Siyaset biliminde hükümet sistemleri, iki ana başlık altında incelenir;1- Kuvvetler Birliği Sistemleri, 2- Kuvvetler Ayrılığı Sistemleri olarak. Kuvvetler birliği hükümet sistemleri ya yürütmede birliğin olduğu monarşi ve diktatörlük, ya da yasamada birleşmenin olduğu meclis hükümet sistemidir. Kuvvetler ayrılığı temeline dayanan sistemler ise başkanlık sisteminin esas alındığı sert kuvvetler ayrılığı sistemleri, ya da parlamenter sistemi içine alan yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemleridir.
Kuvvetlerden kasıt, yürütme, yasama ve yargıdır. Her üç kuvvetinde tek bir organın elinde olduğu kuvvetler birliği sisteminin adı diktatörlüktür. Kuvvetler ayrılığının sert olarak uygulandığı başkanlık sisteminde başkan ve parlamento ayrı ayrı halk tarafından seçilir, ancak her iki yönetim erki birbirinden tamamen ayrılmıştır. Yürütme erki olan başkan parlamentoyu feshedemez, bir kişi hem yürütme hem yasamada yer alamaz, başkan yasama organının çalışmalarına katılamaz. Yargı ise tamamen bağımsızdır. Erkler arası uyuşmazlıklarda hakem görevi yapar ve aldığı kararları her iki erk uygulamak zorundadır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği bir parlamenter sistem yarı-başkanlık sistemi olarak tanımlanabilir. Sakıncası yönetimde iki başlılıktır. Esas olarak halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı pratikte yasama ve yürütme yetkisini kendinde toplar, kanun hükmünde kararnamelerle çoğu kez parlamentoyu devre dışı bırakarak ülkeyi tek adam rejimi ile yönetir.
Yasama ve yürütmenin yumuşak bir şekilde ayrıldığı sistem parlamenter sistemdir. Yasama ve yürütme erki birbirlerinden tam olarak bağımsız değildir. Karşılıklı olarak birbirlerinin hukuki varlığına son verebilirler. Bu sistemde cumhurbaşkanı parlamento veya halk tarafından seçilir, parlamento halkoyu ile seçilen siyasi partilerin milletvekillerinden oluşur. Parlamento yasama organı olarak güçlüdür. Yargı ise tamamen bağımsızdır.
Yukarıdaki tanımlardan görüldüğü gibi otoriter ve totaliter rejimleri kapsayan diktatörlükte yargı bağımsız ve tarafsız değildir. Bu da hükümete karşı halkın hakkını koruması gereken yargının güvenirliliğini, halkın düşünce ve ifade özgürlüğünü yitirmesine yol açar.
Ülkemizde şu anda mevcut cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi siyaset bilimi tanımlamalarına göre yarı başkanlık sistemine uymaktadır. Hem cumhurbaşkanı hem de parlamento halk tarafından seçilmektedir. Ancak bu sisteme uymayan taraf cumhurbaşkanının aynı zamanda bir partinin genel başkanı olmasıdır. Buradan kolaylıkla anlaşılacağı üzere aynı partiye mensup yürütme erki olan cumhurbaşkanı ile, yasama erki olan parlamentodaki o partinin seçilmiş vekilleri bir tarafta, yani iktidarda; diğer parti vekilleri ile muhalefettedir. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bakanları ise atama ile gelen hükümetin memurlarıdır. Tek sorumlulukları cumhurbaşkanına karşıdır. Parlamentoya karşı bir sorumlulukları yoktur. Cumhurbaşkanı tek karar alıcıdır. Kuşkusuz danışmanları vardır, ama bunlarda kendisinden taraftır. Hükümet tarafından meclise gönderilen yasalar çoğunluğu elinde bulunduran cumhurbaşkanının partisinin vekilleri tarafından hiçbir eleştiri veya görüş belirtilmeden geldiği gibi kabul edilir. Sözde meclisin farklı alanlarda kurulmuş, muhalefet partilerinin temsilcilerinin bulunduğu çalışma komisyonları vardır. Ancak nadiren kanunlarda değişiklik yapılır, muhalefet milletvekillerinin önergelerine ise cevap bile verilmez. Sonuçta kuvvetler ayrılığı sisteminde yer alan yarı başkanlık sistemi gibi görünen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” yasama ve yürütme kuvvetlerinin cumhurbaşkanında olduğu, bağımsız olması gereken yargının da cumhurbaşkanı ve kabinesinin isteği doğrultusunda kararlar verdiği bir kuvvetler birliği sistemi olan otoriter ve totaliter sistem olduğu görülmektedir. Peki bu sistemin alternatifi parlamenter demokrasimidir? Sorunun cevabı için uzağa gitmeye gerek yoktur. Cevap yakın tarihimizdedir.
