği ya da düşüklüğü itibaridir. Aynı emeğin karşılığı bile olsa, iki ülke paraları arasındaki değer farkları aynı mala birbirinden çok farklı maliyet yükleyebilmektedir. Oysa para emeği temsil eden bir değişim aracı olmalıdır. Para bu yünden de alım-satıma konu olmaz ve alış ve verişi kolaylaştırma amacı dışında kullanılamaz. İşte faiz tam da burada söylenmek istenenin aksini öngörür ve taraflar arasında karşılıksız transferlere yol açar.
Bir mal veya hizmet karşılığı olmadan alınan faiz ya da basılan para sadece bir kâğıttır. Bu anlamda karşılıksız verilen her para (faiz) karşılıksız basılan para gibi ekonomi bakımından sakıncalıdır. Bu durumun devletler nezdinde kurumsallaşması ise belli aralıklarla ekonomik krizlere yol açmaktadır. Bu tür krizler servetin haksız yere bir kişiden diğerine geçmesine neden olmakta, bu da uzun vadede toplumsal barışı zedelemektedir.
“Thomas Aquinas’a göre parayı ve paranın kullanımını ayrı ayrı satma olanağı bulunmamaktadır. Herhangi bir malın bizzat kendisi ile kullanımını ayırmak ve böylece satmak mümkün olmadığına göre kullanım karşılığı bir faiz istemek aslında haksızlık hatta hırsızlık olmaktadır. Çünkü bu aynı şeyi yani kullanımını ve bizzat kendisini iki defa satmak anlamına gelmektedir. Ayrıca Aquinas, zamanın fiyatı olarak faizin talep edilemeyeceğini savunmaktadır. Çünkü zaman bütün insanlar için ortaktır ve Allah’a aittir. Öyleyse bir faiz ödetmek hem hırsızlıktır hem de zamanı insanlara bedava veren Allah’a karşı işlenmiş bir suçtur” (bu kısım alıntıdır)