Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı, bir yaklaşıma göre Üçüncü Dünya Savaşı’nın habercisi iken, diğer bir yaklaşıma göre Yeni Soğuk Savaş Dönemi’nin başlangıcını ifade etmektedir. Hangi yaklaşımı benimsersek benimseyelim, her iki durumda da dünya artık bildiğimiz dünya olmayacak. Tarihsel-toplumsal ahvalin ve şeraitin değişimine tanıklık edeceğimiz her iki halde de muhakkak. Tarihsel akışın değişmesinde Rusya’nın oynadığı/oynayacağı rol her zaman ilgiye mazhardır. Ekim Devrimi ve Nazi Almanya’sına karşı Sovyet Rusya’nın direnişi muhakkak tarihin akışını temelden değiştiren örnek olaylardır. Bugün de Rusya’ya benzeri bir tarihi değişimin önemli aktörü olarak bakabilir miyiz? Bu sorunun önem taşıdığı aşikâr. Bu yazıda Rusya’yı “medeniyetsel özgüllük” olarak ifade ettiğim bir kavrayışla “tamamlanmamış kolektivist emperyal modernlik” olarak anlamamız gerektiğini tartışacağım. Ukrayna İşgalini Rusya’nın hem “kolektivist emperyal modernlik” projesinin tamamlanmasına yönelik bir hamle hem de “medeniyetsel özgüllüğünün” bozulmasına karşı bir başkaldırı olarak çözümleyebiliriz. Bu amaçla yazıyı iki bölüm olarak yayınlamayı uygun gördüm. Bu ilk yazıda Rusya’yı medeniyetsel özgüllük çerçevesinde ele alacağız ve ikinci yazıda tamamlanmamış kolektivist emperyal modernlik projesi olarak Rusya’ya bakacağız.
Medeniyetsel Özgüllük
Bir toplumun kendisini sınırları çizilmiş bir medeniyet dairesine yerleştirememesi durumunu medeniyetsel özgüllük olarak ifade ediyorum. Yani kendisini “başlıca” veya “ana” medeniyetlerin dışında konumlayan toplumlar medeniyetsel anlamda özgüldürler. Arnason’un (1997) Japonya’yı ikili medeniyet olarak tanımlamasına ilk bakışta benzer bir yaklaşım olarak görülebilecek olan medeniyetsel özgüllük kavrayışı, bazı önemli açılardan onun anlayışından ayrılmaktadır. Arnason’a göre Japonya, Batı ve Çin medeniyetlerinden temel ögeleri bünyesinde barındırmakta ama ikisi de olamamaktadır. Ancak, kendi içinde ikili de olsa “ayrı” bir medeniyet olarak tanımladığı Japonya ile ilgili Arnason’un çözümlemesi, Brague’den (1999) hareketle “dış-merkezlilik” olarak ifade ettiğim medeniyetsel anlayıştan temelden farklıdır.
“Dış-merkezli medeniyetsel kategori” Rusya için açıklayıcıdır. Dış-merkezlilik, bir toplumun kendi özüne ilişkin tanımını karşılaştığı diğer medeniyetlere atıfta bulunarak gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir. Ancak bu durum o toplumun kendi öz-anlayışının sorunsal olduğuna işaret etmekten ziyade “tarihsel ilerleme” açısından avantajlı bir durumda olduğuna işaret etmektedir. Toplumun kendisini tarif etme çabasında, bünyesindeki ikilikler hatta çokluklar muhakkak dönem dönem içinden çıkılması oldukça zor sorunlar üretmektedir. Ama genel tarihsel ilerleme süreci açısından bu ikilikler hatta çokluklar toplumsal değişmede itici güç işlevi görebilmektedirler.