Yıl 1921 Osmanlı İmparatorluğu, Batılı emperyal güçler tarafından paylaşılmış. İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı, Rus’u, Ermeni’si, Yunan’ı Anadolu’yu çepeçevre kuşatmışlar, İzmir, İstanbul, Trakya düşman işgali altında. Türk Milleti Kurtuluş savaşı vermekte. Bir lider çıkarmış bağrından, adı Mustafa Kemal. Gözü pek bir asker, çılgın bir yurtsever ama akıllı, cephede bile elinde kitap. Savaşı cephede bizzat yönetiyor, ama savaşa “ bir milletin bağımsızlığı için gerekli ise” evet diyen bir devlet adamı. Aklında özgür, bağımsız, demokratik bir cumhuriyet devleti kurmak fikri var. Ancak hem savaşta hem barışta kararları tek başına almak olmaz, bir meclis kurmalı diyor, delegeleri Anadolu’nun dört bir tarafından gelen. 23 Nisan 1920 tarihinde kurulur Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM). Savaşa buradan alınan kararlarla yön verilir, sonuç her cephede zaferdir. Bu nedenle TBMM kurtuluş savaşından başarıyla çıkmış “Gazi Meclis”tir artık. Hepsi geldikleri gibi gitmişler düşman kuvvetlerinin. Sıra nüfusu çok azalmış, eğitimsiz, yoksul, hastalıklı Türk halkını ayağa kaldırmak; yolsuz, okulsuz, susuz Anadolu’yu demir ağlarla örmeye, pınarlardan su akıtmaya, tek katlı da olsa derme çatma da olsa okullar açmaya gelmiştir. Nazi Almanya’sından kaçan doktorlara, bilim insanlarına kol kanat gerilmiş, onlarda zor zamanlarında kendilerine sahip çıkan bu genç cumhuriyete ellerinden gelen her türlü katkıyı yapmışlardır. Ülkenin kıt kanaat geliri ile gençler “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz” söylemi ile eğitim almak üzere yurt dışına gönderilmiş. Hepsi de ateş topu olarak geri dönüp Türkiye semalarını aydınlatmışlar. Öğretmenlerden “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller yetiştirmeleri istenmiş. Başarılmıştır hepsi de topu topu 10 yıl içinde. Dahası gerekir, köylüyü milletin efendisi yapmaktır, fabrika bacalarını tüttürmektir, modern sağlık sistemi kurmaktır, ülkeyi sanatta, bilimde çağdaş seviyeye yükseltmektir amacı. İkinci 10 yılda bunlarda gerçekleşmiş, dış borçlar ödenmiş, öğretmenler, bilim insanları, doktorlar, mühendisler, sanatçılar yetişmiş dünya çapında. Kadınlara eğitim, seçme, seçilme hakkı tanınmış, medeni kanun getirilmiş çağdaş dünyadan. Temeller o kadar sağlam atılmış ki Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin, batılı gelişmiş ülkeler ikinci Dünya Savaşı ile yerle yeksan olurken, ülke savaşa karışmadan kendi yağı ile kavrularak, muhannete muhtaç olmadan atlatmış o günleri. Sonrasında da tarıma ve hayvancılığa verilen destek, köylüye verilen önem ile 2000 yıllara kadar kendi kendini besleyen Dünyanın yedi ülkesinden biri olmuş Türkiye.
