Tıp fakültesinin ilk yılında hocamız Prof.Dr. Eşref Deniz, bize tıbbi terminoloji denilebilecek birkaç saat süren giriş dersini tıbbi biyoloji dersi içinde vermişti. Bazı kavramlar zihnimizde kolayca yer etti. Yıllar ilerledikçe “tıpça” diye oldukça tuhaf, çoğu zaman muğlak ve sıkça da uyduruk bir lisan yerleşti günlük dilimize. Bu dil biraz İngilizce, biraz Latince ve biraz da Türkçe karışımı, çoğu zaman da temelsiz bir garip dil haline geldi.
Yıllar önce bir konuşmacının anlattıklarından tek bir kelime anlamadığım anda sorgulamalarım derinleşti. O konuşma benim için bir ızdırap kaynağı olmuştu. Bu kadar mı tıp bilgisinden yoksundum? Hiç mi öğrenememiştim yoksa? Zaman geçtikçe bu konuşmacıya benzer pek çok konuşmacı ile karşılaştım. Ben anlayamıyordum anlatılanları. Yavaş yavaş dinlemekten caydım. Kendimi uzun ve zorlu okumalara adadım.
Duyduğum bazı söylemler beni derinden sarsmaya başlamıştı. Bir profesörün “imtina” kelimesini henüz öğrenmiş olması ve bunu da sıkça dile getirmesi bende dehşet duygusu uyandırdı. Bir başka profesör ise “Türkçe, kendimi ifade etmemde yetersiz” deyince şaştım kaldım. Aslında hangi dilde kendini iyi ifade edebiliyorsan onu kullan demek gerekti; diyemedim. Bazı sözcükleri orijinal kaynağından alıp kullanmaya devam ediyoruz. Gerçekte bizim söylemek istediğimiz ile karşıya ulaşan bambaşka olabiliyor bu durumda. Kürsüler bir müddet ne dediği anlaşılamayan insanlara hizmet etti. Bu arada pek çok iyi derecede yabancı dil bilen insanların anadilimizi de ne kadar temiz ve etkin kullandıklarına tanıklık ettim.
Dil, dış dünyaya duygu ve düşüncelerimizi iletmenin yegâne yoludur hiç şüphesiz. Dil ile birlikte düşünme yeteneğimizin de geliştiği göz ardı edilemez bir gerçekliktir. Dil bir hazinedir. Ne kadar çok kelime bilinirse soyut düşünme yetisi o kadar gelişir. Ben bir dilbilimci değilim ve bu sebeple de konunun derin bilimsel temellerine girmek gibi bir niyetim yok. Ben yıllarca dili saf ve arı haliyle kullanmaya çalıştım. Her zaman başardığım da söylenemez. Psikoloji ve hukuk eğitimlerim sırasında, tıp dışı binlerce sayfalık kaynakları da okumak zorunda kaldım. Bu zorundalık asla dışsal değil içsel bir istek, derin bir arzuya bağlıydı. Ancak dilin kullanılması ile ilgili en önemli farkındalığı rubâi yazmaya başladığım sırada kazandım. Şiir yazmanın en güzel yanının kuralsızlık olduğu varsayılır. Rubâi yazmaya başladığım ilk günlerde sanki Arapça ve Farsça dillerine mahkûm olduğum kanısına kapıldım. Ömer Hayyam, Fuzûli, Bâkî, Muhibbî öyle yapmamış mıydı? Bir kelimenin şiir içinde birden fazla tekrarlanması da bir sorundu. Bu sizin dil bilginizin pek dar ve sınırlı olduğunun ipucuydu. Her kelimenin yerine kullanabileceğim eş anlamlı sözcükler aramaya başladım. Duygu ve düşüncemi öyle bir anlatmalıydım ki… Dil bilgim gelişmeye muhtaçtı. Benim uzun okumalarım çare değil miydi yoksa? Türk Dil Kurumu’nun (TDK) sayfasına sıkça göz atmaya ve oradaki bilgileri okumaya başladım. Okuduğum kaynakları çeşitlendirdim. Ciddi bir zihinsel engeli kaldırdım. Rubâi, pekala Türkçe de yazılırdı. Türkçeye girmiş, bize mal olmuş sözcükleri terk etmek neden gereksin, diye de telkinlere başladım kendi kendime. Şimdi yaptığım şey en uygun kelimeyi seçmekten ibaret.
TDK’nın internet sayfasını herkese öneririm. Türkçe edebiyat, sanat dili oluyor da neden bilim dili olamıyor? Türkçe geometri kitabı yazan Atatürk’ü önder kabul etmiş isek bunu yapmalıyız. Üçgen, dörtgen kelimelerini üreten akla ihtiyacımız var. Bu aklın arkasında onbinlerce sayfanın çizildiği derin bir bilgi yükü olduğunu görüyoruz. Türkçe’yi bize kim bilim dili yapacak? Bu çalışmayı kimden bekliyoruz? Anesteziyoloji ve Reanimasyon, Yoğun Bakım alanında ben kelime üretmezsem borcumu ödemiş olur muyum gelecek nesillere? Neden üretemiyorum, sorusunu çok önemsiyorum. Önereceğimiz kelimelere TDK’nın gayet açık olduğunu biliyor musunuz? Yükseköğretimde hepimize okutulan Türkçe dersi var. Bu dersin yazma ve okuma yeteneğini geliştirici olması yanında, kelime üretme konusunda da teşvik edici olması gerektiğini düşünüyorum. Bu konularda alınacak eğitimler bize zaman kaybettiren değil, yeni ufuklar açan eğitimler olmalıdır.
Bütün bu söyleşinin ardından her yolun eğitim konusuna çıktığı da açıktır. Artık “-mış “ gibi yapmak yerine yapmalıyız. Dil bilmek önemlidir. İstisnalar dışında, bir başka dili anadilden daha iyi bilmek mümkün değildir. Dil bizim dış dünyaya açılan kapımızdır; bu hem bireysel anlamda hem de genel anlamda doğrudur. Türkçe bizim türeteceğimiz bilimsel sözcükleri bekliyor. Bunu gelecek nesillere borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Dâi’den bir rubâi ile veda ederken saygılar sunarım.
HAZAN MANZARASI
Mef’ûlü / mefâ’îlü / mefâ’îlü / feûlün
( — — . / . — — . / .— — . / . — — )
Ben bir ağacım kökleri toprak karası,
Yaprakları solgun, kuru rüzgâr yarası.
Yâdımda çiçeklerle donanmış o bahar,
Bahtımda yazan sisli hazan manzarası.
Dâi Dilek
1 yorum
Hocam makaleniz çok güzel, tebrik ediyorum.