Ben yıllardır akademisyenim, yani asıl işim bu, en azından öyle gibi görünüyor. Diş hekimliğinde akademisyen olunca o bildik odasına kapanıp yazıp çizen, derse giren akademisyen prototipinden; proje üreten, araştırma yapan akademisyen tipinden daha farklı bir araştırmacı tipi çıkıyor insanların karşısına. Hareketli araştırmacı ya da mobil araştırmacı diyorum ben bu araştırmacıya. Hareketli araştırmacı bir taraftan öğrenci eğitiminin laboratuvarı klinik öncesi kısmıyla ilgilenirken, bir taraftan klinik kısmıyla ilgilenen, uzmanlık öğrencilerinin eğitimlerinin sorumluluğunu alan, stajyer öğrenci eğitimi, kliniğin işlemesi için gerekli malzemeleri ve yardımcı personeli denetleyen, yönetim ve eğitimle ilgilenen birisi…
Aslına bakarsanız bu iş yükü başlı başına bir başka konu başlığı olabilir. İş yükünün çeşitliliği açısından bize en yakın grup tıp hekimi olan akademisyenler, onlarda da bizimki gibi bir bölünmüşlük durumu söz konusu. Yani aslında her birisi farklı beceriler gerektiren bu işleri layıkıyla yapabilmek mümkün değil. İşin içine artan öğrenci, üniversite ve azalan öğretim üyesi sayısı da girince işler biraz daha zorlaşmakta. Diş hekimliği araştırmacısının bir kaç binyıllık bir zamanı olsaydı belki de hız ve esneklik üzerine evrimleşebilirdik. Evrimden asıl konum olan makale yazmaya gelecek olursak bu kadar işin arasında biz akademisyenlerden istenen bir şey var ‘makale yazmak’. Biz diş hekimleri olarak iş hayatımızın içinde oradan oraya koştururken ve aslında toplumun içinde bir şeyler yapmaya çalışırken bizden toplumun çok ilgilenmediği hatta dünya dışı bir iş yapmamız bekleniyor ‘makale yazmak’.
Öncelikle araştırma geliştirme, planlama ve sonuçta araştırmayı yapıp sonuçları da ele alıp yazmamız gerekiyor. Bu makalelerin toplandığı kanallardan biri olan ‘pubmed’i açıp bakarsanız görürsünüz tıp ve diş hekimliği alanında milyonlarca yayın var. Yayınlanan bilimsel makalelerin ortalama 4-5 kişi tarafından okunduğu bir dönemde yaşıyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz; inanılmaz büyük emek veriyoruz ama okumuyoruz ve okunmuyoruz. Bilim adamları okumayı sevmiyor mu yoksa? Hemen kendimden örnek vereceğim, çocukluğumdan beri önüme ne atsan okuma konusunda tam bir canavarım, önüme ne atsan okurum, İngilizce, Türkçe; hatta bir süredir cebime yeni koyduğum Almanca bile okuyorum. Popüler bilim kitabından aşk romanına her şeyi okurum, önüme broşür at okurum. Blogger at okurum. Kişisel gelişimden bilim kurguya, felsefeden sosyal bilimlere, çocuk kitaplarından hobi kitaplarına… Bilimsel makaleye gelinceye kadar birçok şeyi okuyabilme becerim var ama bilimsel makalelerde tökezliyorum. Gitmiyor, akmıyor, ilerlemiyor. Okunmak için değil de okunmamak için yazılmışlar gibi. Yıllar içinde farklı teknikler geliştirdim ama hala bilimsel makaleleri zevkle okuyamıyorum. Sorunun bilim okuyucularında olduğunu düşünmüyorum. Bilim yazarlığının çok zorlu bir iş olduğunu ve çoğumuzun bu zorlu işe vakit ayırmasının bile bir mucize olduğunu da biliyorum. Yine de bu işin bir çıkışı olmalı diye düşünüyorum; bir reform, bir ilerleme olmalı yazılarımızda ve bunca emek verilerek yazılmış makaleler neden uzay boşluğunda salınmamalı.
Ben kendi açımdan bir bilinmezlik içinde el yordamıyla makale yazmayı öğrendim, sonrasında makale yazımıyla ilgili kurslar ve kolaylaştırıcı eğitimler ortaya çıktı. Belki birçoğumuz da benim gibi el yordamıyla yazdı, belki anadilde yazamamak önemli bir sorundu, belki de anadilde kaynak bulamamak önemli bir sorundu. Belki okunabilir, zevkle okunabilirlik başka bir dilde yazarken daha zor oluyor; dil bariyeri dışında da çoğu makalenin gerçekten ilginç veya merak uyandıran bir konusu yok. Çalışma yapılırken araştırmacı o kadar çok yön değiştirmiş ki, ilk sorduğu soru anlamını yitiriyor. ‘Sarı eve nasıl giderim’ derken ‘mor arabayı almak için 15 lira gerekir’ diye sonlanmış bir yazı var önümüzde. Sonuca gelene kadar yazıdan kopup gidiyoruz. Makalelerin aşırı kuralcı bir yazım tekniği var ama bunları keyifli hale getirmek belki de mümkündür. Sadece popüler bilim değil, akademik dille yazılmış bilimi de daha akıcı bir şekilde yazabilmek mümkün olsa gerek. Buradan konuya hakim olanlara sesleniyorum, akademik makale yazmak yok olmaya yüz tutmuş zanaatlar listesine girmeden bir şeyler yapalım. Belki kurslar düzenlenebilir, belki editörler bu işi farklı bir şekilde ele alabilir, yazılarımız ve bu kadar emek verdiğimiz işler okunur hatta keyifle okunur hale gelebilir.