Tarih 2017 kuvvetler ayrılığı ile yönetilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde işler yavaş yürüyor, sistem hantal, o tarihlerde yaşanan olumsuzlukların nedeni bu sistem gerekçesi ile Anayasa Değişikliği yapılıp her şey daha iyi olacak söylemi ile 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçilmiş. Cumhurbaşkanı partili olmuş. Yargıya güven kalmamış. Gazeteciler, bilim insanları, düşünce insanları, siyasiler; düşünceleri nedeniyle hükümete ters düştükleri için hapse atılmış. Dış sermaye Türkiye’den çekilmiş, hazinenin içi “itibardan tasarruf olmaz” mantığı ile har vurup harman savrularak boşaltılmış, ülke yabancı ülke suç örgütlerinin cirit attığı bir alan olmuş, sınırlar kevgire dönmüş, on binin üzerinde kontrolsüz sığınmacı ülkenin dört bir yanını işgal etmiş, Mahalleler kurmuşlar, esnaf olmuşlar, tabelalar Arapça yazılmış. Türk halkına karşı cinayet işler hale gelmişler, bazı bölgelerde Türk vatandaşı olmuş ikinci sınıf vatandaş, son olarak 17 yaşındaki bir sığınmacı okul müdürünü öldürmüş. Enflasyon dizginlenemeyecek derecede kontrolsüzce artmış, çocuklar sağlıklı beslenemediği için bodur kalmaya başlamış, anneler pazar artıklarını toplamaya, babalar çocukları yatağa aç girdiği için intihar etmeye başlamış, 10 bin lira maaşla yoksulluğun pençesine düşmüş emekliler kilosu 20 liraya dayanmış kuru soğana muhtaç olmuş. Okumuş meslek sahibi olmuş gençler hatta orta yaşlılar “ varsın giderlerse gitsinler” söylemi ile küstürülüp, kendilerini ülkelerinde güvencesiz hissettikleri için çareyi yurtdışına kapağı atmada bulmuş, yani önemli sayıda geri dönüşü düşünmeyen beyin göçü olmuş, onların yerini okuma yazması, işi gücü olmayan Avrupa’nın kapısından sokmadığı eğitimsiz, sürekli çocuk doğurarak sayıları hızla artan sığınmacılar almış.
“Kindar ve dindar nesil yetiştireceğiz” söylemi çocuklar gençler şiddet sarmalına atılmış. Eğitimde dünya sıralamasında sonlarda iken, nasıl bir sistem olduğu hala anlaşılmamış olan 4+4+4 sistemi ısrarla sürdürülürken, sorgulamaya yönelik değil, ezberciliği esas alan bir eğitim sistemi varken esas olarak dini ögeleri temel alan, Türkçe eğitime önem verileceği iddi edilen, ancak içeriğinde bolca Arapça ifadelere yer verilen “Türkiye yüzyılı Yeni Maarif Modeli” hazırlanmış; hazırlanması 10 yıl süren, rakamlarla ne kadar emek harcandığı beyin fırtınası yapıldığı anlatılmaya çalışılan 3500 sayfalık taslağın incelenmesi için ilgili taraflara sadece dokuz gün süre verilmiş. Ülkenin en üst yargı makamı olan ve vatandaşın en son hukuki sığınağı olan Anayasa Mahkemesi kararlarına karar vericiler uymamış. Tüm bu sorunlar yaşanırken yönetim erki yeni bir anayasa yapma derdine düşmüş, mevcut Anayasaya uymazken ve ülkede yukarıda sayılan can alıcı sorunlar yokmuşçasına…
Yukarıda Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan kuvvetler ayrılığı sistemine dayalı parlamenter demokrasi ile, birkaç yıl önce hayatımıza giren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin Türk Halkına kazandırdıkları ile kaybettirdikleri özetlenmeye çalışıldı. Şimdi sorarım sizlere hangi hükümet sistemi halkın yararına….
