Buzdağının Ucu: Yenidoğan Çetesi
Son birkaç ay içinde ülkemizde alışılmışın dışında ve normal insanların kabul edemeyeceği olağan dışı olaylar meydana gelmektedir. Yenidoğan Çetesi olarak adlandırılan son olay, toplumu o kadar etkilemiştir ki, Akademik Akıl sitesinde ayın konusu olarak işlenmesi öngörülmüştür. İşin içinde hekimler, hastaneler ve ilgili sağlık personelinin olması konuyu daha trajik hale getirmektedir. Öğrendiğimiz kadarı ile olay, basında sonraki cümleler ile özetleniyor. “Çete, yoğun bakım ihtiyacı olan ve olmayan bebekleri, anlaşmalı hastanelere yönlendiriyormuş. Gereğinden fazla yoğun bakımda tutuyormuş. Bu şekilde her bebek için günlük 7 veya 8 bin lira ücret alıyormuş. Sistem, SGK ve aileleri dolandırmak üzere kurulmuş.” Bilgilerden, yeni doğan bebeklerin doğal veya yapay hastalıkları istismar edilerek haksız kazanç elde etmek amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır. “İnsan nasıl böyle canavarlaşır?” Sorusunu kendimize sormadan geçemeyiz. Olay yargıya intikal ettiği için üzerinde yorum yapmak hukuki yönden uygun olmadığından sosyolojik ve toplumdaki bozulma ile toplumsal barış açısından değerlendirme yapabiliriz. Çünkü öyle bir durum var ki, bazı fertlerin para ve menfaat için her türlü etik dışı ve gayri insani eylemi yapabileceği görülmektedir. Bunun yanında görevini yapmaya çalışan adalet mensubunu engelleme (Savcıyı tehdit) girişimi olduğu belirtilmiştir. Bu makalede toplumdaki bazı olayların, olumsuz değişimlerin göstergesi olması nedeniyle analizi ve çözüm önerileri tartışılmıştır.
Buzdağının Altı Nasıl?
Görüntü, özelinde Yenidoğan Çetesi olayı olsada, bence buzdağının görünen ucu niteliğindedir. Bu itibarla problem daha büyük ve karmaşıktır. Toplumda çok fazla benzer olay olup, bazıları gizlenerek, bazıları dikkatten kaçırılarak gündemden uzak kalmaktadır. Oysa yaşanan olaylar birçok sosyal hastalığın işareti niteliği taşımakta olup göz ardı edilmemelidir. Dikkatten kaçan ve önemsiz gibi gösterilen bu tür olaylar toplumsal barışı tehdit eder nitelikte olabileceği gibi, önlem alınmadığı takdirde telafisi güç çöküntüler yaratabilecektir. Bununla birlikte benzer başka olayların olabileceği öngörüsüyle mutlaka genel değerlendirme yapılmalıdır. Sağlıklı bir toplumsal barış için böyle olayların arkasındaki nedenlerin araştırılarak tespit edilecek sosyal veya psikolojik hastalıkların tedavisi gereklidir. Bu öngörüyü destekler nitelikteki bazı olaylar genel başlıklar altında aşağıda verilmiştir. Benzer örneklerin çoğaltılması mümkündür.
Yiyecek içecek sahtekarlığı: Yiyeceklere uzun vadede insan sağlığını olumsuz etkileyen katkı maddeleri yada kalitesiz ürünler eklenerek satışa sunulması,
Yasaları istismar ve kötüye kullanma: Yasal boşlukların kötü amaçlar için istismar edilmesi veya yasaların dikkate alınmaması
Siyasetçilerin tutarsızlıkları: Topluma iyi örnek olması gereken siyasetçilerin tutarsız davranışlarda bulunarak olumsuz algı oluşturmaları
Merkezi/Yerel yönetimlerdeki hukuksuzluklar: Yönetimin her kademesinde yapılan adaletsiz uygulamalar kötü niyetlileri cesaretlendirebilmektedir.
Çocuk istismarındaki artış: Küçük yaştaki çocukların istismarı ile ilgili artan olay haberlerini izliyoruz.
