Geçen gün, üniversite kampüsünde yürürken ilginç bir sahneye tanık oldum. İki öğrenci, kantindeki son sandviç için adeta bir savaşa tutuşmuştu. Bu basit anlaşmazlığın şiddeti beni derinden etkiledi ve düşündürdü: Neden bu kadar kolay öfkeleniyoruz? Neden küçük anlaşmazlıklar bile büyük çatışmalara dönüşebiliyor?
Bu sorular, beni insan doğasının derinliklerine, beynimizin karmaşık yapısına doğru bir yolculuğa çıkardı. Psikiyatri alanında çalışan biri olarak, insan davranışlarını anlamaya çalışırken sık sık bu tür sorularla da karşılaşıyorum. Ve her seferinde, cevapların bir kısmının evrimsel geçmişimizde, bir kısmının da içinde yaşadığımız modern dünyada yattığını fark ediyorum.
Bir keresinde, YouTUBE’da bir hastanın MR beyin görüntülerini incelerken, limbik sistemin nasıl da canlı bir şekilde parladığını gördüm. Bu görüntü bana her zaman bir ateş topunu hatırlatır. Ve gerçekten de öyledir: Duygularımızın, korkularımızın ve içgüdülerimizin kaynağı olan bu “ateş topu”, milyonlarca yıllık evrimsel sürecin bir ürünü.
Limbik sistemin önemli bir parçası olan amigdala, adeta beynimizin duman dedektörü gibidir. Ama doğrusunu sorarsanız bazen bu dedektör aşırı hassas olabiliyor. Örneğin, geçen hafta markette alışveriş yaparken, birinin bana çarptığını hissettim. Amigdalam anında devreye girdi. Nerden mi anladım? Kalp atışlarım hızlandı, kaslarım gerildi. Refleksle dönüp baktığımda gördüğüm şey, sadece raftan düşen yumuşak bir ekmek paketiydi.
Bana göre bu deneyim, modern dünyada yaşadığımız birçok “tehlike” algısının aslında yanlış alarmlardan ibaret olduğunu gösteriyor. Peki ya sosyal medya ve haber kaynakları? Bu platformlar da, amigdalamızı sürekli olarak uyarıyor, “savaş ya da kaç” tepkimizi tetikliyor. Az sonra vereceğim örneği birçoğumuz deneyimlemiştir diye düşünüyorum. O da şu: Tartışmalı bir haber başlığı gördüğümüzde, beynimiz bunu potansiyel bir tehdit olarak algılıyor ve hemen savunmaya geçiyor. Bu da toplumsal kutuplaşmayı artırıyor.
“Savaş ya da kaç” tepkisi, atalarımızın hayatta kalmasını sağlayan muhteşem bir mekanizma. Ama günümüzde bu tepki, bazen komik, bazen de trajik sonuçlar doğurabiliyor. Dahası ilişkilerimizde pek çok yanlış anlamaya ve kafa karışıklığına neden olabiliyor.
Geçenlerde, bir arkadaşım iş yerinde yaşadığı bir olayı anlattı. Önemli bir sunum sırasında, projektör aniden bozulmuş. Arkadaşım, o an kendini sanki bir aslan tarafından kovalanıyormuş gibi hissetmiş. Kalbi deli gibi atmaya başlamış, elleri terlemiş ve bir an için odadan kaçıp gitmeyi bile düşünmüş. Özellikle akademide olanlarımız bu deneyimi ya yaşamış ya da tanık olmuştur öyle değil mi?
Bu olay, modern dünyadaki “tehditler”in nasıl da farklılaştığını gösteriyor. Artık vahşi hayvanlardan kaçmıyoruz belki, ama sosyal reddedilme, ekonomik belirsizlik veya performans kaygısı gibi “tehditler” karşısında da aynı tepkileri veriyoruz. Ve ne yazık ki, sosyal medya ve bazı haber kaynakları bu tepkileri daha da körüklüyor.
Peki bu platformları daha yapıcı hale getirmenin yolları neler olabilir? Belki de algoritmaları, sadece etkileşim değil, aynı zamanda empati ve yapıcı diyalogu teşvik edecek şekilde yeniden tasarlamalıyız. Farklı görüşleri dengeli bir şekilde sunan, tartışmaları kutuplaştırmak yerine ortak noktaları vurgulayan platformlar oluşturmalıyız.
