Cürcanî yalanı ‘Gerçeğe aykırı bilgi’ şeklinde tanımlar. (Ta’rîfât) ‘Gerçeğe aykırılık’ insanın bütün değerlerini, hatta hayatını altüst edebilen bir olgudur. Oysa evren gerçeklere dayandığı gibi insan hayatı da ancak gerçekleri yaşamakla huzura kavuşur. Aksi halde insanın yaratılışı ile yaşayışı çelişir ki bu tezatlar yumağında boğulup gitmek demektir.
Yalan söyleme hastalığına ‘yalan efsanesi’ anlamına gelen ‘mitomani’ denir ki yalan söylemenin alışkanlık haline gelmesidir. İster patalojik, ister antisosyal/narsisistik, ister histrionik olsun yalan ‘kişilik bozukluğu’nun sonucudur.
Patolojik yalancı, yalanlarını genellikle insanları etkileyeceğine inandığı şekilde süsler. Yalanlar ve abartmalar olmadan konuşmalarını sürdüremezler. Onlar için yalansız ve abartısız bir konuşma ve iletişim sıkıcıdır. Sürekli yaşadıkları stres ve kaygı psikolojisinden kurtulmak için yalan söylemeyi gerekli görürler.
Çıkar sağlamak veya dikkatleri üzerine çekmek veya acındırmak için karşısındakini inandırmaya yönelik yoğun bir istek duyar ve muhatabı ikna edebilmek adına durumu abartarak veya dramatize ederek yalan söylerler.
Patolojik yalancılar genellikle kendilerini doğruyu söylediklerine inandırırlar. Yalanı yakalandığında, düşmanca davranmaya, bağırmaya, karşı tarafı uydurdukları bazı hatalarla suçlamaya çalışırlar. Yalanlarını başka bir yalanla veya iftira ile kapatmaya çalışarak yine yalan söylerler. Yalan söylemek yalancı için bir savunma psikozu ve mekanizmasıdır. Zararlı davranışlarını veya suçluluk psikolojilerini bastırmak için gerçekleri çarpıtarak yalan beyanda bulunurlar.
Genellikle yalancıların hiçbir özelliği, meziyeti, marifeti, beceri ve başarısı yoktur. Silik kişiliklerdir. Başarılı görünmek için saygın insanlara yamanarak komplekslerini yalanlarla kapatmaya çalışırlar. Yalanlara devam ede ede sonunda kişilikleri bozulur ve mitomani hastalığına yakalanarak ‘yalan makinesi’ne dönüşürler.
İslam’ın temel amacı, insan fıtratıyla uyumlu ‘dürüst insan’ yetiştirmektir. Kur’ân-ı Kerîm’in ışığında Haz. Peygamber öylesine dürüst bir nesil yetiştirmiştir ki recmedilmeyi (toplum tarafından taşlanarak öldürülmeyi) yalan söylemeye tercih etmişler. Biliyorlardı ki Allah ve Rasûlü’nün en nefret ettiği tiplerin başında yalan söyleyenler gelmektedir.
Yalan, sadece ‘gerçeğe aykırı’ bilgi vermek değil, pek çok tehlikeli ve toplum huzur ve güvenini bozan başka vasıfları da içermektedir ki bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Yalan, şeytanın başlıca özelliklerindendir
Allah, ‘Allah’ın (sadece şeytana edilen) laneti yalancıların üzerine olsun’ (3/61; 24/7) buyururken on ayette de, ‘Yalancılara veyl (cehennemin bile sakındığı bir azab vadisi) olsun!’ (77/15-19, 24, 28…) buyurur.
Lanet, “Sözlükte “kovmak, uzaklaştırmak, iyilik ve faydadan mahrum bırakmak” anlamındaki la‘n kökünden türemiş bir isim olup dinî bir terim olarak ‘Allah’ın bağışlama ve merhametinden uzak (mahrum) bırakılmayı ifade eder.. Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldığı için şeytan laîn veya mel‘ûn olarak da anılır.” (TDV İslam Ansiklopedisi, lanet md.)
