Yanılmıyorsam 15 yıl önce Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Onkoloji Bilim Dalı hocalarımızdan rahmetli Prof. Dr. Muttalip Ünal hocam Mide Kanseri Sempozyumu düzenlemiş ve banada “Mide Kanseri Cerrahisinin Felsefesi” konusunu sunabilir misin diye önermişti. Ben de “felsefe yapma” konusuyla ilgilendiğimden bu konuyu gündeme taşımayı uygun görmüştüm.
Sunumda bilim ve felsefe tanımlarını “felsefe yapma” yönteminden esinlenerek yaptıktan sonra “Mide Kanseri Cerrahisine Yaklaşım” felsefesini anlatmaya çalıştım.
Sunumda bilim tanımını; bilim “hayatı okumaktır” şeklinde olabildiğince kısaltarak yapmıştım. Felsefe tanımını ise; felsefe, “okunan hayatın evrensel yasalarını keşfetme sürecidir” şeklinde yorumlamıştım.
Sunumun sonunda sorulan sorulardan sunumun beğenildiğini ve moderatörün, “bildirinin kelime ve kavramları sadece Türkçe kullanılarak sunulan tek bildiri” olduğunu ifade etmesi, yaptığımız işin önemini de vurgulamış oldu.
Bilim üretmek, sanat üretmek ve dinin (Kur’an kökenli din/doğal din/yaratılışa uygun din/ Allah’ın dini) evrensel ilkelerini sunmak, ancak “felsefe yapma” yöntemini uygulamakla mümkün olabileceğini düşünmeye başladım. Felsefe yapmak için kullanacağımız temel sorular, eşya ve olaylara soracağımız ve öncelikle soruların cevaplarını kendimizin vereceği bir akıl işletme, düşünce üretme ve işlevsel niteliği olan kavramlar üretme etkinliğini, çabasını, emeğini, paylaşmamız temel yaklaşımımız (paradigma) olmalıdır diye düşünmeye devam ettim.
Geldiğim nokta: Eşya ve olayları neden, niçin, nasıl? sorularıyla çözümleyebileceğimizi, ancak bu soruları başkalarına değil öncelikle kendimize sorarak çözümleme sürecini başlatabileceğimizi ilkesel olarak uygulamak oldu.
Ancak önemli bir soru sorma çıkmazı vardı. Kültürümüzde kullanılan “ne?” ve “neden?” soru sözcükleri aynı anlamda kullanılıyordu. Kendime bir nesne ya da olay için “ne” mi soracaktım, “neden” mi soracaktım?
Oysa, “felsefe yapma etkinliğini, aklı işletmenin temel dinamiği olarak algıladığımdan, aklın “sebepler” evrenini çözen bir araç olarak kullanılmasını düşünüyordum. Nesnelerin ve olayların sebeplerini yakalayabilirsem “hayatı okumak” olarak tanımladığım bilimin sürecine girebileceğimi varsayıyordum.
Ne? sorusu nesne ve olayların tanımını yapmayı çağrıştırıyordu. Neden? sorusu ise sebebi/kökeni/gelişme sürecinin başlangıcını çağrıştırıyordu.
Niçin? sorusu nesne ve olayların “amacını” çözümlemeye yönlendiren bir akıl işletme aracıydı.
Nasıl? sorusu ise, yöntem arayışına iten ve bilim üretmenin temel dinamiği olan bir araçtı.
Türkçe’nin bilim dili olduğunu, bu aracın ana dili Türkçe olan her bireyin bilim üretmek için kullanması gereken evrensel bir değer (her ana dil gibi) olduğunu 40 yıldır savunduğum için, İngilizce dilinde kullanılan “ne, neden, niçin, nasıl” kelimelerinin anlamları üzerinde de kafa yordum.
Demek istediğimi şöyle özetleyebilirim:
Türkçe bilim dilidir. Felsefe yapmadan hiçbir dille bilim üretilemez.
Felsefe yapmak (aklı harekete geçirmek) için neden/sebebi belirleyen, niçin/amacı belirleyen, nasıl/ yöntemi/metodu/usulü/işleyişi belirleyen sorulara bireyin vereceği cevaplarla başlayan etkinlik süreci toplumumuzda yaşam biçimine dönüşen bir etkinlik olmalıdır.
“Felsefe yapma”yı felsefe tarihi ile karıştırmamak dileğiyle…
Yolumuz aydınlık olsun.
1 yorum
Düşünme ve çözüm üretme problemi olan kısır kafaların işin kolaycılığına kaçarak konuştuğumuz dil yetersiz demeleri bir garabet. Bunu bürokrasiden birilerinin demeleri ayrı bir garabettir.
Toynbee medeniyet kurmada batıda İngilizler, doğuda Türkler seçkin millettir der. Biz TÜRKÇEMİZİ SEVERİZ.