İnsan beyni, yaklaşık 300.000 yıllık bir süreçte evrimleşti. Bu sürecin büyük bir kısmında, atalarımız küçük avcı-toplayıcı gruplar halinde yaşıyordu. O zamanlar, hızlı tepki vermek hayati önem taşıyordu. Yırtıcı bir hayvanla karşılaşıldığında, düşünmek için zaman yoktu. Her an tetikte olmak zorundaydılar, zira en ufak bir hata onlara pahalıya patlayabilirdi.
Şimdi düşünüyorum da, ofisteki o hararetli toplantılar, trafikte yaşanan gerginlikler, sosyal medyadaki ateşli tartışmalar… Hepsi de bir bakıma, bu eski beyin devrelerimizin modern dünyadaki yansımaları.
Geçen yıl, farklı kültürlerden gelen öğrencilerle bir çalışma yürüttüm. İlk başta, gruplar arasında bir gerginlik vardı. Ama zaman geçtikçe, bu gerginliğin aslında “bilinmeyen”e karşı olan içgüdüsel bir tepki olduğunu fark ettim. Beynimiz, farklı olanı potansiyel bir tehdit olarak algılıyor. İşte önyargıların ve ayrımcılığın temelinde yatan nörobiyolojik mekanizma bu.
Ancak burada kritik bir soru ortaya çıkıyor: Ekonomik eşitsizlik ve ayrımcılık gibi faktörler, bireysel çabalarımızı nasıl etkiliyor? Kendi deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, bu sorunlar bizleri sürekli bir stres ve tehdit algısı içinde yaşamaya itiyor. Kronik stres altında yaşayan bir kişi, prefrontal korteksini etkin bir şekilde kullanamaz ve daha çok limbik sisteminin kontrolünde hareket eder. Bu da toplumsal barışı zorlaştırır.
Daha adil ve kapsayıcı toplumlar oluşturmak, barışçıl eğilimleri güçlendirebilir. Bence ekonomik güvence, eğitim fırsatları ve sosyal adalet, insanların “savaş ya da kaç” modundan çıkıp daha işbirlikçi ve empatik davranmalarını sağlayabilir.
İnsan beyni, gerçekten de ilginç bir yapıya sahip. Bir yandan çatışmaya meyilli, diğer yandan iş birliği ve empatiye açık. İşte bu ikilemin merkezinde, prefrontal korteks yer alıyor.
Prefrontal korteksi, beynimizin CEO’su olarak düşünebiliriz. Planlama, karar verme ve dürtü kontrolünden sorumlu. Fakat aynı zamanda, empati ve sosyal davranışların düzenlenmesinde de kritik bir rol oynuyor.
Bir keresinde, yürüttüğüm bir grup terapisi seansında ilginç bir şey gözlemledim. Grupta yer alan iki danışanım, bana göre kendilerinin de somut bir neden bulamadığı şekilde başlangıçta birbirlerine karşı oldukça agresifti. Seansın ilerleyen zamanlarında onlara birbirlerinin bakış açısını anlamalarını sağlayan basit bir egzersiz yaptırdığımda, tavırlarının gözle görülür şekilde değiştiğini gözlemledim. İşte bu, prefrontal korteksin gücüydü: Limbik sistemin aşırı tepkilerini kontrol edebilme yeteneği.
Ne var ki stres altındayken, prefrontal korteksin aktivitesi azalır. Sanırım hepimiz, stresli anlarda söylediğimiz veya yaptığımız şeylerden pişman olmuşuzdur. İşte o anlarda, limbik sistem kontrolü ele geçiriyor ve daha ilkel, dürtüsel tepkiler veriyoruz.
Prefrontal korteks ve limbik sistem, beynimizde sürekli bir denge arayışında olan iki zıt güç gibidir ve sürekli etkileşim halindedir. Bu güçler aynı zamanda beynimizin hem rekabetçi hem de işbirlikçi eğilimlerle evrimleştiğinin bir göstergesidir.
Tüm bu bilgiler ışığında, barış için programlanmamış bir tür olduğumuzu söylemek doğru olur mu? Ben bu soruya “hayır” demek istiyorum. Evet, çatışma için bazı içsel eğilimlerimiz var. Ama aynı zamanda, barış ve iş birliği için de programlanmışız.
İşte size bazı öneriler:
1. Farkındalık Geliştirin: Beynimizin nasıl çalıştığını anlamak, tepkilerimizi daha iyi yönetmemize yardımcı olabilir. Ben her sabah nefes egzersizleri (diğer gevşeme egzersizleri de aynı etkiyi yaratır) yapıyorum ve bu, günlük stresle başa çıkmamda büyük fayda sağlıyor.
