İnsanın anne karnından başlayan hayat yürüyüşü ölene kadar devam eder. Kimilerine göre hayat bitmez yeni bir boyut kazanarak öldükten sonrada devam eder. Dünya boyutunda yapıp ettiklerinin hesabını vererek hayatını olumlu ya da olumsuz sürdürmeyi hak eder.
Kimilerine göre de ölümden sonra, hayat, toprağa karışarak yeni hayatların yeşermesine katkı vererek sonlanmış olur.
Bu tartışmanın ya da ikilemin sonunu bekleyip tatmin olduktan sonra ölmek ne yazık ki mümkün görünmüyor.
Buna karşın insanoğlu, hayatı kavramak için düşünce sınırlarını zorlayan varsayımlarla hayat dersine zorunlu olarak çalışmaktan da vazgeçmiyor.
O zaman dersine çalışırken, başını iki elinin arasına yerleştirip alnının arkasında örgütlenmiş olarak bekleyen ve eyleme geçmek için hazır olan beyninin düğmesine basılması ve İŞLEYEN AKIL fonksiyonunun ortaya çıkmasını gerçekleştirmesi beklenen bir durum olmalıdır.
İnsanın mesleğini sağlık alanında bir disiplin olarak düşünürsek, beş duyu ile çevresini tanıyıp anlamaya ve ona göre iletişim kurup ilişkilerine devam etmeye yönelmesini beklemekte, doğal bir durum olmalı.
Tıp fakültesinin birinci sınıfındaki bir öğrencinin yaşadığı çevreyi beş duyusunu kullanarak ve işleyen aklıyla koordine ederek, çıkaracağı sonuçları hafızasına kaydetmesi doğal yaşamın bir gereği olarak, yaşanması gereken bir durumdur.
Öğrencinin insan organizmasıyla ilgili bilgi birikiminin biyoloji disipliniyle ilgili olduğunu, ancak bu biyolojik bilgi birikiminin botanikle ilgili disiplindeki karşılığının, zoolojiyle ilgili disiplindeki karşılığının, kimya disiplinindeki karşılığının, fizik disiplindeki karşılığının ve sosyal bilimlerdeki karşılığının hangi fonksiyonları içerdiğini işleyen aklıyla üreteceği düşünce kapsamında gündemine alabileceği bir tarz oluşturması, doğal bir yaklaşım tarzı olacaktır.
Aynı şekilde fizik alanında aklını işleten bir öğrencinin, ya da sosyal alanda aklını kullanan bir öğrencinin de diğer disiplinlerle ilgili hafızasındaki bilgi birikiminin karşılıklarını araması ve yorumlayarak bütünsel düşünebilme tarzını ilke edinmesi doğal bir durum olarak yorumlanmalıdır.
İşte bu yaklaşım tarzını kullanarak DÜŞÜNCE DEVRİMİ geçirmiş her öğrenci, DOĞAL DÜNYA DÜZENİ nin paradigmasını yakalamış demektir.
Günümüzde olmazsa olmaz bir ihtiyaç olan ve mevcut küreselleşme dayatmalarının ürettiği KAOS çarpıklığından kurtarıp evrensel medeniyetin köken aldığı BİLİM, SANAT VE DİN PARADIGMASININ üreteceği evrensel ilkelere oturtmak için sosyal, ekonomik ve siyası alanlarda DÜŞÜNCE DEVRİMİ iklimi oluşturabilecek bir eğitim müfredatına olan ihtiyaç artık algılanmalıdır.
Yolumuz aydınlık olsun.
1 yorum
‘’Doğal Dünya Düzeni’’ni Düşünmeye Giriş / Prof Hikmet Akgül
Sayın Akgül Hocam, giderek daha büyük bir yaraya dönüşen bir konuya, daha doğrusu soruna değinmiş. Bir eğitimbilimci yanımla okudum. Eğitimin, hatta toplumun gittikçe positif bilimden uzaklaştırıldığını zarif bir tarzda anlatmış. Dünyaya yaratılışçı bir pencereden bakanları, positivistik bir bakışla dünyayı yorumlayanların karşısına koymadan ve çatıştırmaya çalışmadan değinmiş eğitim sorununa. Dogru ve zarif bir duruşla yapmış.
İki bakış açısının aynı potada yaşayabildiği bir zemine ihtiyaç olduğuna işaret ediyor. En azından, buna ihtiyaç duyan bireylerin zedelenmeden, engellenmeden gelişebileceği bir ortamın zorunluluğuna işaret ediyor.
Bence de dogru bir ihtiyaca işaret ediyor. Lakin, eğitim sisteminde ve sosyal hayatta gözlemlediğimiz durum hiç de böyle değil. Bir zamanlar, dini inanç ve yasam tarzlarından dolayı bazı insanların hor görüldüğü ve mağdur edildiği, az buçuk okuyan veya dinleyen birçok kişinin malumudur. Böyle bir haksızlığa maruz kalmış bir bireyin veya grubun, biraz empati geliştirmesi beklenirken, bazen konuya hınç alırcasına yaklaşması, tecrübe kazanmayı sadece bireysel deneyimler üzerinden yapabildiğimizi gösteriyor. Alakasız gibi görünse de, eğitim sistemindeki ve toplumdaki ‘öteki dünya’yı önceleyen bakış açısı (özellikle din demiyorum), bilimde, ilerlemenin yerine, en yumuşak tabirle yerinde saymayı getirmektedir.
Sayın Akgül’ün zarafetle ifade ettiği farklı bakış açılarını bir arada yaşatma temennisi, kişisel gözlemlerime de dayalı olarak diyebilirim ki, insafsız bir hoyratlığa kurban ediliyor. Eğitimde karar vericilerin, çok önemli değişiklik kararlarını çok kolayca alıyor olmaları, çok sıkça müfredat değişikliğine gitmeleri, bu değişiklikleri bilimsel her hangi bir temele dayandırmaya gereksinim duymamaları ve değişikliklerin etkilerine dair hiç bir araştırma gerek görmemeleri bu hoyratlığın resmi tekabül işaret ediyor. Bu hoyratlığın resmi olmayan tarafı ise, örneğin, dersinde evrim teorisinden bilimsel bir teori olarak bahseden veya yaratılış penceresinden bakmadan, evrenin oluşumunu anlatan bir öğretmenin, öğretmenler odasında göreceği muameledir.
Belki Hikmet Hoca, tam olarak bunları kastetmedi ama doğrusu yazı, başka birçok düşüncenin yanı sıra, bana bunları da çağrıştırdı.
Elinize sağlık, Sayın Hocam.