İki ülke, iki parti, iki mezhep, iki aşiret veya iki aile arasında kavga çıkarsa tarafları barışa ve itidale davet etmek normal kabul edilebilir. Çünkü tarafları barıştırmak önemlidir. Ancak göz göre göre zulmeden “bir zalim ile mazlumu” eşit görüp “her iki tarafı da barışa ve itidale davet etmek” yanlıştır ve akla ziyan bir şeydir. Zira burada yapılması gereken mazluma sahip çıkmak, zalime haddini bildirmek, şaşmaz hukuk ve ahlak ilkelerini savunarak zalimi tespit etmek, ona karşı hep birlikte mücadele etmek, zulme engel olmak ve adaleti tesis etmektir. Zira bunlar dünyadaki tüm erdemli insanların görevidir.
Elbette bu söylediklerimiz olması gerekendir, ancak dünyada vakıa bunun tam tersidir. İnsanların çoğu üç maymunu oynamakta ve elini taşın altına koymaktan kaçınmaktadır. Dolayısıyla zulme engel olmayan herkes sorumludur ve çok büyük bir vebal altındadır.
Ne demek istediğimizi bazı örneklerle açıklamaya çalışalım.
Mesela İsrail ile onun işgal ettiği Filistin’deki mazlum Müslümanları bir görüp “tarafları itidale ve barışa davet etmek” çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluktur. Çünkü yanlış yapan taraf siyonist İsrail’dir, gelmiş bir ülkeyi işgal etmiştir. Filistinliler ise ülkelerini kurtarma, bağımsız ve özgür yaşama derdinde olan mazlum bir halktır. İsrail, bir asra yakındır Filistin’de her türlü vahşeti yapmakta, kandan ve vahşetten beslenmekte, mazlumları gözyaşlarına boğmakta, onlara hayatı zindan etmektedir. Dolayısıyla bu zalim İsrail ile mazlum Filistin halkını eşit görüp “tarafları barışa davet etmek”, katile destek çıkmak, namus ve şeref yoksunluğundan başkası değildir. Çünkü ortada bir işgal ve soykırım vardır. Her geçen gün toprakları ellerinden alınan mazlum bir halk vardır. Nazilere hesap sorması gereken siyonist yahudilerin masum ve savunmasız müslümanları katletmesi alçaklıktır. Yapılması gereken bu zalimlere haddini bildirmek, İsrail’in uluslararası hukuk önünde yargılanması ve ceza almasını sağlamak, mazlumun yanında yer almak, hakkı/adaleti tutup ayağa kaldırmaktır.
Suriye’deki cunta yönetimiyle onun katlettiği sivil halkı bir ve eşit tutup/gösterip tarafları itidale ve barışa davet etmek çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluktur. Çünkü yanlış yapan taraf mezhepçi (Şiî Nusayrî) zalim yönetimdir. İnsanca yaşamak isteyen kendi vatandaşlarını varil bombalarıyla öldüren, üzerlerine kimyasal silahlar yağdıran “bu zalim yönetim ile mazlum Suriyelileri” eşit görüp “tarafları barışa davet etmek”, doğrudan ya da dolaylı bu katil devlete destek olmaktır. Bu durum, namus ve şeref yoksunluğundan başkası değildir. Çünkü ortada bir soykırım ve insanlık suçu vardır. Gücü elinde tutan Şiî mezhepçi iktidar halkın kahir ekseriyetini oluşturan diğer mezhep mensuplarına kan kusturmaktadır. Yapılması gereken bu alçak yönetime haddini bildirmek, cuntacı yönetimi iş başından uzaklaştırmak, yargılanması ve ceza alması için uluslararası hukuka yardımcı olmak, mazlumların yanında yer almak, haklarını savunmak, adaleti tutup ayağa kaldırmaktır.
