İnsan popülasyonlarının ölüme maruz kalmaları yoluyla ekonomik ve politik yönetimin küresel bir fenomen haline gelmesine “nekro-ekonomi” denir.
Savaşlar, soykırımlar, mülteci “krizi”, çevre katliamı ve çağdaş yoksullaştırma ve güvencesizleştirme süreçleri, artık artan birey kitlelerinin doğrudan ve dolaylı olarak ölüme maruz kalma yoluyla nasıl yönetildiğini ortaya koymaya başladı.
Achille Mbembe, bu süreçleri anlatmak için ilk olarak 2003’te bir makale yayınlaması ve ardından 2016’da çevrilip 2019’da İngilizce olarak yayınlanan Politiques de l’inimiti kitabıyla nekropolitik kavramını ortaya attı.
Foucault nekro ekonomi aracılığı ile yaşam üzerindeki pozitif gücün nasıl ölümcül bir sürece dönüşebileceğini fark etti.
Bu sadece “hesaplanmış bir yaşam yönetimi” değil, aynı zamanda “tüm bir nüfusu ölüme maruz bırakma gücü” idi.
Geçmişin dramatik deneyimlerinden ve küresel nükleer tehditten yararlanan Foucault, bir ulusun, bir halkın ve/veya bir sınıfın korunması ve hayatta kalması adına insan kitlelerinin nasıl yok edildiğinin altını çizdi.
Ayrıca ırkçılığın, insan türünün biyolojik olarak bölünmesini sağlayan ve aşağı sayılanların yok edilmesini meşrulaştıran politik bir araç haline geldiğine dikkat çekti.
Foucault, modern ırkçılığın “sömürgeci soykırım”la birlikte geliştiğini, böylece can alma hakkının meşrulaştırılabileceğini vurguladı.
Giorgio Agamben ve Roberto Esposito, bu foucaultcu gözlemleri “homo saccer” ve “thanatopolitics” kavramlarıyla incelediler, sırasıyla egemenliğin cezasız bir şekilde öldürme hakkı ve insanların imha edilmesinin biyolojik/patolojik gerekçeleri konusunda soru işaretleri uyandırdılar.
Mbembe’nin nekropolitiği, hem Foucault’dan hem de (çoğunlukla Frantz Fanon’dan esinlenen) sömürgecilik karşıtı bir yaklaşımdan yararlandığı için yeni bir yaklaşım sunar ve nekropolitiği, yaşamla ölümün ortasındaki boşlukların ve öznelliklerin politik olarak inşa edilmesi olarak anlatılmaktadır.