Kadınlara şiddet ve cinayet olayları: Kadınlara şiddet ve cinayetin gündemde devamlı olarak kaldığı gözleniyor.
Bu cesaret nereden geliyor?
Belirtilen eylemleri normal insanların yapmayacağı aşikardır. Maalesef şahsi menfaatini her şeyin üstünde gören ve kolay yoldan haksız kazanç sağlamayı meslek edinen hastalıklı bireyler çoğalmıştır. Dolayısıyla bahsedilen etik dışı işler hemen her meslekte bulunan bu tür insanlar tarafından sık olarak yapılmaktadır. Bu bağlamda cevap verilmesi gereken soru; “Bu cesaret nereden geliyor?” olmalıdır. Toplum barışı için bu kadar yasa ve yaptırım, eğitim-öğretim, etik ve kültürel değerler yanında mahalle baskısı sınırlamaları olmasına rağmen, Yenidoğan Çetesi benzeri olaylar azalmıyor ise bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Sonuçta bu tür davranış sahiplerini cesaretlendiren veya caydırıcılığı azalan etkenlerden söz edilebilir. Bazı cesaretlendirici etkenler aşağıda özetlenmiştir.
• İşlenen suçların cezasız kalması: Söz konusu suçları işleyenlerin karşılığında gerekli cezayı almaması nedeniyle nasıl olsa, yasalar yetersiz, ispatlayamazlar veya af çıkar gibi cesaretlendirici etkenler ile hareket etmeleri,
• Şahsi menfaatlerin her şeyin önüne geçmesi: Son yıllarda her şeyin parayla ölçüldüğü ve şahsi menfaatlerin önde tutulduğu anlayış hakim olmaya başlamıştır. Bu anlayış benzer davranış sahiplerini cesaretlendirmektedir.
• Sağlık, eğitim-öğretim, asayiş gibi hizmetlerin parayla verilmesi: Sosyal devlet anlayışında yasal güvence altına alınarak ücretsiz verilmesi gereken sağlık, eğitim- öğretim ve asayiş gibi hizmetlerin parayla veriliyor olması bireylerin paraya olan yönelimlerini arttırdığı için bu hizmetler kötüye kullanılabilmektedir.
• Hukuki boşluklar ve yasaların yaptırım gücünün zayıflaması: Yasalardaki boşlukların şüpheli/suçlu lehine yorumlanarak işlenen suçtan hak edilen cezayı almamaları nedeniyle yasaların yaptırım gücünün zayıflaması. Sonuçta yaptırıma dayalı caydırıcılık azaldığı için suça teşvik artacaktır.
• Devlet aklının etkisinin azalması: Devlet aklı bazı olumsuzlukları önceden öngörüp gerekli önlemleri almayı düşünmelidir. Bu öngörü eksik olunca, proaktif yönetim yerine reaktif yapı egemen olur. Böyle bir anlayışta ise olayların önünde değil arkasından gidileceği için önlemler gecikecektir.
• Toplumdaki vurdum duymazlığın artması: Maalesef herhangi bir olumsuz olay durumunda bireyler “görmedim, duymadım” anlayışıyla uzak kalmayı tercih etmektedirler. Sokakta saldırıya veya tacize uğrasanız görgü şahit bulamıyorsunuz. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışının etkili olması caydırıcılığı azaltıp suça teşvik etmektedir.
• Suçluların rehabilitasyonundaki eksiklikler: Bahsedilen veya diğer suç işleme eğilimlerinin hastalık olarak görülüp tedavi edilerek topluma kazandırılmasında eksikliler mevcuttur. Hapsetmenin tedavi olmayıp sadece kişiyi toplumdan tecrit ettiği gerçeği unutulmamalıdır.
Neler yapılmalı?
Özelinde “Yenidoğan Çetesi” olayı olarak ortaya çıkan buzdağının altındaki gerçeklerin detaylı analiz edilerek sorunlar belirlenmeli ve uzun vadeli kalıcı önlemler geliştirilmelidir. Konunun derinliğine incelenmesi gerektiği için bazı öneriler kısa olarak aşağıda verilmiştir.
