Modern toplumlarda gazeteciliğin oynadığı rol kuşkusuz önemli bir roldür. Gerçeğin ortaya çıkarılması ve kamuoyunun aydınlatılması toplumun işleyişinde asli bir öneme sahiptir. Aynı zamanda yasama, yürütme ve yargı organlarının adil, hakkaniyetli ve anayasaya, yasalara uygun işlemesinde gazeteciliğin işlevi fevkalade önemlidir. Bu sebeplerle gazetecilik zorluk derecesi oldukça yüksek bir meslektir. Gerçeği bulmak, toplumu doğru bilgilendirmek ve erklerin işleyişini iyileştirmek, kılı kırk yaran, titiz ve ayrıntılı çalışmayı gerekli kılmaktadır. Ancak, son zamanlarda “sözde gazetecilerin” alanda kapladıkları yerin ağırlığı ve etkisi gittikçe artmaktadır. Bu artış sonuç itibariyle gazeteciliği çürütmektedir. Gerçeği arama, bulma ve kamuoyuyla paylaşma sorumluluğuna sahip olmayan, tetikçiliği, yalanı ve iftirayı kendi ve bazı güçlerin çıkarı için baş tacı eden sözde gazeteciler bugünlerde kendini belirgin kılan “felaket çağının” en temel aktörleri arasında yer almaktadırlar.
Sözde Gazetecinin İşi: Yargısız İnfaz!
Sözde gazeteci, mesleğin gereklerini yerine getirmeyen, “gazetecilik unvanını” kendi ve bazı güçlerin çıkarı için kullanan yani “gazeteciliği araçsallaştıran” birisidir. Bu tür içinde yer alanların “belirli” platformlarda boy göstermesi şaşırtıcı değildir. Bu belirli platformlar güya gazetecilik adına belirli odaklarla ilişki içinde olan ve fonlanan platformlardır. Sadece belirli grupların çıkarları için çalışan, o gruplarla iş birliği içinde olan bu sözde gazetecilerin kamu yararı, toplum çıkarı gibi değerlerle bir ilişkilerinin olması mümkün değildir. Hedef aldıkları belirli insanlar ve gruplar vardır. Hedeflerindeki insanlara ve gruplara yönelik kumpas, iftira ve yalan bildikleri yegâne görevdir. Bu sahte gazeteciler için son dönemde gelişen iletişim teknolojisi ve araçları büyük fırsatlar sunmaktadır. Özellikle sosyal medya platformları bu tipler için bulunmaz nimettir. Sözde gazetecinin tek hedefi kendisini popüler kılmak ve bu popülerliğin üzerinden “kazanmak” ve belirli grupların lehine çalışmak olduğu için “yargısız infazda bulunmak” bildiği yegâne iştir. Bu sebeple sosyal medya linçlerinin birçoğunda sözde bir gazetecinin öncülüğü söz konusudur. Sözde gazetecinin gözünü hırs bürüdüğünden ve gazeteciliğin gerektirdiği çalışma etiğini taşımadığından kendisini “linç” için işe koşanların aracı olmaktan gocunmaz. “Acaba?” sorusunu sorma zahmetinde bulunmaz, akıl yürütmekten acizdir. Yalan ve iftiralarla masum insanların linç edilmesini bir ödev bilir.
Dolayısıyla, sözde gazeteci yegâne iş olarak sosyal medyada yargısız infaz yapma işini alır. Bunu gazetecilik olarak süsler ve sunar. Gerçeği aramak gibi bir niyeti olmadığından, sosyal medyadaki takipçi sayısını artırmak ve korumak ve böylece kendisine biçilen rolü oynamak kaygısıyla “ilgi çekecek”, “sansasyonel etkisi olacak” yalanları ve iftiraları kamuoyuna gerçek gibi sunmayı bir başarı olarak görür. Sözde gazeteci, gazetecilik sorumluluğuna sahip değildir. Bu sorumluluk çalışmayı, akıl yürütmeyi, kılı kırk yaran yani titiz ve ayrıntılı araştırma yapmayı gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla zordur ama bu zorluğu içeren mesleği yaptığını iddia edenin de bir zahmet ona katlanması gerekir. Halbuki sözde gazeteci çalışma, araştırma yapma zahmetlerine katlanmayan ve kötücül emelliler tarafından kullanılmaktan medet umacak kadar zavallı olandır.
Sözde Gazeteci İçin Bulunmaz Nimet: Sosyal Medya
Örneğin bir grup yalancı ve iftiracı, “gerçek gazetecilerden” yüz bulamadıkları halde, bir sözde gazeteciye yalanlarını ve iftiralarını anlatır ve o sözde gazeteci onların linçine öncülük etmeyi hiç sorgulamadan kabul eder. Acaba kötü niyetleri var mı, amaçları masum bir insanın hayatını karartmak olabilir mi, niçin mahkemeye başvurmadıkları halde benden böyle bir konuyu sosyal medyada duyurma mı istiyorlar şeklinde uzayıp gidecek soruları sormayan ve dolayısıyla kendisini kullandırtan sözde gazetecinin linç için kiralanmış olması çok şaşırtıcı değildir. Kendi isimlerinin gizli tutulmasını isteyen linç timinin niyetinin kötülük yapmak olabileceği sorusunu sormayan ve onların kötücül emellerine alet olan kişinin gazeteci olarak kabul edilmesi bir felakettir. İşin daha da vahim boyutu, bu gazeteci unvanlı ama gazeteciliğe açıkça zarar veren tetikçilerin meslek kurallarını hiçe saymasının karşısında herhangi bir yaptırım gücüne sahip kurumsallaşmış gazeteciliğin yerleşmemiş olmasıdır.
