Bireyin kendi kararı ve edimiyle kendisini öldürmesi olarak tanımlanan intihar için çok sayıda neden ileri sürülebilir. İnsanlar beklentileri gerçekleşmediğinde, dayanılmaz fiziksel ve ruhsal acılar hissettiklerinde intihara yönelebilirler. Fransız filozof Albert Camus’un da ifade ettiği gibi insan umutları, idealleri, tutkuları arzuları olan ve bunların bilinciyle yaşayan bir canlıdır. Dünya (Dünya’daki her şey) ise bireyin taleplerine karşı ilgisiz ve sessiz kalır. Bu nedenle iki kutup (birey ve Dünya) arasında sürekli bir gerilim yaşanır. Bu gerilimi sona erdirmek için iki kutuptan en az birini yok etmek gerekir. Gerilimi yaşayan insan, Dünya’yı yok etmek ister. Kendisinin de Dünya ile birlikte yok olacağının bilincin de olsa kendisine eziyet eden, kötülük eden kimler varsa onların da kendisiyle birlikte yok olmasını talep eder. Bu bağlamda Orhan Gencebay’ın “Batsın Bu Dünya” şarkısı derin (!) psikolojik ve felsefi manalar içermektedir. Şarkının sözlerinde açıkça bir intihar çağrısı yapılmamış olsa da (TCK’ya göre intihara teşvik etmek yasaktır) şarkıda tükenmişlik ve çaresizlikle ilgili çok sayıda kelime ve ifadeye yer verilmiştir.
İntihar, bazı ülkelerde kanunen yasaklanmıştır. Caydırıcılığı olmayan böyle bir cezaya yer vermek ilk bakışta anlamsız görünmektedir. Müntehiri tecrit ederek veya bedenine zarar vererek cezalandırabilmenin imkânsız olduğunu herkes bilir. Öyleyse onun cezası uygulamaya elverişli olması bakımından farklı olmalıdır. Orta çağda İngiltere’de intihar eden insanları, kalplerine çakılan bir kazık ile defnediyorlardı ve defin sırasında da hiçbir dini ritüel uygulanmıyordu. Böyle bir ceza, ancak bir nevi insanın ruhuna yapılan onursuzlaştırma cezası olarak nitelendirilebilir. Latince adı “Damnatio Memoria” olan bu onursuzlaşma cezası bazı toplumlarda eski dönemlerde uygulanmaktaydı.
Tarihte eşine az rastlanan onursuzlaştırma cezası alan ve kayıtlara geçen suçlulardan biri dünyanın ilk teröristi olarak bilinen Herostratus’tur. Efes’li bir akıl hastası olan Herostratus tarihe ismini yazdırmak için bir kundaklama sonucu Efes’te bulunan Artemis Tapınağı’nı yakmıştır. Tutuklanarak mahkemeye sevkedilen Herostratus, kendisini yargılayan hakime şu ifadelerde bulunmuştur: “Yüzyıllar boyunca adım anılacak Efes şehrinin yargıcı Kleon seni kim hatırlayacak? Sen ancak beni yargıladığın için hatırlanacaksın” Yargılama sonucunda Herostratus’a idam ve ayrıca onursuzlaştırma cezası verilmiştir. Bu cezayı alanların adının anılması yasaklanır ve itibarsızlaştırılırdı. Bazı toplumlarda müntehire verilen cezalar da bu biçimdeydi.
İntihar cezası, ayrıca intihar eylemi ölümle sonuçlanmayıp teşebbüs aşamasında kalma yönünden de değerlendirilmeye uygun görünmektedir. Bu kişiyi cezalandırmanın kimseye fayda sağlamayacağı aşikârdır. Yaptırımın esas amacı suçun oluşmasını önlemektir. İntihar etmeye yönelen kişi kendi ölümünü gerçekleştiremezse ruh sağlığı açısından alması gereken desteği alamayabilir. Çünkü intiharı gerçekleştirmeye yönelik eylemin suç kapsamına girdiği bir toplumda hiç kimse kolaylıkla intihara teşebbüs ettiğini ifade edemez. Böyle bir cezaya yer verilmesi aksi tesir eder, hatta insanları intihara teşvik edebilir. Bu nedenle günümüzde birçok ülkede intihar eden kişiyi cezalandırmaya yönelik intihar yasaları yürürlükten kaldırılmıştır.
Türk Ceza Kanunu’nun 84. Maddesi, “intihara yönlendirme” adı altında düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında; intihara azmettirmek, intihara teşvik etmek ve intihara yardım etmek şeklinde üç ayrı suç tipine yer verilmiştir. Bu madde bağlamında düşünüldüğünde “ben artık ölmek istiyorum” diye birine karşı “haklısın ben olsam intihar ederdim” demek dâhi intihara teşvik bakımından suç kapsamında nitelendirilmeye uygun bir örnektir. İntihar etmek ve intihara yöneltmek ilahi kaynaklı dinler tarafından da doğru bir çözüm yolu olarak kabul edilmemiştir. İslamiyet’in de yasakladığı bir eylem olan intihar, en büyük günahlardan biri olarak nitelendirilmektedir. Nüfusunun büyük bir bölümünün Müslüman olduğu Türk toplumunda intihar denilince ilk akla gelen isimlerden biri, Osmanlı aydını Beşir Fuad’dır.