• Suçların en kısa zamanda cezalandırılacağı algısı oluşturulmalıdır.
• Toplumun menfaati ile şahsi menfaatin ödünlemişi iyi anlaşılmalıdır.
• Sağlık, eğitim-öğretim, asayiş gibi hizmetler ücretsiz veya az ücretle verilmelidir.
• Yasaların yaptırım gücü sağlanmalıdır.
• Suçların önlenmesinde devlet aklı işlevi (proaktif) sağlanmalıdır.
• Toplumdaki vurdumduymazlığı azaltıcı önlemler geliştirilmelidir.
• Suçluların tedavisi için özel programlar geliştirilip uygulanmalıdır.
1 yorum
Yazınız güzel olmuş, etraflıca yaklaşmışsın, yıllardır açık olan yaraya el atmışsınız ama malesef sorunun çevresinde, ayın konusuna yazanların hepsi gibi “full çıplak” gerçeklere tam bakmıyor, görmek istemiyor, kadını, aileyi mutlak şekilde kolluyorsunnuz, onu, onları görmezden gelip sisteme ve suç işlemişlere yükleniyorsunuz, problemin çevresinde, sizde dönüyorsunuz, çünkü muhtemelen sizde aynısını yaptınız ama “belaya şans eseri bulamadınız” . Neyse başlayayım yine yeniden…
Ben size ve okuyucularınıza bu çeteleşme ile ilgili “içeriden” bilgi vereyim.
Neden çeteleşme OLDU?
Nasıl OLDU?
Hatta “Küvözhanelerin – Küvözistanların” temelinde görmezden gelinen müteselsilen etkili olan tuhaf /garip illiyetleri, salgın düzeyindeki toplumsal davranış bozukluklarını “çıkar çatışmasında vatandaşımızın neler yaptıklarını” anlatayım.
Kendimizi tanıyalım, “Ayna” tutayım!
Sağlığın ticarileştirilmesini kendi eylemleriyle; sağlığın vahşi rekabete maruz bırakılması gibi çarpık bir sistemi ÖVGÜYLE – ALKIŞLA karşılayan çok sayıda ki vatandaşlarımızın sorumsuzluklarını, “çıkar çatışmalarını” ve ÖDEVSİZLİKLERİNİ, maddi hırslarını masaya yatırmak gereklidir.
Ülkemizde 14.000 küvöz ihtiyacı nasıl oluştu? , bu devasa sayı nasıl bir suç ve haksız kazanç kapısı hâline geldi?
Gelin, bu düzenin nasıl adım adım hazırlandığını, vatandaşın nasıl bir “adaptasyon” geliştirdiğini ve bunu “avantaj” olarak gördüğünü size detaylıca “içeriden” anlatayım.
Bu noktaya gelineceği aslında belliydi ve ne yazık ki “Sağlıkta Dönüşüm Programı” bu sürecin mimarı oldu.
1* İstanbul anadolu yakası, Ankara, İzmir, Antalya ve benzeri büyük şehirlerde, hatta “tüm ülke çapında” benzer yapıların olmaması mümkün mü? Ülke genelinde yaşanan sağlık sorunlarının sadece tek bir yerle sınırlı olduğunu düşünmek, büyük resmi görememek olur. Neredeyse özel hastanelerin “büyük kısmı” güçleri ölçüsünde bunu yapıyor. Kamunun bunu yapmasına gerek yok zaten “küvözhaneleri” hiç boşalmayacak şekilde dolup dolup boşaltıyor, kimse neden dolup dolup boşaltıyor demeden 40, 80, 90, 150. sıradan kadın doğum doktoruna muayene olmaya devam ediyor. Yüksek nicelikte yüksek nitelik bekliyor.
2* Gebelerin birbirlerini “maddi çıkar çatışmaları” ile feromonlayıp, bir araya gelip, birbirlerine hastane övdüğü, yaptıkları hastane seçimiyle kendilerini akıllı/ haklı/uyanık/mantıklı hissettikleri hizmetin ucuz olduğu hastanelerde yani “kuyruk oluşturdukları” hastaneleri görmek bile sorunun derinliğini anlamak için yeterlidir.