Bu hastalığın kendisine yer bulmasında ve tutunmasında asli bir etken kuşkusuz hukuka riayet etmeyen sosyal medya platformlarıdır. Bu platformlarda yapılan yalan ve iftira içeren paylaşımların erişime engellenmesi/yayından çıkarılması kararlarını uygulamayan platformlar kendilerini mahkemelerin üstünde görmektedir ve bu duruma ne yazık ki devletin sorumlu ve yetkili birimleri herhangi bir çözüm getirememektedir. İftiraya uğrayan ve linç edilen kişiler yargı erkinden başka hangi “güce” güvenebilir? Yargı kararlarını yok sayarak kişisel hakları çiğneyen sosyal medya platformları sözde gazeteci ve onu kullanan iftiracılar için masum insanların yargısız infaz yeri haline gelmektedir.
Hukuka riayet etmeyen sosyal medya platformları bu kötülüğün yaygınlaşmasında asli etken olsa da, kötücüllerin çağın moda kavramlarıyla söylem tutturmaları da bu sürecin kolaylaşmasındaki temel bir etkendir. Kendilerini demokrat, çoğulcu, insan hakları savaşçısı, eşitlikçi, kadın hakları savunucusu etiketleriyle süsleyerek linçlerine en uygun kılıfı bulan kötücüller, bu kavramlara asıl zararı verenler olarak ortada durdukları halde, kalabalık yığınlarda karşılık bulabilmektedirler. Bir kere bir kavram egemen yani sorgulanması mümkün olmayan bir pozisyondaysa, o kavramı kullananın sorgulanması, ona şüpheyle yaklaşılması güçleşmektedir. Demokrasi için savaştığından dem vuran bir faşiste açıkça sen faşistsin demenin gittikçe zorlaştığı bir dönemdeyiz. Hiçbir kişisel hak tanımadığı gibi kişisel hakları ihlal etmekte de hiçbir sakınca görmeyen birisinin insan hakları savunucusu olarak kendisini öne sürmesinin karşısında, esasında sen haklar düşmanısın demek, gittikçe zorlaşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinin verdikleri kararları uygulamayan sosyal medya platformlarına yönelik olarak yaptırım uygulayamayan yetkililer hukuki ve teknik olarak ülkemizin yeterli adımları atmaktan uzak olduğunu göstermektedir.
Yeni Felaket Çağı
Tüm bunların sonucunda sözde gazetecilerin öncülüğünde yalanın gerçek karşısında seviye atladığı yani gerçeğin yalan tarafından alt edildiği yeni bir felaket çağı kendisini gün geçtikçe her alanda ve her açıdan görünür kılıyor. Hedeflerine ancak yalan söyleyerek ulaşacaklarına inananların sayısının artışı bu hususu belirgin kılan en somut mesele. Çalışmanın, başarının, yeteneğin takdir edilmediği, liyakatin uygulanmadığı bir yerde, hedeflerini ancak birilerinin buyruğunda olmakla, birilerinin emirlerini yerine getirmekle gerçekleştireceklerine inananların sayısı gittikçe artıyor. Dolayısıyla, yalan ve iftira aracılığıyla kendisini öne çıkaran sadece sözde gazeteci değildir ama toplumun bünyesinde yalan temel unsurlardan biri haline gelmektedir. Örneğin, üniversitede araştırma görevlisi olmak, yüksek lisans yapmak veya lisans derslerinden yüksek not almak için/uğruna yalan söylemekten, iftira atmaktan zerre çekinmeyenlerin bulunduğu bir dünya, muhakkak yeni bir felaket çağının ağlarını ördüğü bir dünyadır! Tüm bu hastalıklı bünyenin kendisini sürekli kılabilmesinde ise sözde gazetecinin işlevi küçümsenecek bir işlev değildir.
Kötücül emellere ve hedeflere sahip yalancıların ve iftiracıların “gerçek” gazetecilerden yüz bulamadıkları halde, sözde gazeteci aracılığıyla yalanlarını ve iftiralarını yaymaları gittikçe sıradan bir kötülüğe dönüşmektedir. Çok takipçili gazeteci kılıklının öncülüğünde iftiracılar tarafından sosyal medyada linç edilen kişinin sadece kendisi değil ama aynı zamanda çocukları, eşi, dostları ve arkadaşları da bu linçten payına düşeni almaktadır. Gazeteci kılıklının kendisini kullandırtarak kötücül emellilerin yalanlarını gerçek gibi kamuoyuna sunması kuşkusuz bir tür cinayettir ve bu cinayetin hesabı muhakkak hem hukuk hem de gazetecilik tarafından sorulmak zorundadır. Aksi halde iftiralarla insanların linç edilmesinin önüne geçilmesi mümkün olmayacağı gibi, gazetecilik mesleğinin kendisine çeki düzen vermesi de mümkün olmayacaktır.