Rusya’nın basit biçimde bir Avrupa veyahut Asya toplumu olarak kendisini tarif etmesi elbette mümkün görünmemektedir. Dışarıdan bakan gözlemci için de bu tarifi yapmanın zorluğu ortadadır. Daha ziyade medeniyetsel özgüllüğünün üzerinde durulması elzem görünmektedir. Peki Rusya’yı özgül kılan elementler nelerdir? Medeniyetsel anlamda “tekil kendi içinde tutarlı medeniyet olamama” sonucuna neden olan etkiler, Bizans etkisi, Slav Medeniyeti kurma mücadelesi, Moğol istilası ve Avrupa Modernliği ile karşılaşma olarak sıralanabilir (Riha, 1964). 10. Yüzyılda Rusların Yunan ve Latin kültürleriyle giriştikleri bir rekabet var. Bu rekabeti bir taklit veya tekrarlama olarak anlamak doğru görünmemektedir (Black ve Seton-Watson, 1964). Çoklu medeniyetlerin uğrak yeri olan ama aynı zamanda tam anlamıyla hiçbirinin yerleşiklik kazanamadığı Rusya, tarihi boyunca kendi öz-anlayışını kurma savaşı içinde olmuştur. Dış-merkezli ama kendi özünü tarif etme mücadelesinden vazgeçmeyen Rusya’nın stabilize olmuş, kristalize bir medeniyetsel-kültürel bünyesi hiç olmamıştır.
Devlet kuruluşu
Tarihsel sosyoloji perspektifinden baktığımızda, devlet kuruluşu ve gelişimi medeniyetsel özgüllüğün yerleşmesinde merkezi önem taşıyan olgudur. Bu hususta Rusya’da Avrupa’dakinden son derece farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Avrupalıların deneyimlemiş olduğu feodal toplumsal düzenin Ruslar tarafından da deneyimlendiğini kolayca söyleyemeyiz. Feodalizm bildiğimiz gibi sözleşmeye dayalı bir toplumsal düzenlemeydi: Hükmeden, derebeyleri, derebeylerine bağımlılar ve serfler arasında geri düzeyde de olsa bir tür sözleşmeye dayalı yapılanma vardı. Aslında, Rusya’da da buna benzer bir durum 13. Yüzyıla kadar vardı. Ancak, 13. Yüzyıldaki Moğol İstilası ciddi bir dönüm noktası oluşturdu (Halperin, 1987). Moğol İstilası, Rus devlet ve toplum düzenini radikal anlamda etkiledi. Doğu Rusya’da Batı Rusya’ya oranla daha uzun süre egemenlik kuran istila, Han’ın otokrat yönetim anlayışını Rus toplum ve devleti için önemli bir model olarak belirledi (Black ve Seton-Watson, 1964).
Devlet inşası açısından Moğol İmparatorluğu nevi şahsına münhasır bir formasyondu. Göçer insanların klan toplulukları üzerindeki egemenliğine dayanıyordu. Cengiz Han’ın Büyük Yasası adını alan emperyal kanun otokrasiyi kurmuştu. Bu bağlamda bir tür göçer feodalizminden söz edilebilir. Bu yapıda da bir tür aristokrasi inşası var ama feodalizmin Avrupa’daki anlamında konfederasyon yok. Batı Rusya’da 14. Yüzyıldan itibaren Litvanya Düklüğünün egemenliğinde Batı’dakine benzer bir feodalizm kuruluyor. Ancak, Doğu Rusya’da Göçer Feodalizmi ayakta kalmış ve 16. Yüzyılda Büyük Rusya’nın birleşmesi sonrasında da etkisini sürdüren yapı bu yapı olmuştur. Rus tarihi uzmanı Vernadskiy’e göre de Rusya’da hiçbir zaman Batılı anlamda bir feodalizm yaşanmadı (1961).
Rus tarihinde geleneksel kurumlarda ve geleneklerde dikkate değer bir çeşitlilik vardı. Ukrayna ve Baltık bölgeleri özerkti. İmparatorluğun büyümesi amacıyla halkların farklılıklarına hoşgörü gösterildi. Ruslaştırma siyaseti ancak 19. Yüzyılda hayat bulan bir kültür projesiydi. Rus İmparatorluğu’nun dış dünyayla olan ilişkisinde çok etnili yapısı son derece etkileyici oldu. Emperyal yapı geniş ölçekli toprakları ve farklı toplulukları yönetirken merkezi unsurun öncelikli olduğuna görünürde hiçbir atıfta bulunmadı.