Aynı şekilde suçsuz bir devlet ile ona musallat edilen terör örgütlerini bir ve eşit görüp tarafları itidale ve barışa davet etmek çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluk örneğidir. Çünkü yanlış yapan taraf bellidir. Demokratik mücadele yöntemleri yerine silaha sarılarak hak aramaya kalkışmak, bombalar patlatarak sivil halkı katletmek doğru değildir. Zulüm yapan, din, ahlak ve hukuk kurallarını hiçe sayan, gayesine ulaşmak için her yolu mübah gören bir terör örgütüne destek çıkmak, savunmak, menfaati gereği göz göre göre yanlış yapan bu terör örgütünün peşinden gitmek, sahte hülyalara dalmak, pembe yalanlara kanmak, onların içi boş tezlerine/hezeyanlarına sahip çıkıp haklı olduklarını söylemek namus ve şeref yoksunluğundan başkası değildir. Çünkü ortada bir yanlış vardır. Bu yanlışı yapan taraf terör örgütüdür. Yapılması gereken yanlış yapan alçağa hep birlikte haddini bildirmek, onu yalnızlığa terk etmek, hakkı tutup ayağa kaldırmaktır.
Katil ile maktül yakınlarını eşit görüp tarafları itidale ve barışa davet etmek de çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluk örneğidir. Çünkü yanlış yapan taraf bellidir. Adam sudan sebeplerle katil olmuş ve birisini haksız yere öldürmüştür. Zulüm yapan, din, ahlak ve hukuk kurallarını tanımayarak başka bir insanın hayatına son veren katili savunmak, “akrabam/eşim/dostum/köylüm/arkadaşım/hemşehrim/partilim diyerek” ona destek çıkmak ve savunmak namus ve şeref yoksunluğundan başkası değildir. Çünkü ortada bir cinayet vardır. Bu cinayeti işleyen taraf bellidir ve deliller onun aleyhinedir. Yapılması gereken bu yanlışı yapan tarafa haddini bildirmek, onun cezalandırılması için adalete yardımcı olmak, şahitliği tam yapmak, mazlumun yanında yer almak, hakkı tutup ayağa kaldırmaktır.
Hırsız ile mağduru bir görüp tarafları itidale ve barışa davet etmek de çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluktur. Çünkü yanlış yapan taraf bellidir. Adam kolay yoldan para kazanmak için hırsızlık yapmış, birinin dükkanını/evini/arabasını soymuştur. Zulüm yapan din, ahlak ve hukuk kurallarını tanımayarak bir insanın evini/işyerini soyan hırsızı savunmak, “akrabam/eşim/dostum/köylüm/arkadaşım diyerek” ona destek olmak, arka çıkmak, savunmak namus ve şeref yoksunluğundan başkası değildir. Çünkü ortada bir hırsızlık vardır ve bu hırsız yakalanmıştır; tüm deliller onu işaret etmektedir. Yapılması gereken bu hırsıza haddini bildirmek, cezalandırılması için adalete yardımcı olmak, mazlumun yanında yer almak, hakkı tutup ayağa kaldırmaktır.
Bir devlet ile o devlete dış güçler tarafından musallat edilen sahte şeyhi eşit görüp her iki tarafı itidale ve barışa davet etmek çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluk örneğidir. Çünkü yanlış yapan taraf bellidir. Sahte şeyh sakalı, sarığı, cübbesi ve şalvarıyla kendini çok iyi gizlemiş, Müslümanmış gibi görünmüş, ama İslam’ı keyfine göre yorumlamış, Kur’an’ın emir ve yasaklarını rafa kaldırmış, uydurma hadis, mitoloji, İsrâiliyat, Mesîhiyat, Mecusiyat ve masallarla yandaşlarını uyutmuş, avutmuş ve kandırmış, kendine göre “bir din” üretmiş, etrafına bir sürü mürit toplamış, ancak zaman içinde birilerinin taşeronu/piyonu/kuklası olduğu çok güçlü delillerle ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla tüm bu kanıtları görmezlikten gelerek amacına ulaşmak için her yolu mübah gören, din, ahlak ve hukuk kurallarını hiçe sayarak her türlü pervasızlığı sergileyen bu zalim şeyhi ve yapılanmasını savunmak, “şeyhim/hocam/mürşidim” diyerek ona destek çıkmaya devam etmek namus ve şeref fukaralığından başkası değildir. Çünkü ortada korkunç bir zulüm vardır; tüm deliller “sahte şeyhin/hoca müsveddesinin/mürşid-i nâkısın” aleyhinedir; bu adamın kimin köpeği olduğu gün gibi ayan beyan ortaya çıkmıştır. Yapılması gereken bu sahte hocaya/sapık şeyhe/hain terör örgütü liderine haddini bildirmek, onun cezalandırılması için adalete yardımcı olmak, haksızlığa uğrayan tüm mağdurların yanında yer almak, hakkı tutup ayağa kaldırmaktır.