İslam kültüründe ‘lanet’, sadece şeytan veya onun konumunda olanlar hakkında kullanılması caiz görülmüştür. Domuz, köpek dahil en kötü görülen hayvanlar hakkında bile lanet caiz görülmezken yalancıları bizzat Allah lanetlemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de lanet genellikle Yahudiler, müşrikler ve onlar gibi büyük günah işleyenler hakkında kullanılmaktadır. (bkz. Bakara, 2/88)
‘Derken şeytan, (babamız Âdem ve annemiz Havva’ya) vesvese verdi ve ‘Sırf melek olmamanız veya ebedî olarak cennette kalmamanız için Rabbiniz size bu ağacı yasakladı’ diyerek yalan söyledi ve onlara, ‘Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim’ diye yemin etti.’ (A’raf, 7:20-24). Görüldüğü gibi yalan şeytanın özelliklerinden biridir.
Yüce sahabî Ebu’d-Derda Resûlullah (s)’a sorar:
– Yâ Resulallah! Mümin hırsızlık yapar mı?
–Evet, bazen olabilir.
– Mü’min zina edebilir mi?
–Ebu’d-Derda hoşlanmazsa da ‘Evet’.
– Mü’min yalan söyler mi?
– Resulullah (s): Yalanı ancak iman etmeyen kimse (kâfir) söyler. (Kenzu’l-Ummal, hadîs No: 8994)
2. Yalan Nifaktır
Yalan münafıklıktır, ikiyüzlülüktür. Bilindiği gibi münafıklık ‘ikili oynamak’tır. Bir tarafa bir şey söylemek, diğer tarafa başka bir şey; yalan söylemektir. Kur’ân-ı Kerîm’de farklı kiplerde 30 defa tekrarlanarak münafıklığın çirkinliğine ve en ağır cezaları gerektirdiğine vurgu yapılmıştır.
Kur’an terminolojisinde münafık kavramı iki tip insan için kullanılır:
a. “İnanmadıkları halde Allah’a ve âhiret gününe iman ettik” derler (el-Bakara 2/8) diyen tiptir. Buna ‘itikadî nifak’ denir ki “Şüphesiz münafıklar cehennemin en alt katındadırlar ve onlara asla bir yardımcı bulamazsın!” (Nisa, 4/145)kapsamına girenlerdir.
b. İman ettikleri halde zihin karışıklığından, ruh ve kişilik bozukluğundan (Bakara, 2/10) veya irade ve iman zayıflığından (Ahzaâb, 33/12) yalan söyleyen tipler ki buna ‘amelî nifak’ denir. Çifte kişilikli olup çıkarlarına göre form alırlar yalan söylerler.
3. Yalan iftiradır
İftira sözlükte, “uydurmak, yalan söylemek, asılsız isnatta bulunmak” anlamına gelirken dinî terim olarak: “Bir kimseye işlemediği bir suç, günah yahut kusur sayılan bir söz, davranış veya nitelik isnat etmek” şeklinde tanımlanmıştır. İftira bir yalan çeşidi olup insan şeref ve şahsiyetini zedelemek ve kul haklarını ihlal etmek olduğundan dinî ve ahlakî kaynaklarımızda geniş yer almaktadır. (bkz. Maverdî, s. 253-260)
İftira, umumiyetle zedelenen çıkarlar, birine duyulan kin, nefret, düşmanlık, veya rekabet veya fitne-fesat çıkarmak için yalan söyleyen kötü niyetlilerin kişi/lere zarar vermek gayesiyle başvurdukları çirkin ve iğrenç bir yöntemdir. İnsanlararası sosyal sevgiyi, güveni, kaynaşmayı, yardımlaşmayı ve dostluğu ortadan kaldırdığı gibi, bireyler arasında düşmanlığı, çekişmeyi körüklemekte; böylece ictimaî değerlerin bozulmasına, dejenerasyonuna yol açmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’de iftira, aynı kökten gelip aynı anlamdaki çeşitli kavramlar (ifk, kazf, ramy, bühtan, zur gibi) elli dokuz yerde zikredilmektedir.
