Raskolnikov rehineci kadını öldürmenin meşruiyeti ve felsefi zeminini kendisi açısından kurmakla birlikte, daha sonraki süreçte iki nokta Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanında öne çıkar. İlki, Raskolnikov’un suç mahalline gitmesi. İkincisi de, emniyet şefiyle sohbetlerinde kendisini ele verecek şekilde konuşması ve davranması.
Modern dünya öncelikle insanın Tanrı’ya referans vermeden bir dünya kurma girişimi ile karakterize olunabilir. Modern zihniyet bu yaklaşımı ile başta Tanrı ve insan olmak üzere eşyanın da yerini ve konumunu değiştirmiştir. İnsan bu süreçte Tanrı’nın yerine ikame olurken, rolünü asla yerine getiremeyeceği biçimde Tanrılığa kalkışmıştır. Evet bu bir kalkışma hareketidir. Gelinen noktada insanın büyük bir ıstırap içinde kıvranmakta; fakat yapay sahipliklerle avunmayı tercih etmektedir.
Dünya ve insanlığın Tanrı olmadan ne hale gelebileceğinin mebzul örneklerini 19. Ve 20. Yüzyılda dünya tecrübe etmiştir. Bu cümleyi kurduğumuzda bazıları bize teknolojik gelişmelerden bahsetmektedirler. Peki iki dünya savaşında teknolojik silahların dünyayı ne hale getirdiğini niçin bilmezlikten geliyorlar. Son derece bilimsel yöntemlerle insan hayatına kastedildiğini niçin söylemiyorlar? Onlarla aynı dili konuşmuyoruz. Çünkü onlar Tanrı ölünce insanın da sağ kalamayacağını hala kavrayabilmiş değildirler. Bilmekteyiz ki, Tanrı’nın hayaleti modern insanın ruhunda ve zihninde hep gezinmektedir.
Nietszche modernliğin insanlığın başına neler getireceğini farkedebilmiş şahsiyetlerden birisidir. Fakat bu çıkmazı kendi elindeki enstrümanlarla aşabilecek durumda değildi belki. Bu sebeple zihni serüveni onu oradan oraya koşturmuş görünmektedir. Bu sebeple “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te, Tanrısız olmaya dayanamam diye haykırmaktadır. “İyi”nin niçin Tanrı ile kaim olduğunu inleyerek söylemektedir. Kırbaçlanan ata sarılması, ontolojik güvensizliğin insanı getirebileceği noktayı imlemektedir.
İnsan post/modern dünyada ortaya koyduğu ürünlerle ve yarattığı dünya ile kendisini haddinden fazla güçlü hissetmektedir. Tüm bu gelişmeler karşısında kendime sorduğum ve tecrübe etmeye çalıştığım soru(n); “acaba Tanrısız yapabilir miyim?” şeklinde idi. Bir cesaretli (!) adım atabilir ve kendimi gerçekleştirebilirdim. Bu soru(n)dan (Tanrı) başlamalıydım. Açıkça söylemek gerekirse, geceler ve gündüzler boyu afak ve enfüsteki tecrübelerim Tanrı’sız yapamayacağım şeklinde sonuçlandı. Ben Tanrı’sız yapamıyorum. Onu bütün hücrelerimde hissetmek beni diriltiyor ve heyecanlandırıyor.
Türkiye’de dine dair rezerv koyan daha önce dine ve daha özelde İslam’a radikal bağlananları izlemekteyim. Bunlarla ilgili genel gözlemim, böyle bir çizgiye gelmeden önce diğer tarafta da uçta yer alıyor olmaları. Dolayısıyla uçlarda gezinmek bu arkadaşlarda genel bir nitelik gibi duruyor. “dine rezerv koymak” derken meselenin içeriğini anlatmak üzere şu kastedilmektedir: Din artık bir masal olup çağdaş dünyada konum, yer ve önemini kaybetmiştir. Bu şekildeki fikirlerini okuyunca artık “Tanrı’nın ölümü” söylemini hatırlamaktayım.
Fakat ilginç olan nokta şu; dine rezervli ve/veya mesafeli olan bu arkadaşlar din ve Tanrı üzerine farklı platformlarda konuşmaya devam etmektedirler. Hatta büyük oranda gündemlerini din ve Tanrı teşkil etmektedir. Tanrı ve dinin devrinin geçtiği fikrini insanlara anlatmaya devam ediyorlar. Temel sorumuz şudur; artık masal olarak gördüğünüz ve hiçbir anlamı olmadığını düşündüğünüz din ve Tanrı üzerine niçin konuşmaya devam ediyorsunuz?
Dikkat ediyorum da “Tanrı’nın ölümü”ne bağlanan insanlık suç mahallini terk edemiyor.