Bu kuyruk yapılan, hınca hınç dolu özel hastanelere kimse “hiç” bakmıyor, “sen neden ucuzun” , “neden sana gebeler yığılıyorlar” diye hiç kimse sormuyor. Çünkü hepsi uyanık/haklı/akıllı.
( Bu kuyruk yapılan hastanelerde bir hekim çok tutulur, ona müthiş bir yığılma olur, herkes onu çok över, o hekim yüceltilir, randevuları full gider, bu hekim bir yerde bir zaman diliminde büyük hata yapar ve ondan toplu halde ondan kopulur, vebalı gibi kaçılır ve o hekim artık başka bir şehire gider, sonra aynı hastanede yeni bir yığınılacak hekim aranır, hemence aranılan kan yine bulunur. Bu şaşmaz döngüdür.) Neden bunu hiç açıklamamışsınız, etraflıca anlatmışsınız, her şeyi biliyorsunuz!
Doğum hizmetini ucuza, bedavaya verip, takip sürecini cazip hale getirmek; hatta doğum ücretini minimumda tutmak bile bu sistemde bazı hastaneleri cazibe merkezi yaptı. Bebeğin küvöz masrafını devletin karşılaması fikri de bu döngüyü besleyen unsurlardan biri.
Vatandaş ben para vermeyeyim, doğumu – gebelik takiplerini “ucuza kapatayım” , bebekler küvöze girsin, iyi bakılıyor modundaydı. Anladınız mı döngüyü, kommersal yaşamı!
3* “Doktorun elini cebinizden çekeceğiz” söylemiyle yürütülen politikalar halkımızın “ALKIŞINI” topladı. Ama eski Türkiye’de ya da muayenehanelerin ön planda olduğu dönemde bu denli büyük krizler hiç ama hiç yaşanmazdı. Doktorlar, mesleklerine değer veren bir sistemde çalıştığında, daha özverili bir performans sergiliyordu. İntihar eden, dövülen, öldürülen, arabasının frenleri kesilen, kemikleri kırılan, küfürler edilen, kazanç kaygısı içinde olan, yoğun bakımlık olan, odaya kilitlemiş hunharca dövülen doktorlar hiç yoktu.
Gebelik takibi ve doğumu ucuz tutarsın, tüm gebe piyasasını “hastanemizde tam teşekküllü yoğun bakım ünitesi var” diye ( güvenlik ihtiyacını tetikleyerek) domine edersin. Sonra 4 – 5 tane hızlı çalışan, gir çık yapan, küvözhaneler ile alakası olmayan ama dünyadan bi haber, saf değil ama saftirik kadın doğum doktorları ile ( böyle doktorlar ile çalışmak istediğini söyleyen hastaneciler var!, vatandaş ise bu gir çık yapan tipleri çok sefer, bunların ağızları dilleri ballı cümleler kurarken onları dinlemeyi çok sever) tüm gebe piyasasını domine edip, küvözhaneleri sürekli besleyen hastane üst akıl yöneticileri vardır. Bu tipler akıllarınca gebe takip eder ama hunharca kullanıldıklarını bile bilmezler. Gelir Kaygısı, tıkırında giden işler nedeniyle de kurcalamaz, duymaz, görmez, 33333 maymunu oynar.
Devam edeyim…
Memlekette Doktorlar artık yoruldular, metal yorgunluğu ve deforme oldukları çok açık: Kendilerinden sürekli fedakarlık beklenirken, doktorların “karşılıksız cömertlik” sergilemeye bırakılmaları bu yorgunluğun temel sebeplerinden biridir. Anlaşılıyor ki sistem de koşturulan “hayvan terli” kavramı artık “hayvan çatlamaya” dönüşmüş. Çevreden, gizli ellerin yaptıklarından bi haber niteliksiz ama niceliksel çalışan hekimler “etkin çoğunluk” oldu.
