Başlık kime ait olduğunu bilmediğim ancak geleneksel müktesebatımız içerisinde söylenegelen bir ifadedir. Bu makalede temel tezimiz; tarih boyunca insanın dine reddiye geliştiren birçok yaklaşımların bir müddet sonra dinsel form kazanmaya doğru yol aldıklarıdır.
Şimdi sorunun özellikle post/modern çağ içerisinde nasıl içerikler kazandığını analiz etmeye çalışalım. Öncelikle bu başlığın fizikte maddenin sakınımı kanunu olarak Albert Einstein tarafından zikredilen “hiçbir şey yoktan var olmaz” şeklindeki ifadesinin ilahiyat alanındaki karşılığı olduğunu öne sürebiliriz. Din insanlık tarihi ile eşzamanlı bir tarihi geçmişe sahiptir. Tanrı insan için kılavuzluk olmak üzere mesajlarını din formatında bildirmiştir. Dolayısıyla insanlar yoktan bir form üretemeyecekleri için, sonradan dinin alternatifi olan formları dine bakarak oluşturmuşlardır.
Bu noktada belki yukarıdaki iddialarımızı daha kesin bir şekilde içeriklendirebilmek için dinin niteliği ve nasıl bir formata sahip olduğu üzerine açıklamalar yapmalıyız. Din, bu dünyaya bir şekilde atılan (=savrulan) insan için kendisi, dünya ve evrenin anlamı ile nerede durduğunu bildiren kapsamlı bir açıklama biçimidir. Bu bağlamda dinin en önemli fonksiyonu; insanın kendisi ve evrene dair anlam problemine bir cevap vermiş olmasıdır.
Bazıları insanın bu anlam problemini çok küçümsüyorlar. “ne yani anlam ne ifade eder ki” türünden sözler söylemektedirler. Bugünden bakılınca insanın yüzyıllar boyunca dinlerin oluşmasında belirleyici olduğu kültürel bir müktesebat içinden yetişerek bunları konuşmak kolaydır. Bir de bütün bildiklerinizi unutarak, kültürden soyutlanarak dünya ile karşı karşıya kalıp “benim anlamım nedir?” sorusunu hiçbir yerden yardım almadan cevaplandırmaya çalışın bakalım ne geliştireceksiniz. Dünyaya nereden geldiğini bilmeyen ama kesin ölümlü bir varlık olarak sahiden dünyanın anlamı ne ola ki? Belki “anlam olmasa ne olur ki?” diye düşünenler olabilir. Zaten post/modern çağ da insanlara “endişe etmeyin zaten bir anlam yok; sen ne dersen odur” diyor.
Fakat kendi iradenden bağımsız dünyaya gelmek, nereden geldiğini bilmemek ve ölüp gitmek biraz saçma değil mi? Kesinlikle sonuna kadar saçmadır; eğer bir anlam olmazsa. Burada iki önemli batılı isme değinmekte fayda var. Birincisi; “insan beyhude bir tutkudur” diyen Jean Paul Sartre. Albert Camus ise dünyayı anlamsız ve insanı ise saçma görmektedir. Bu iki düşünürün modernliğin insanlığa dorukları yaşattıktan sonra dünya savaşları sırasında yaşadıklarını ve bu savaşların modernliğin sorgulanmasında ne kadar önemli olduğunu hatırlayalım. Özellikle Camus bütün dünyaya rest çekerken, “La” diyebilmiş ancak “illa”sını bulamamıştır. İşte anlam bu illa”dan sonra gelmektedir.
İnsanın bu yalnızlığı ve ontolojik güvensizliği karşısında Tanrı’nın insanla konuşmasının adı vahiydir. Vahiyle Tanrı insana kendiliği ve anlamını fısıldamıştır. Din bu konuşmaların giderek sistematik hale gelmiş bir formudur. Elbette sosyolojik olarak süreç içerisinde meydana gelen bu kurumsallaşma, dinin geleceğe doğru yürüyüşünde bir ağırlık oluşturur. Bu bağlamda din insanlar için bir kurallar manzumesi olmaktan çok, dünya ile anlam irtibatını sağlar.
Bu açıdan kutsal kitaplardan en asli haliyle bunun dışında fonksiyonlar ve hatta dünyaya dair tikel bilgiler beklemek beyhude bir çabadır. Çünkü kutsal kitabın işlevi bu değildir. Öte yandan dinin kendi içerisinde itikat, ibadet, tecrübe ve sosyal hayata yansıyan boyutları bulunmaktadır. Dinin itikadı bazı formülasyonlarla insanın dünyaya yönelik perpspektifini kuran doktrinsel içeriklerden oluşmaktadır. Bu bağlamda din öncelikle “iman”ı yani bu doktrinleri kabulle başlar. İman, aslında insanın önünde bulunan devasa olarak uzanan evrendeki belirsizlikleri gidererek insana ontolojik bir güvenlik sağlar. İbadetler ise, bir “credo” olarak insanın içsel süreçlerini besler ve ona dünya yolculuğunda sebat sağlar. Gaflet anlarına karşı uyarılarda bulunur.
Şimdi tarih boyunca bugüne kadar özellikle dine eleştiri getiren birçok yaklaşımlarında da dinsel bir formata bürünerek din gibi hareket ettikleri ya da dinimsi yapılar kazandıkları gözlemlenmektedir. Birçok doktrinlerini adeta imanı formülasyonlar haline getirdikleri, mensuplarından ibadetimsel ögelerle “credo” bekledikleri anlaşılmaktadır. Bunlar insan, dünya ve evrenin nihai anlamı üzerine görüş belirtmeye çalışmakta; ancak bir yandan dünyanın sınırlarını aşamamak gibi içkinliğin içine kendisini sıkıştırmakta, diğer yandan açıklamaya çalıştıkları şeyler insanın gerçekliğiyle örtüşmemektedir. En başta ölüm ve ötesi bunları iflas ettiren temel bir gerçekliktir.
Allah’ı (CC) bulmak gerçekten önemli; bu sebeple taklitlerinden sakının.