Edebiyat teorisyeni ve eleştirmeni Jale Parla (2004: 120- 121)’ya göre dönemin genel zihinsel ikliminden sapan Beşir Fuad’ın intiharı, Tanzimat aydınları için travmatik olmuştur. İslam kültürü kaynaklı bir epistemolojiden Batı kaynaklı bir epistemolojiye eğiliminin yol açacağı olumsuz sonuçlar, Beşir Fuad’ın bileklerini keserek hayatına son vermesiyle en çarpıcı örneğini vermiştir. Saray aydınlarından biri olan Beşir Fuad, yetiştiği ortamdan farklı bir kültüre sahiptir. Materyalist- pozitivist bir Osmanlı aydını olan Fuad, İslam kültürünün çizdiği epistemolojiden yola çıkarak bozulmanın önleneceği düşüncesine de karşı çıkmaktadır. Onun bilimsel intiharı, tanzimat aydınlarına da tesir etmiştir. Parla, “Jön Türk” başlıklı romanında Ahmet Mithat’ın, roman kişilerinden alafranga bir yaşam tarzına sahip olan Ceylan’ın ölümünde Beşir Fuad’ın intiharının Tanzimat aydınlarına ne ölçüde etki ettiğini gösterdiğini ifade eder.
Öte yandan Prof. Dr. Şevki Işıklı’nın da ifade ettiği gibi Türk toplumu Beşir Fuad’ı hiçbir zaman hayırla yâd etmemiş, fikirlerini entelektüel bir ilgiyle inceleme gereği duymamıştır. Cesedinin kadavra olarak kullanılmasını isteyen Beşir Fuad’ın bu talebi de uygun görülmemiş, cansız bedeni Eyüp Mezarlığı’na defnedilmiş olmasına rağmen mezarı dâhi bilinmemektedir. Bu yönleriyle değerlendirildiğinde Beşir Fuad’a onursuzlaştırma cezası verilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nda böyle bir cezaya hiçbir zaman yer verilmemiştir. Ancak Beşir Fuad’ın bu intiharı örnek teşkil etmesi yönüyle Türk toplumu tarafından tehlikeli bulunmuş, onun intiharı kamu vicdanında rahatsızlığa neden olmuş, herhangi bir yazılı yasaya gerek duymadan kaleme aldığı eserleri ortadan kaldırılmış ve entelektüel itibarı bile yok edilmiştir.
Özetle intihar eden kişilere yazılı ve yazısız olmak üzere iki türlü yaptırım uygulanabilmektedir. Bu yaptırımlar intihar eden kişinin adından söz edilmemesi, cenazesine karşı hiçbir dini ritüelde bulunulmaması, ruhunun, anılarının lânetlenmesi ve eserlerinin yok edilmesi yoluyla uygulanmaktadır. Buna benzer bir uygulamanın Hz Muhammed döneminde de yapıldığı anlatılmaktadır. Hz Muhammed’in intihar ettiğini öğrendiği birinin cenazesi hakkında “öyleyse ben onun namazını kılmam” dediği rivayet edilmektedir. Kuran-ı Kerim’de intihar eden kişinin cenaze namazının kılınmamasına ilişkin bir ayet bulunmamaktır. Hz Muhammed muhtemelen böyle bir kararı, diğerlerine kötü örnek teşkil etmemesi açısından almış olabilir ancak Peygamberin bu kararı, aynı zamanda bir onursuzlaştırma cezası kapsamında alıp almadığına ilişkin bir bilgiye sahip olmamız mümkün görünmemektedir. Genel olarak değerlendirildiğinde birbirinden farklı toplumlarda ve bazı dönemlerde intihar eden kişilere onursuzlaştırma cezaları verilmiştir. Dolayısıyla intihar eden kişilere hukuki olarak ceza verilebilmektedir. Tarihte çok sayıda müntehir, niteliği bakımından birbirine benzeyen çok sayıda cezaya maruz kalmıştır. Ancak intihar eden kişilerin aldıkları cezaların özellikle müntehiri tanıyan ve çevresinde yaşayan insanlar üzerinde caydırıcı olup olduğu, caydırıcıysa da ne ölçüde caydırıcı olduğu muammadır.
Kaynakça
Parla, Jale (2004) Babalar ve Oğullar: Tanzimat Romanının Epistemolojik Temelleri. İletişim Yayınları, İstanbul.