4* Büyük devletimiz, sağlıklı gebelik takibi ve doğumu adeta basit /adi/olağan bir işlem gibi görüp minimal ödemelerle, puancılık oyunlarıyla bu emekleri, akıl terlerini küçümsedi, aşağıladı. Komplikasyonlu doğumlara ve yoğun bakım gerektiren bebeklere ise devasa kaynaklar aktarıldı. Bu yönelimin, kaliteli gebelik takibine gösterilen önemi azalttığını görmemek elde değil. Günlük 14000 küvöz oluşmuş!
5* Türkiye’de yılda yaklaşık 1 milyon doğum oluyor ve ortalama % 10 – 15 (bence %20) bebek yoğun bakımlık, pert, perişan doğuyor – doğurtuluyor. Bu ülkede toplum tarafından erken doğum bir hastalık / sorun / problem olarak görülmüyor, “erken doğdu fırlama” denilerek olağanlaşmış. Bu bebekler ortalama 5 gün küvözde kalsa, 14000 yataktan hesap edersek, “yılda 1 milyon küvöz yatağı” potansiyeli oluşuyor.
1 milyon küvöz kapasitesine devlet günlük su gibi para akıtınca, böyle ballı kaymaklı bol paralı bir sistemi beslemek için kimse sağlıklı bebeklerin doğumunu teşvik etmez, çünkü hiç kimse ( hem vatandaş hem de devlet) oraya (sağlıklı gebelik takibi ve doğuma) harcama – ödeme yapmıyor. Sonra sistemdeki tüm gebeler domine edilirse, gebe piyasası ele geçirilirse, kaçınılmaz şekilde minimum %20 sıkıntılı doğanlardan elde edilecek küvözhane geliri tüm gebelerin sağlıklı doğduklarında elde edilecekten fazla olacağından, vatandaşı üzmeye kırmaya gerek yoktur. Gebelik takibi ve doğumu sürüm işe sokarsın olay biter. Bu olurken, hem bu sistem idame ettirilecek hem de aileler kendilerini akıllı, haklı, iş bilir hissettirilecek. Okumaya devam….
6* Bir jinekoloğun günde maksimum/azami 15 gebe ile ilgilenmesi gerekirken, bu sayı kimi yerlerde günde, yani 8 saatlik mesai ile 30, 40, 50 ila 200 gebeye kadar çıkıyor. Yoğun bir tempo, vahşi “sürüm usülü iş” , baş döndüren bir sistem; ama vatandaş bu durumu sorgulamaksızın kabul ediyor, hatta avantajlı/süper /kaliteli/10 numara 5 yıldız/çok hasta görüyor çok iyiler şeklinde buluyor/algılıyor.
Çünkü para vermiyor!, çıkar çatışması!
Vatandaşın kendi sağlığına bu derece ticari bir yaklaşımla bakması, özellikle gebe vatandaşlar tarafından böyle ele alınması, gebelik ve doğum hizmetlerini kalite açısından aşırı zayıflatıyor.
7* Gebelik takibi, artık “olduğu kadarıyla doğsun” yaklaşımıyla ilerliyor. Salgın şeklindeki plansız hamilelikler, hazırlıksız doğumlar sonucunda, bebek yoğun bakım yatak sayısı şehir şehir artarak 14 bin yeni doğan yatağına kadar ulaştı. Bu yataklar sürekli dolup dolup boşalıyor; ama bu sorun halk tarafından yeterince önemsemiyor, ucuz olsun, bedava olsun, “kimse benden para istemesin” derdindedirler.
Hatta bebeğin sakat, özürlü olması dahi bir avantaj olarak görülmeye başlandı; evde bakım parası alırız, ötv siz araba alırız, yardım alırız şeklinde düşününler çok sayıdadır. Toplum iyi yöne gitmiyor!!!
8* Ekonomik durumları gayet iyi olan çoğu aileler bile gebelik için herhangi bir bütçe (gebelik bütçesi) ayırmayı düşünmüyor, en ucuza hatta bedavaya yöneliyor ve bu yaklaşımı bir zeka göstergesi, haklılık, iş bilirlik olarak görüyor.
