Ahlak kavramı üzerinde yüzyıllardır sayısız tartışma ve değerlendirme yapılmıştır. Eminim herkesin de kendisine göre de bir ahlak tanımı mevcuttur. Peki nedir gerçekten ahlak? Kim ahlaklıdır? Ahlakın genel geçer bir tanımlaması yapılabilir mi? Ahlaklıyı ahlaksızdan ayırt eden temel nitelik nedir? Bütün insanlığın cevabını hala aradığı ve bulamadığı bu soruların yanıtlarını tek bir yazı ile aktarmak pek mümkün de değil haddim de değil açıkçası. O nedenle gelin sadece biraz fikir jimnastiği yapalım. Ne dersiniz?
Ahlak aslında insanın vicdanı ve aklıdır. Kendi iç sesidir ahlak. Duygu ve düşüncelerinin temelidir. Eylemlerinin ana yönlendiricisidir. Hayat yolculuğunda pusulasıdır. Doğruya ve iyiye giden yolda yolunu aydınlatan ışıktır. Zor iştir ama ahlaklı olmak. Omurga ister en başta. Haksızlığa direnmeyi gerektirir. Herkes güçlüden taraf olurken mazlumun yanında dimdik durmaktır ahlak. Yer ve zamana göre değil, her koşulda doğru konuşmayı esas alır ahlak. Kaybetmeyi göze almaktır bazen ahlak. Kişisel menfaatlerini göz ardı etmeyi bilmektir. İdeallerinden değil hırslarından vazgeçmektir günü geldiğinde. Devrin adamı değil dava adamı olmaktır aslında.
Ahlak doğuştan var olan bir meleke midir yoksa sonradan mı oluşmaktadır? Hepinizin zihninde bir seçenek belirmiştir eminim. Kimimize göre ahlak doğuştan var olan bir erdemdir kimimize göre ise ahlak bireyin aldığı eğitimin ve yaşadıklarının ürünüdür. Bence ahlak her iki seçeneğin ortak ürünüdür. Ahlakın kişinin yaşadığı ve maruz kaldığı çevreden bağımsız düşünülmesi elbette olanaksızdır. Ama ahlaktan nasibini almamış insanların çoğunlukta olduğu bir çevrede doğan, büyüyen ve yetişen bir insanın da tamamen ahlak mefhumundan soyutlanmasını beklemek de gerçekçi değildir. Tarih boyunca yaşadıkları dönemin tüm ahlak karşıtı düşünce ve eylemlerine direnen ahlak savaşçıları bunu hem özlerinde barındırdıkları ahlak duygusuyla hem de çevrelerindeki gözlemledikleri ahlaksızlıkların kendilerinde oluşturdukları metanet duygusuyla başarabilmişlerdir. Aslında bu ahlak savaşçılarına insanlık adına çok şey borçluyuz. Ne borçluyuz diye sorar gibisiniz. Hemen cevabını vereyim. Gelişmeyi, ilerlemeyi, refahı, huzuru, kısacası medeniyeti… Unutmayalım ki ahlaki çöküntünün varlığı medeniyetleri yozlaştıran en büyük hastalıktır.
Ahlakın ölçütü nedir sizce? Bu soruya isterseniz ünlü yazar Ernest Hemingway’in sözü ile cevap verelim. ‘’Ahlak konusunda edindiğim ilke şudur: bir şeyi yaptıktan sonra kendini iyi hissediyorsan o ahlakidir, eğer kendini kötü hissediyorsan o gayri ahlakidir.’’ Aslında bunu kendi yaşamımızda da deneyimlediğimiz çok olmuştur. Günün sonunda yastığa başınıza koyup kendinizle baş başa kaldığınızda o gün yaşadıklarınızın ve yaptıklarınızın bir muhasebesini yaparsınız. İşte o an vicdanınızın şekillendirdiği ahlak anlayışınızdır sizi yargılayan. Ahlak belki bizi tam olarak mutluluğa götüren bir doktrin değildir ancak iyi ahlak bize kendimizin mutluluğa nasıl layık olabileceğimizi öğretir. Ahlak bir insanın bedensel ve ruhsal açıdan doğal bir zırhıdır. Bu zırh insanı yanlıştan, kötülükten, kibirden korur; doğruluğa, iyiliğe ve tevazuya yönlendirir.
Ahlakla ilgili bu kadar tespitte bulunduktan sonra yazımı bitirirken şu detaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Çevrenizdeki ahlak bekçilerine dikkat ediniz. Asla aklınızdan çıkarmanız gereken nokta şudur ki kim ahlak bekçiliğine herkesten fazla soyunuyorsa içimizdeki en ahlaksız o’dur.