Avrupa ile Karşılaşma
Rus İmparatorluğu 18. Yüzyılda Yükselişe geçmiş bir Avrupa ile karşılaştı. Modern Çağ’ın hızlı dönüşümleri sadece Batı Avrupa’yı değil ama onunla karşı karşıya gelen devlet yapılarını da derinden etkiledi. Bu noktada Rusya’nın modernlikle karşılaşmasının onun yeni bir yapılanmaya geçmesinin esasını oluşturduğunu söylemek gerekir. 18. Yüzyılda I. Petro’nun askeri ve sivil bürokrasiyi önemli ölçüde rasyonalize edişi yeni yapılanmanın temellerini attı. Yükselişe geçmiş olan Avrupa sorunu, Rusya’nın kendi özüne ilişkin yeni bir anlayış geliştirmesini zorladı. Bu zorlama, Rusya’nın dış-merkezliliğini apaçık ortaya koyan bir zorlamaydı. Başka medeniyetlere atıfla ve o medeniyetleri okuyarak öz-anlayışında “yenileşmeye” gitmek medeniyetsel özgüllüğe sahip toplumlar için çok önemli bir temeldir.
Yeni yapılanmanın tarihsel ve yapısal unsurlardan kaçınması mümkün değildi. Bu nedenle, yeni sürece neredeyse her insan etkinliğinin devlet tarafından belirlendiği bir adımla başladı Rusya. 18 ve 19. Yüzyıllarda hiçbir devlet Rus Devleti kadar kendi kontrolü altında bulunan nüfusu yönlendirici ve kuşatıcı bir rol oynamamıştır. Otokrasi yeni bir hal aldı ama temelleri tarihinde ve bünyesinde bulunuyordu. Bizans etkisi oldukça önemli rol oynarken, Moğollardan ve Osmanlılardan etkilenme üst düzeydeydi. O kadar ki toplumsal tabakalaşma doğrudan devletin şekillendirmesine tabiydi. Ana hatlarıyla nüfus; yerliler, yerli olmayanlar ve Finliler olarak bölünmüştü. Asiller, din adamları ve köylüler temel tabakalardı. Rusya’daki köylülük feodal niteliklerden uzaktı. Köylülüğün doğrudan merkezi devletin kontrolünde oluşu önemliydi. Devletin tüm ülkeyi merkezi olarak yönetmesi böylece kolaylaşmıştı. Ekonomik ve toplumsal güçlerin yükselişi denetleyen devlet tarafından kontrol altında tutuluyordu (Riha, 1964). İkinci yazımızda 1917 Ekim Devrimi ve sonrasını değerlendirerek bir “model” olarak Rusya’nın niçin “kolektivist emperyal modernlik projesini” henüz tamamlayamadığını tartışacağız.
Kaynakça
Arnason, Johann P. Social Theory and japanese Experience: The Dual Civilization, Kegan Paul International, Londra 1997.
Arnason, Johann P. The Future that Failed. Origins and Destinies of the Soviet Model, Routledge, Londra, 1993.
Black, Cyril ve Seton Watson Hugh, The Nature of Imperial Russian Society, in Thomas Rica (ed.) Readings in Russian Civilization, Cilt 2, The University of Chicago Press, Londra, 1964.
Brague, Remi, Eccentric Culture: A Theory of Western Civilization, St. Augustines Press, South Bend, 1999.
Halperin, Charles J. Russia and the Golden Horde: The Mongol Impact on the Russian History, I.B. Tauris, Londra, 1987.
Riha, Thomas (ed.), Readings in Russian Civilization, 2 cilt, The University of Chicago Press, Londra, 1964.
Vernadsky, George, A History of Russia, Yale University Press, New Haven, 1961.