9* Bir jinekologun “günde” en fazla/maksimum/azami 15 gebe muayene etmesi gerekirken, sırf bedava ya da düşük ücretli olduğu için devlet hastanelerinde 30, 40 hatta 100 – 150. sıradan muayene olan, özel hastanelerde ise 65. sıradan muayeneye talip olan bir kitle var. Bu da kaçınılmaz olarak anne – aile kaynaklı ihmalkarlıklara ve yoğun bakımlık/pert/küvözlük bebeklere yol açıyor. 40, 80 hatta 150’nci sıradan muayene olmayı, “ucuz sürüm mantığıyla” hastaneye gitmeyi tercih edenlerin (zenginler çok sayıda!) sayısı hiç de az değil, “tüm toplum” bu şekilde!
10* Bütün bu sürecin sonucunda, hazırlıksız gebeliklerin kötü sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kalıyoruz. Küvözlere mahkum edilen bebekler, yetersiz takiplerden doğan komplikasyonlar artık ülke genelinde alarm veriyor. 1 milyon küvöz potansiyeli yani rant olan bir yerde suç olmaz mı? Bunlar suç oluşmasına sebep veriyor. Devam edeyim…
11* Küçük bir harcama yapıp büyük bir servet ödemiş gibi övünenler, azılı şekilde üste çıkanlar, ağzı köpüklü tükürükle saldırmaya hazır olanlar devletin tüm kaynaklarını bu sisteme akıtmasını istiyor; zengin – fakir hepsi böyle düşünüyor, ancak hiç kimde hiçbir maliyetin altına girmeyi kabul etmiyor. Bedava karşılıksız cömertlik! salgını mevcut
12* İki dakikalık yüzeysel/yalap şalap/üstün körü muayeneleri yeterli/üstün/eksiksiz/10 numara 5 yıldız görülüyor; emeğini, akıl terini hak ettiği şekilde isteyen Jinekolog doktorları ise “paracı/pahalıcı/paragöz/paraya doymadılar ” diye suçluyorlar. Sonuç: pert, küvözlük, yoğun bakımlık bebekler.
13* Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ortaya çıkardığı bu durum, intiharlar, sağlıkta şiddet olayları ve sakatlıklar, ölümlerle dolu bu tablo, sorunun ne denli karmaşık bir hale geldiğini gözler önüne seriyor.
14* Hayatında hiç Jinekolog doktora gitmeyen, rahim sağlığını hiç ama hiç sorgulamadan “kronik iltihaplı, polipli, miyomlu ya da retrovert, hipoksik, yaşlı,… ” bir rahime sahip olduğu halde direkt hamile kalan ve ancak gebeliğin 4. veya 5. ayında, hastalık garanti olunca anormalliği fark eden, canı yandığı için fark etmek zorunda kalan kişilerin sayısı salgın boyutunda artıyor. Sonuçta küvözlük hale gelmiş, neredeyse yaşama şansı zor olan bebekler ordusu ortaya çıkıyor. “Günlük 14000 nüfuslu”, yıllık 1 milyon nüfuslu küvözistana bu aileler ciddi destek veriyor.
15* Gebelik boyunca ilçe ilçe, şehir şehir doktor gezen, hiç bir Jinekolog hekimle güven bağı kurmadan, bir jinekolog doktorun emeğine saygı göstermeden sürekli hoydur hoydur doktor gezen, doktorlar arasında savrulan, onları sürekli birbiri ile kıyaslayan, 1 puan ile yıldızlayan, kendilerini doktordan akıllı zanneden gebeler ordusu, en sonunda “sorunlu /problemli” bir doğumla mağdur bir doktorun elinde kalıyorlar / patlıyorlar / gümlüyorlar . Yoğun bakımlık bebeklerle sonuçlanan bu durumda kim haklı, kim haksız?
16* Gebelik takibini özelde yapıp doğumu devlete, doğumu özelde yapıp takibi devlete yaptıran, tahlilleri devlette yaptıralımcılar ( kendince uyanık ama nesebine vicdansız, tek taraflı çıkar çatışması! ) bir “terör örgütü” gibi, “tüm sistemi yozlaştıran” bir yapı ortaya çıkıyor. Kendi bedenine ve bebeğine yatırım yapmayan, sorumsuzca davranan bu anneler, aslında kendi elleriyle küvözlük bebekler dünyaya (14000 nüfuslu küvözistana) getiriyorlar.