“Sadece Allah’ın ayetlerine inanmayanlar yalan söyleyerek iftira atarlar; işte asıl yalancılar bu(ifitra ata)nlardır.” (Nahl, 16/105)
“Andolsun ki, iftira etmekte olduğunuz şeylerden mutlaka sorguya çekileceksiniz!” (Nahl, 16/56)
“Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah onları cezalandıracaktır!” (En’am, 6/138)
“Onlara mutlaka Rablerinden bir gazab ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracıları böyle cezalandırırız.” (A’raf, 7/152)
Hz. Peygamber (s), Allah’a şirk koşmak, büyücülük, haksız yere insan öldürmek, tefecilik, yetim malı yemek, savaştan kaçmak gibi büyük günahlarla beraber masum insanlara iftira atmayı da saymışlardır. (Buhârî, Veṣâyâ 23, Ḥudûd 44; Müslim, Îmân 144, Veṣâyâ 10)
Yine Hz. Peygamber (s), İslam’a yeni girenlerden bey’at alırken Allah’a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, Rasûlullah’a karşı çıkmamakla beraber iftira atmamak hususunda da söz almıştır. (İbn Hişâm, II. 73-75; İbnü’l-Esîr, II. 96)
Müfessirlerin çoğu gibi Fahruddin Razî (Ebû Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî et-Taberistânî, v. 606/1210) de, “Kim bir hata yapar veya kasıtlı günah işler de onu bir suçsuzun üzerine atarsa büyük bir bühtan ve apaçık bir günah yüklenmiş olur” (Nur, 24/12) ayetindeki ‘bühtân’ kavramını, ‘Müslümanda bulunmayan bir kötülük veya kusur isnat etmektir’; yani iftira atmaktır şeklinde açıklar. (Mefâtîḥu’l-Gayb, XI. 38-39)
4. Yalan aldatmak ve dolandırmaktır
Yalan söylemenin temelde iki amacı vardır:
1. Çıkar sağlamak için karşısındakini dolandırmak. Dolandırıcılık başkasının hakkını gasbetmektir ki bu kul hakkına girmektir.
Kul hakları insanların canları, bedenleri, ırz ve namusları, mânevî şahsiyetleri, makam ve mevkileri, dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklarından oluşmaktadır ki yalan bu hakların tamamına veya bir kısmına tecavüzdür.
Kul hakkının önemine binaen, ‘Mezâlim, Ahkâm, Hudûd, Edeb, İsti’zân, Et‘ime, İmâre, Birr, Büyû‘, Ticârât, Tevbe, Hüsnü’l-hulk, Husûmât, Diyât, Rikāk, Zekât, Zühd, Fiten, Nikâh’ gibi kaynaklarımızın pek çok yerinde alimlerimiz tarafından vurgulanarak ayet ve hadislerle anlatılmıştır. Örneğin Rasûlullah (s) buyurur: ‘Müslüman müslümanın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz’; (Buhârî, Meẓâlim 3; Müslim, Birr 32, 58; Tirmizî, Birr 18) ‘Hiç kimse kendisi için beğenip istediğini din kardeşi, komşusu için de istemedikçe..; ‘Komşusu kötülüğünden emin olmadıkça kişi mü’min olamaz.’ (Buhârî, Îmân 7; Edeb 29; Müslim, Îmân 71-73)
Başka bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurur: ‘Müflis (iflas eden) kişi âhirette namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Ancak öyle günahlarla gelir ki kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kimini (dolandırarak) malını yemiş, kimine yalan söyleyerek iftira etmiştir. Bu durum karşısında onun ibadetlerinden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. İbadet ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmış, dolayısıyla müflis durumuna düşmüş olarak cehenneme atılır.’ (Müslim, “Birr”, 59; ayrıca bk. Buhârî, “Meẓâlim”, 10)
Ebû Hüreyre anlatır:
“Resûlullah (s), üzerinde borç (kul hakkı) olan cenâze getirildiği zaman:
‘Borcunu ödeyecek bir mal bıraktı mı?’ diye sorardı. Eğer borcunu ödemek için yeterli mal bıraktığı söylenir (veya Müslümanlardan biri borcu tamamen ödeyeceğine dâir kuvvetlice söz verirse) namazını kılardı. Aksi halde namazını kılmaz ve
‘Arkadaşınızın namazını siz kılın’ buyururdu. (Tirmizî, Cenâiz, 69/1069; Nesâi, Cenâiz, 67.)