6 yorum
Camus’nun ‘absürt’ felsefesi ve birey ile Dünya arasındaki gerilim konusunda yaptığınız çıkarımlar düşündürücüydü. Orhan Gencebay’ın ‘Batsın Bu Dünya’ şarkısında felsefi temel olduğunu ögrendim şimdi tekrar dinlemeye gidiyorum baya şaşırtıcıydı. Beşir Fuad örneği de kültürel bağlamı göz önünde bulundurduğumda önemli bir katkı sundu. Kendi yazılarımda da benzer temaları işlediğim için, bu tür konular üzerine daha fazla düşünme fırsatı buldum. Makalenizi değerli bulduğumu belirtmek isterim.
Camus ilginç bir filozof. Bu dünyada yaşamayı, insana verilmiş bir ceza gibi görüyor. Tanrıların cezalandırdığı Sisifos gibiyiz. Kayayı alıp zirveye taşıyacağız ama her defasında kaya aşağıya yuvarlanacak. Biz yine de yaşamak için mücadele edeceğiz. İntihar etmek insan onuruna yakışmaz diyor. Teşekkür ederim Burak.
Her ne kadar müntehirin, intihar teşebbüsünden sonra veya ölümünden sonra yazılı yazısız onursuzlaştırmaları söz konusuysa, intihara teşebbüs edenin ancak sağ kalan birinin toplumdan koptuğunda da kendini kolayca öldürebildiği gibi, toplumla çok iç içe girmişse de aynı edimi gerçekleştirebilir. Emile Durkheim’e göre, ilkel toplumlarda intiharın daha çok olması ve toplum tarafından kişi yaşıyorken bile onursuzlaştırılabileceği aynı zamanda insana açık açık yaşamdan çıkıp gitmesini buyurabiliyor. İntiharın sonrasında, teşebbüsünde ve kişi yaşamak istiyorken bile toplumsal onursuzlaştırmanın yerini görmek ve düşünmek açısından etkileyici aynı zamanda değerli bir yazı olduğunu ifade etmek isterim.
İntihar eden kişinin onuru zedelenmiştir zaten. Onu onursuzlaştırmak intihardan caydırmaz diye düşünülebilir. Durkheim farklı düşünüyor demek. Bunu da yeni öğrendim Seher teşekkür ederim.
İntihar vakaları, özellikle asker ve polis, asistan doktor gibi zorlu meslek gruplarında, en tehlikeli sonuçlara yol açmaktadır. Bu mesleklerde mobbingin yaygın olduğu biliniyor. İntihar eden kişinin çevresi, sıklıkla “Onun yerinde olsam, mobbing yapanları ortadan topluca kaldırır, sonra intihar ederdim” gibi tehlikeli düşünceler dile getirebiliyor. Ancak bu eylemi gerçekleştirmeyen kişi, vicdanının ne kadar güçlü olduğunu bizlere gösteriyor. Arkada bıraktığı mobbingciler ise hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor, bu da onların ne kadar acımasız olduklarını gözler önüne seriyor. Bu intihar teşvikcileri hiç ceza almıyor. Herkes benimle ne alakası var modunda… Ölen öldüğü ile kalıyor.
Toplu siyanür intiharları, en trajik olanlardır. Bir kişinin, çocuğunu ve eşini de yanında götürmesi, topluma onları emanet edemeyecek kadar büyük bir çaresizliğin, bizlerin ne kadar kötü olduğunun göstergesidir. Bu durum, toplum olarak ne kadar yetersiz, duyarsız kaldığımızı ortaya koyuyor.
Psikiyatri doktorlarının da mobbing nedeniyle intihar vakalarına karıştığı dönemler oldu. Bu olaylar, mobbingin ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Öte yandan, yaz-kış saat uygulamasının terk edilmesinin, intihar vakalarını azalttığına dair bazı veriler var. Ancak medyada bu konuda yoğun bir bilgi akışı görünmüyor ya da sansür uygulanıyor olabilir. Çünkü intihar, bulaşıcı bir eylem olarak yayılma potansiyeline sahiptir ve bu, salgın boyutuna varabilecek bir tehlikedir.
Unutmayalım, her intihar vakası, sessiz bir çığlıktır. Toplum olarak, amir konumundaki memurlar olarak bu sesleri duymazdan gelmemeliyiz.
Yaz- kış saati terkedilmesinin veya uygulanmasının intihara çok etkisi olduğunu düşünmüyorum. Bazı meslek gruplarında dediğiniz gibi intihar oranı çok yüksek. Asker ve polis cinnet geçiriyorsa intiharını ertelemesi için herhangi bir neden yok o anda tetiğe basabiliyor. Bazı intiharlar planlanarak yapılıyor bazıları da o anki ruh haline göre. İntihar da bu açıdan aynı cinayet gibi. Burda temel sorun, intihar teşvikleri hiç bitmiyor. İnternet o kadar denetimsiz ki birçok videoda sosyal medya, platformaları intihara teşvikle dolu. Hatta youtubeda aynı gece intihar mektubu niteliğinde çekilmiş bir video bile var ve bu video yaklaşık 10 yıldır yayında kalmaya devam ediyor.