17* Gebeliğe minicik bir harcamada bile sanki bir servet ödemiş gibi davranan, bebeğine yatırım yapmayı “hırsızın eline kendi eliyle para koymuş” gibi gören bir zihniyet ordusu var. Bu anlayışın sonucu: 14.000 nüfuslu bir “küvözistan” ülkesi.
18* Bedava ya da ucuz gebelik takipleri ve doğum yapılan hastanelerde uzun kuyruklar oluşturan aileler de bu sistemi besliyor. Bebekleri küvöze alındığında hiç sesleri çıkmıyor, çünkü gebelik ve doğumu “ucuza kapattılar.” Bu bir döngüdür ve anneler, aileler bunu besliyor. Bedava peynirin fare kapanında olduğunu, bir hizmete, bir işe para vermediklerinde malzemenin kendilerinin, bebeklerinin olduğunu bilmiyorlar mı?
Elbette biliyorlar!
Çıkar çatışması!
19* Paket paket sigara, alkol, uyuşturucu kullanan, tedavi ve takibi umursamayan annelerin küvözlük bebekleriyle karşılaşıyoruz. Bu annelerin sorumsuzluğu neden konuşulmuyor? Küvözistana rant üretmiyorlar mı?
20* Hastanelerin otoparkını lüks Avrupa marka arabaları ile dolduran aileleri konuşalım… , Bu aileler Dünyanın en pahalı yakıtına ve arabalarına en yüksek paraları öderken en temel gebelik testleri için bile ödeme yapmaktan kaçınıyor. “Fulleyelim depoyu ama bir hemogram istemeyin” zihniyeti bu ülkeyi küvözistana çevirdi. Neden bunu kimse konuşmuyor?
21* Sağlıklı gebelik ve doğum için hiçbir bedel ödemek istemeyen, ama iş yoğun bakımlık bebek olduğunda kesenin ağzını açan sistemin bu ikiyüzlülüğünü konuşalım.
Bu sorunlar yalnızca belli bir şehirde değil; Ankara’dan İzmir’e, Antalya’ya kadar her yere yayılmış durumda. Artık 14.000 küvözlük bebeğe sahip bir “küvözistan” oluştu ve bu düzen, bir rant kapısı olarak görülüyor. 1 milyon küvöz yatağı!
22* Birde şöyle bir durum var ve aşırı derecede yaygındır. Doktor bey biz ev, araba, arsa aldık ve bizim kredi ödememiz var. Biz mal mülk yapmaya çalışıyoruz ve buna saygı gösterin ve bizden gebelik için, tedavi için ücret almayın, 1 alırsanız 3 defa almayın vehameti, aymazlığı, ölümcül cimriliği vardır. Bu durum münferit olay olmadığı gibi, 3 – 5 kişiden ibaret de değildir. İşte bu zihniyete sahip insanların bebekleri küvözlere aday olmuyor mu? Tarihin hiç bir döneminde tıp bilimi karşılıksız Cömertlik ile İcra edilmemiştir. Dünyanın hem ilk hastane hem de ilk özel hastanesini kuran hipokrat bile hastaneye girişte adak sunulmasını, hediyeler bağışlar sunulması durumunda tedaviye başlamıştır. Yani bu ölümcül bedavacılığa biz nasıl düştük?
23* Maaş alan emir alır, sorgulamaz, niteliksel değil, niceliksel çalışır. Sonra gelir – gelecek kaygısına düşenden ahlaki davranış beklemek sadece zalim ruhlara özgüdür. İşte hekimleri maaş baskısı, gelir kaygısı altında tuttuğunuzda sermayenin, insan davranışının nasıl kötüye kaydığını yaşayarak görmüş olduk. Hekimin emek ve akıl terini gerçek anlamda hakkı ile ve alnı – aklı kurumadan vermek yerine onlara, kendilerine lütfedilene müteşekkir olmalarını beklemek su katılmamış yamyamlıktır, aç gözlülüktür. Doktorları para babası, doğuştan zengin görme hasedinden toplumumuz artık çıkmalıdır.