Darbeci zorba yönetim ile mazlum halkı eşit görüp tarafları itidale ve barışa davet etmek de çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluk örneğidir. Çünkü zalim olan taraf bellidir. Adam zorbadır, efendilerinin desteğiyle askeri darbe yapmış ve ülkede yönetimi ele geçirmiştir. Gücüne ve askerine güvenerek mazlumlara kan kusturmakta, din, ahlak ve hukuk kurallarını hiçe saymakta ve o koltukta kalmak için vatandaşlarının tepesine bombalar yağdırmaktadır. Dolayısıyla böyle bir zâlimi kendi ırkından veya mezhebinden olduğu için savunmak, ona destek olmak namus ve şeref yoksunluğundan başkası değildir. Çünkü ortada ABD ve AB’nin desteklediği mandacı bir diktatör ve onun yaptığı korkunç zulümler vardır. Bu zorbalığı işleyen taraf bellidir ve deliller açıktır. Yapılması gereken bu zalim darbeciye ve tebasına hadlerini bildirmek, mazlumların yanında yer alarak hakkı tutup ayağa kaldırmaktır.
Bu ve benzeri örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı meramımızı anlatmaya yetecektir. Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna azdır. Dolayısıyla sefihler yine bildikleri yolda gitmeye devam edebilir, zira herkes kendi hesabını kendisi verecektir. Tüm bu samimi uyarılarımıza rağmen hâlâ gerçeklere kulaklarını tıkayan, üstelik kendini uyaran din kardeşine teşekkür edeceğine hakaret eden/aşağılayan/iftira atan sadece ve sadece ahmaktır. Bu tür beyinsizler yazdıklarımızı anlamayacak kadar yoldan çıktıkları için artık bu yazılanlar onları ilgilendirmemektedir. Çünkü bu yazılanlar aklını kullanmasını bilenler içindir, sefihlerle, eblehlerle ve geri zekalılarla hiçbir ilgisi yoktur. Böyle birinin yıkılacağı yere kadar gitme özgürlüğü vardır. Bu itibarla bizim sözlerimiz sağlıklı tefekkür yapabilen, aklını kiraya vermeyen, hakikat arayışında olan, arınmak isteyen sağduyulu ve iyi niyetli tövbekar insanlar içindir. Eğer onlar bu uyarıları dikkate alırlarsa bu, onların yararına olacaktır.
Sonuç olarak, haklı olan tarafı bırakıp haksız olan “terör örgütlerine, terör devletlerine, katillere, hırsızlara, zalimlere, darbecilere ve sahte şeyhlere arka çıkarak” tarafları itidale ve barışa davet etmek çok büyük bir haksızlık ve sorumsuzluktur. Zulüm yapan din, ahlak ve hukuk kurallarını yok sayan, gayesine ulaşmak için her yolu mübah gören bir terör örgütüne, zalime, darbeciye, diktatöre, ırkçıya, mezhepçiye, müfteriye, hasetçiye, holigana, fanatiğe, magandaya, seri katile, caniye, ırz düşmanına, sahte hocaya, sahte şeyhe destek çıkmak, menfaati gereği onun yanında yer almak, bu alçakların haklı olduklarını söylemek namus ve şeref yoksunluğundan başkası değildir. Yapılması gereken “gücün” değil “ilkenin” yanında yer almak, “geçici gündemlerin değil kalıcı erdemlerin” peşinden koşmak, yanlış yapan taraf kim olursa olsun ona haddini bildirmek, onu yalnızlığa terk etmek, cezasını çekmesini sağlamak, haklı olan tarafın yanında yer almak ve hakkı tutup ayağa kaldırmaktır.