2. Empati Egzersizleri Yapın: Farklı bakış açılarını anlamaya çalışmak, çatışmaları azaltabilir. Örneğin, her gün rastgele bir kişinin (belki otobüs şoförü, belki market kasiyeri) hikayesini hayal etmeye çalışın.
3. Stres Yönetimi Öğrenin: Kronik stres, limbik sistemimizi sürekli alarm durumunda tutar. Düzenli egzersiz, yeterli uyku ve hobiler edinmek, stres yönetiminde etkili olabilir.
4. Eğitim ve Diyaloğu Destekleyin: Toplumsal düzeyde, farklılıklar hakkında eğitim ve kültürlerarası diyalog, “öteki” korkusunu azaltabilir. Belki de yerel bir kültür merkezinde gönüllü olmayı düşünebilirsiniz?
5. Medya Tüketiminizi Gözden Geçirin: Sürekli olumsuz haberlerle bombardımana tutulmak, stres seviyemizi artırır. Dengeli ve yapıcı içerikler sunan haber kaynaklarını tercih edin.
6. Toplumsal Adalet İçin Çalışın: Daha adil ve eşitlikçi bir toplum için çaba gösterin. Bu, herkesin daha az stres altında yaşamasını ve daha barışçıl davranmasını sağlayabilir.
Sonuç
İnsan beyni, evet, çatışma potansiyeli taşıyor. Ama aynı beyin, inanılmaz bir öğrenme ve değişme kapasitesine de sahip. Nöroplastisite sayesinde, beynimiz yaşam boyu şekillenmeye devam ediyor.
Evrimsel mirasımızı tamamen değiştiremeyiz belki ama bu mirası anlayarak ve bilinçli çabalarla yönlendirerek, daha barışçıl bir gelecek inşa edebiliriz. Unutmayalım ki, barış sadece savaşın yokluğu değil, adaletin, eşitliğin ve karşılıklı anlayışın varlığıdır.
Son olarak, size bir soru sormak istiyorum: Beynimizin derinliklerindeki bu çelişkiyi nasıl yöneteceğiz? Sizce barış, bu soruya vereceğimiz yanıtta mı yatıyor?
Bu yazıyı okuduktan sonra, belki de çevrenizdeki küçük çatışmalara farklı bir gözle bakacaksınız. Ve kim bilir, belki de bir gün, kantindeki son sandviç için kavga eden iki öğrenciyi görünce, onlara gülümseyip kendi sandviçinizi paylaşmayı teklif edersiniz. Çünkü bazen, barış için atılan en küçük adımlar, en büyük değişimleri başlatabilir.
Unutmayın, hepimiz aynı gezegende yaşıyoruz ve hepimiz bu yolculukta birlikteyiz. Farklılıklarımızı kucaklayarak, empati kurarak ve birbirimizi anlamaya çalışarak, belki de bir gün gerçek anlamda barış içinde yaşayan bir tür olabiliriz. Bu yolculukta her birimizin rolü var. Siz de kendi barış yolculuğunuza bugün başlayabilirsiniz. Ne dersiniz, birlikte daha iyi bir dünya inşa etmeye var mısınız?
Kaynaklar
Addimando, F. Introduction to Negotiation Neuroscience. In: Negotiation Neuroscience. Springer, Cham. 2024. https://doi.org/10.1007/978-3-031-69754-8_1
Cleveland Clinic Health Essentials. 2023. What Is Neuroplasticity? How It Works. Access: https://health.clevelandclinic.org/neuroplasticity
Eslinger, Paul J., et al. “The neuroscience of social feelings: mechanisms of adaptive social functioning.” Neuroscience & Biobehavioral Reviews 128 (2021): 592-620.
Šimić G, Tkalčić M, Vukić V, Mulc D, Španić E, Šagud M, Olucha-Bordonau FE, Vukšić M, R Hof P. Understanding Emotions: Origins and Roles of the Amygdala. Biomolecules. 2021 May 31;11(6):823. doi: 10.3390/biom11060823. PMID: 34072960; PMCID: PMC8228195.
Tomova L, Majdandžic J, Hummer A, Windischberger C, Heinrichs M, Lamm C. Increased neural responses to empathy for pain might explain how acute stress increases prosociality. Soc Cogn Affect Neurosci. 2017 Mar 1;12(3):401-408. doi: 10.1093/scan/nsw146. PMID: 27798249; PMCID: PMC5465825.
1 yorum
Bu harika makaleyi okuduğum için şanslı hissediyorum. Yazarı tebrik ederim. Toplumsal adalet için herkesin kendisine dönmesi ve gerekeni sorması lazım..