Ailelerin gebeliklerde tatbik ettikleri para sevgisi, mal mülk sevgisi yani zarar veren, suç üreten, suça teşvik eden KENZ Ve TEKASÜR’ü neden kimse konuşmuyor?
24* Hekimlere şirket kurdurarak Yoğun bakımları, poliklinikleri, kardiyoloji Yoğun bakımlarını, tüp bebek ünitelerini kiralamaya yani sağlığın taşeronlaştırılmasına neden ses çıkarılmıyor, çünkü ucuz, daha ucuz en ucuzu gerekli… Herşey ucuzlarken hekimin kaliteli kalmasını beklemek, onun kaliteli kaldığına inanmak gerçeklikten kopmaktır. Bu Çete olayında hastaneler SGK dan alınan paranın %60 ını almış, kalan %40 ı zannedersem gideri düştükten sonra paylaşılmış. Yani aslan payını hastane sahipleri, ortakları almış, onlar neden hiç sorgulanmadı? Bakın buradaki oranlar yani 60 – 40 yerine 40 – 60 olsaydı, belki bu olay hiç olmayabilirdi, vahşi çıkar çatışmasının neden olduğu parasal darboğaz (%40 yetersizliği ) bu çeteyi iyice yoldan çıkarmış, karlılığı artırmak için (çünkü paranın %60 ını hastane patronlarına löp şekilde kaybetmişseniz, %40 ile işletmeyi döndüremezsiniz) nihayetinde belli bir süre sonra erdemlerinizi kenara bırakmak zorunda kalırsınız, robotlaşırsınız, bu kaçınılmazdır. İşte bu olmuş. O yüzden sağlıkta taşeronlaşma, şirket kurdurarak hekimlerin çalışması yasaklanmalıdır.
*****
SONUÇ;
Necip milletimiz “çıkar çatışmalı” yanılgıdan artık çıkmalı; gebelik döneminde bütçe yapmayı öğrenmeli ve gebelikte “tasarruf – kısıntı” anlayışını derhal terk etmeli. Gebelik süresince, malını, mülkünü, parasını seve seve feda etmeyi kabullenmeli.
Gebelikte tasarruf (kısıntı) olmaz, gebelikte mal, mülk, para, imkan seferber edilir, feda edilir. Aileler bunu artık öğrenmeli, gebelik bütçesi yapmalı, 10/5/2 kuralına riayet ederek gebeliklere kaliteli şekilde hazırlanmalıdırlar.
Ve acilen bir jinekologun günde 15’ten fazla gebeyi muayene etmesi yasaklanmalıdır.
Kamu/Devlet yozlaşmış sistemi dengelemek için özel muayenehanede “nitelikli hekimlik” icrasında bulunan jinekologlardan hizmet satın almalı, özel muayenehaneleri SGK bünyesine serbest çalışmayı bozmayacak ve hekimlik emeğini & akıl terini sömürmeyecek şekilde entegre etmelidir.
Ancak bu adımlar atılırsa küvözistana duyulan ihtiyaç azalır ve yönetilmesi gereken bir rant, çeteler otomatikmam ortadan kalkar. Vatandaş da devlet de el birliğiyle doktorların emeğini sömürmeye devam ederken, dürüst hekimlerin sınırını zorlamamamız gerektiği unutulmamalıdırjj. Ben her naneyi yiyeyim, her türlü çıkar çatışmasında sınır tanımayayım ama karşımdaki hep dürüst olsun mantığı saçmalıktır, hayatın olağan akışına aykırıdır. Herkes dürüst olacak! Herkes lütüf edileni değil!, gerçek hakkını alacak, işini de güzel yapacak.
Vatandaşın artık kendi sağlığına özellikle gebelik ve doğumlara daha fazla özen göstermesi, sistemi sorgulaması ve bu döngüye bilinçle yaklaşması gereklidir. Anne – Fetus çatışmalarında kaçınılmaz, şekilde gebe kadınların Pirus zaferi kazandıklarını artık idrak etmesi gereklidir.