Hz. Ömer anlatır:
Hayber Gazvesi’nde Allah Resûlü’nün ashâbından bir grup geldi ve:
‘Falanca şehit, falanca da şehit” dediler. Başka bir adamın yanından geçerken, ‘Falanca kimse de şehit olmuş” deyince Rasûlullah (s),
‘Hayır, ben onu, ganîmet mallarından haksız yere aldığı bir hırka içinde cehennemde gördüm’ buyurdu. (Müslim, 1/Îmân, 182)
‘Ganimet’ devlet malı demektir. Kişi, şehitlik makamına da erse, şayet devlet malından bir şey yemişse cehenneme girer. Zira devlete ait malların her kuruşu bütün halkın ortak malıdır. Dolayısıyla bir kuruş yiyen bütün halkın malını yemiş ve kul hakkına girmiş demektir ki bunun helal edilmesi adeta mümkün değildir.
Rasûlullah (s),
‘Yalan yemin ile bir Müslümanın hakkını alan kimseye Allah cenneti harâm eder ve cehennemi farz kılar’ buyurunca,
‘Az bir şey olsa da mı yâ Resûlallâh?’ diye sorulduğunda Rasûlullah (s),
‘Bir küçük çubuk da olsa!’ buyurdu ve bunu üç defâ tekrarladılar.’ (Müslim, Îmân 218; Muvatta, Akdiye 11)
Alimler, kul hakkını yemenin durumunu şöyle tespit etmişler: ‘Kul hakkı yiyen,
a. Hak yemeyi derhal terk etmelidir,
b. Yediğine pişman olmalıdır,
c. Bir daha yemeyeceğine kesin karar vermelidir,
d. Hakkı sahibine iade ederek helalleşmelidir.
Bu dört şarttan birini yerine getirmeyenin tevbesi kabul olmaz.’ (Riyadu’s-Salihîn, s. 11)
2. Fitne, fesat çıkarmak. Bazı yalanlar kin ve nefret tohumlarını ekerek fitne fesat çıkarmak için söylenir. Kur’ân-ı Kerîm, “Yalancı/münafıklara: ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın’ denildiğinde ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Şunu iyi bilin ki, onlar anlamasalar da bozguncuların ta kendileridir.” (Bakara, 2/11-12)
Yalanı küçük görmek veya hafife almak cahillik ve basiretsizliktir. Bir yalan bir yuvayı yıkabildiği gibi aileleri, aşiretleri de birbirine düşman edebilir ve pek çok insanın ölümüne, pek çok ailenin perişen olmasına sebebp olabilir. Bir yalan savaşlara, ülkelerin yerle bir edilmesine ve sömürülmesine neden olabilir.
ABD, ‘demokrasi getireceğiz’ yalanıyla Irak’a girmeseydi ne Irak-İran savaşı çıkıp kardeş kanı akardı ne Irak’ta dört milyon insan katledilir, yüzbinlerce kadının namusuna tecavüz edilirdi ne de Saddam, Müslümanlara hakaret olsun diye Kurban bayramı sabahında idam edilirdi.
Batı, ‘Arap Baharı’ yalanıyla Ortadoğu’yu karıştırmasaydı ne Ortadoğu-Afrika ülkeleri karışır, ne Kaddafi ve ailesi kendi halkı tarafından linç edilir ne Suriye ve mülteci sorunu başımıza bela olur ne de İslam ülkeleri Batı’nın kuklası haline gelip bu kadar zillete düşerdi.
Ne yazık ki materyalizm zihniyetinin hakim olduğu günümüz toplumunda yalan ‘normal’ bir olgu halini aldığı için ‘Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.’