Sonsöz: Yazarlığın her türlüsü çok emek istiyor ama akademik makale yazarlığı bir başka…
4 yorum
Sayın Yazıcıoğlu, aramıza hoş geldiniz. Tıp ve Diş Hekimliğindeki rutin işlerimizin, çoğunlukla akademik çalışmaları engellediği söylenir. Kısmen de olsa doğrudur. Bizde her işi kendimiz yapmaya çalışarak zamanımızı kötü kullanıyoruz. Bunu önlemek için, başkalarını da işin içine katmamız gerekiyor. Veri toplanması ve literatür taranmasında araştırma görevlilerini, yazım işlerinde sekreterleri, değerlendirmede istatistikçileri işin içine katabiliriz. ben uzun yıllar klinikteki odamda cumartesileri de çalışarak, rutinden biraz olsun kaçabildim. Size kolay gelsin, yeni yazılarınızı bekliyoruz.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Adım Selim Kurtoğlu Çocuk Endokrinoloji ve Neonatoloji uzmanıyım. Bende çalışmalarımı sabah erken saatte odama gelerek hazırlamıştım Ayrıca yan dal uzmanları ile cumartesi pazar günleri buluşarak önemli sayıda makale hazırladık. Yine yazınızda vurguladığınız gibi çalışmalarda diğer branşlar ve istatistik uzmanları ile ekip halinde çalıştık. Prof Dr Selim Kurtoğlu
Sağlık bilimlerinde makale yazma/yazabilme daha kolay diyenlerdenim. Makalelere baktığımızda çok yazarlı ( veya çok fazla yazarlı da denilebilir) olduğu dikkat çekmektedir. Ayrıca hekimler ve diş hekimlerinde materyale erişme derdi yok. Tüm bunlara rağmen Tıp ve diş hekimliği eğitimi söz konusu olduğunda: 1) Çok zor, meşakkatli, aşırı çalışma gerektirir 2) Çok pahalı 3) Çok zaman gerektirdiğinden bahsetmemiz gerekir. Her şeyden önce bu tür eğitimin yapıldığı fakültelere girmek bile zorun zoru olduğunu her birey kabul etmektedir. Ancak diğer yandan mühendislik eğitimi de zor ve pahalı bir eğitim olarak dikkat çekmektedir. Mühendislik bölümlerindeki öğretim elemanları da her aşamada hem eğitim yaptırmak, deneysel ve uygulamalı eğitimlerde yer almak, projelerde görev almak ve sağlık bilimlerinde olduğu gibi ( belki sağlık bilimlerinden daha fazla sayıda olmak zorunda) makale ve bildiri hazırlama zorunluluğu mevcuttur. Makale yazılabilir ancak çok atıf alan , özgün konularda çalışarak makale hazırlamak, taktir edilir ki, oldukça fazla çaba ve alt yapı gerektirmektedir. bu arada lisans, Y. Lisans ve Doktora seviyesinde dersler, tez yönetmek ve özgün konularda tez konusu bulmak ve çalıştırmak gerçekten büyük çaba, özveri gerektirmenin yanında bilgi birikimi ve deneysel veya teorik çalışma yapabilme yetisi gerektirdiği vurgulamamız gerekir. Özellikle yurt dışı dergilerde yayın yapabilmek için çok iyi yabancı dil ( genel olarak İngilizce) bilmek ve bu dilde makale yazabilme yeteneği beklenir. En fazla tenkit edilen hususun makale dilinin yeterli olmadığı ve bu nedenle mutlaka ana dili İngilizce olan bir kişinin düzeltme yapması istenmektedir. Deneysel çalışma yapılacak ise teknolojik alt yapının da mutlaka çok iyi olması gerekir. Yıllar önce bir çalışma için Ankara’da bulunan bir üniversitenin imkanlarını kullanma izni veren bir profesör ( o dönemde ben yardımcı doçent idim) daha sonraki bir dönemde bana ” eski gezginler kumpanyası” gibi hep oraya buraya gidip gelme, kendi bölümünde gerekli alt yapıyı oluşturmanın yolunu bulmalısın” demişti. İşte özellikle Anadolu üniversitelerinin böyle bir sorunu var. Tüm bunlara rağmen makale yazmak öğretim üyelerinin birinci dereceden görevi gibi bir algı oluşmuş haldedir. Ancak öncelik bence meslek erbabı yetiştirmek olmalı. Ülkenin çok iyi doktorlara, diş hekimlerine, mühendislere ihtiyacı olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Okumak farklı yazmak çok daha farklı bir uğraşıdır. Herkesin aynı anda çok iyi araştırmacı, çok iyi eğitimci ve çok iyi pratisyen olmasını beklemek sonucu olmayan bir problemi çözmek gibidir. Bir dönem öğretim elemanlarını ” araştırmacı öğretim elemanı” ve ” eğitimci öğretim elemanı” olarak ayırmak gibi bir durum söz konusu idi. Ancak bu fikir ve uygulanması çoktan unutuldu. Buradan çıkan sonuç “her öğretim elemanından aynı performansı beklememenin yanı sıra farklı yeteneklerde olacakları gözden ırak tutulmamalıdır. saygılarımla.