Ayın konusu “İnsanın Çoğaltma ve Biriktirme Tutkusu” olunca aklıma geldi soru. “HANGİSİ DAHA MASUM? İNSANIN ÇOĞALTMA VE BİRİKTİRME TUTKUSU MU? TASARRUF KÜLTÜRÜ MÜ?” diye.
1920 li yıllar. Dünya II. Dünya Savaşından, Türkiye Kurtuluş Savaşından çıkmış. Dünyada ekonomik kriz var. Türkiye varını yoğunu Kurtuluş Savaşında harcamış. Ülkece tasarruf yapılması gerekli. Yerli malı üretilmeli ve tüketilmeli. Bu amaçla “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti” kurulmuş. Tamda bu dönemde 1928 yılında girer kumbara ülkeye.
Tarihi antik Yunan’a kadar uzanır kumbaranın. Sadece giriş ağzı olan ve içindekilerin çıkması için kırılması gereken toprak kaplardan yapılmıştır ilk kumbaralar. 20. Yüzyılın başında İngiltere’de kullanılmaya başlanmış bugünkü anlamda kumbara. Kilidi anahtarla açılarak içi boşaltıldığı için İngilizce “Breaking Bank” tabiri ile yaşatılmış ki bu deyim bizdeki “kesenin ağzını açmak” halk söyleyişi ile aynı anlama gelmekte.
Kumbara deyince benim aklıma çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımda sahibi olduğum metalik renkli üzerinde kulpu altında anahtar deliği ve ön yüzünce İş Bankası logosu olan madeni kumbara gelir. Cumhuriyetle yaşıt olan İş Bankasının kurumsal değerleri arasında yer alan en önemli olgularından biridir kumbara ve aynı zamanda genç Türkiye Cumhuriyeti’nin önündeki ekonomik reformlarla eş zamanlı olarak, ülke çapında yaygınlaştırılmaya çalışılan tasarruf bilincinin de simgesidir. Hatta öylesine önemlidir ki o tarihe kadar cami mahyalarına reklam içerikli herhangi bir yazı yazılması mümkün değilken, ilk kez tasarrufu özendirmek amacı ile İş Bankası Kumbarası reklamı yazılır cami mahyasına. Madeni Türk paralarının değerli olduğu yıllarda kumbaralarda biriken paraların sahibi her ne kadar çocuklar gibi görünse de Türk toplumunun önemli bir bölümünü oluşturan dar gelirli ailelerin de kara gün dostu olarak bakılır bu birikime. Damlaya damlaya göl olur deyimi de bu yıllardan kalmadır kanımca.
Yukarıda özetlenmeye çalışıldığı gibi tasarruf kültürü önemli bir insanlık erdemidir. Bir ülkenin tüm vatandaşları bu kültüre sahip olduklarında sadece parayı tasarruf etmek değil suyu, elektriği, gıdayı tasarruf etmek de bu kültürün içindedir ve kendi yağı ile kavrulabilen dışa bağımlılığı olmayan kendi kendine yetebilen ülkelerden söz edilir. Özellikle beslenmenin temeli olan tarım ve hayvancılıkta bir zamanlar kendi kendine yetebilen dünyanın ilk yedi ülkesi içinde sayılan Türkiye ne yazık ki yıllarca üretmeden tüketme politikası ve yaşam tarzı ile samanı bile ithal eder duruma gelmiştir.
Günümüze baktığımızda insanlarda tasarruf amaçlı olmadığına inandığım zapt edilemez bir biriktirme ve çoğaltma tutkusu görmekteyiz. Bu da toplumun tüm kaynaklarının %80 ine sahip olan %10 luk bir azınlığı yaratmakta. Küçük saray benzeri altın varaklı villalar, köşkler, önünde veya garajında birkaç milyonluk lüks araçlar, sayısız yazlık kışlık konut, bankalarda döviz cinsinden mevduat veya güncel olarak bizim telaffuz etmeye zorlandığımız miktarlarda kur korumalı mevduat sahibi azınlık. Bunun yanında derste açlıktan karnı zil çalan çocuklarımız, akşam pazar dağıldıktan sonra artıklar arasından yenilebilir bir şeyler bulmak umuduyla çöpleri karıştıran, tanınmamak için başını yere eğen veya yüzünü kapatan ev kadınları ve emekliler…
Tabi birde istifçiler var, biriktirme tutkusundan bahsederken anılması gereken. Sık sık haberlere konu olan, yerli ve yabancı televizyon kanallarında seri programlar yapılan, tıpta “dispozofobi” olarak adlandırıla biriktirme hastalığı, biriktirme bozukluğu veya istifçilik. Biriktirdikleri her hangi bir ekonomik veya kullanım değeri olmayan çerden çöpten şeyler. Çoğu plastik atıklardan oluşan çöp evlerin mimarı istifçilerin yaşadığı bu takıntı derecesindeki biriktirme hastalığı aslında temelinde çocukluk çağındaki duygusal istismar veya fiziksel ihmalden kaynaklanıyor. Bu anlamda çok daha derin incelenmesi gereken önemli bir tıbbi problem. İnsan düşünmeden edemiyor zenginlik biriktirme de bir çeşit doyumsuzluk eserimi diye.
Herhalde insanlık ve tüm canlılar adına biriktirmenin en kutsalı ve naifi; paylaşma ve ortak yaşam kültürü, iyilik, sevgi, saygı ve güzellik biriktirme olmalı, tamda günümüzde ihtiyaç duyduğumuz gibi….
Kaynak:
- İrfan Yalın, Kumbaranın kültür tarihi – T24https://t24.com.tr 1 Eyl 2019
- Gökhan Akçura, Bir Kumbara Öyküsü Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008
- Bir müzenin öyküsü kumbaradan geçer mi? – BirKültür https://www.birkultur.com 20 Kasım 2021