Kaynaklar
- Demirci MR, Durkaya M. Yönetim Yapısı, Hükümet Sistemi ve Ekonomik gelişme arasındaki ilişki, Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 2023, 9(1): 61-83
- ÖZER MA, ISKANDAROV S. Kuvvetler Ayrılığı Bağlamında Hükümet Sistemleri: Türkiye Örneği Ekonomi İşletme Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Dergisi (JEBPIR) 2022, 8(2), 300-332
- Tuğrul KORKMAZ T. HÜKÜMET SİSTEMLERİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE BİR ANALİZ
- https://ttkb.meb.gov.tr “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” Yeni Müfredat Taslağı …MEB Talim ve Terbiye Kurulu
- https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/sevgi-ozel/egitimden-maarife-gecis. 2 Mayıs 2024
5 yorum
Alanla ilgili Lisans düzeyinde bilgi sahibi olmadan sistem analizleri yapmak, sora partizan bir angajmanla popülist sloganlar atmak!!! Elbette bir vatandaş olarak görüşlerini dile getirebilmeli. Yine de sayın yazarı cesaretinden dolayı kutlarım. Düşünceyi dar mahvillerden çıkarıp kamusal müzakereye açmak iyidir,iyileştiricidir.
Sayın Torun,
Makalemi okuyup yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Siyaset bilimi alanında lisans eğitimi almadığım doğrudur, ama bu durum benim ülke meseleleri ile ilgilenmeme engel değildir. Bir tıp doktoru, akademisyen ve düşünce insanıyım. Sizin slogan olarak gördüğünüz anlatımlar ülkemizin yaşadığı gerçeklerdir. Ben onları birkez daha gündeme getirip iki sistem arasından hangisinin daha iyi olduğu kararını okurlara bıraktım. Selam ve saygılarımla
Bu ufuk açıcı makale için, teşekkür ediyorum Değerli Hocam. İlim ve fikir insanlarımızın, kendi asli çalışma alanları dışındaki konularda, akademik seviyeyi muhafaza ederek, fikirlerini beyan etmeleri, kültür ve düşünce iklimimizin gelişmesi, aynı zamanda ülke gündemindeki konularda toplumun aydınlatılması ve bilinçli karar verme imkanına kavuşturulması bakımından büyük önem taşımaktadır. Yoğun bilimsel çalışmalarınız arasında, bir entelektüel olarak, düşünce üretimi çabalarına da katkı bulunmaya çalışmanızı, -haddim olmayarak- tebrik ve takdir ediyor, selam ve saygılarımı sunuyorum Efendim.
Sayın Tezel,
Makalemi okuduğunuz, nazik ve yüreklendirici yorumlarda bulunduğunuz için çok teşekkür ederim.
Selam ve Saygılarımla
Sayın Dr. Sarıtaş
Merak ettiğim bazı sorular var. Cevaplarsanız sevinirim.
1923 yılından 1950 yılına kadar;
1- Ülkemizde kaç tane seçim yapıldı?
2- Kimlerin “mebus” seçileceğine karar veren makam kimdi?
3- İllerin valileri aynı zamanda CHP il il teşkilatı yöneticisi mi idi?
4- Yapılan seçimlerde, seçimlere katılan muhalefet partisi sayısı kaçtı?
5- Cumhurbaşkanı, seçimlere katılıp mı seçiliyordu, mecliste mi?
6- 1923-1950 yılları arasında seçimlere katılan muhalefet partisi sayısı kaçtır? Kaç mebus ile
mecliste temsil sağlamışlardır.
7- Muhalefet partisi varlığına izin vermeyen, demokrasi anlayışının “totaliter rejimlere “özgü
olduğunu dile getiren Avrupa devletleri olmuş mudur?
8- “Açık oy, gizli tasnif” sistemi nedir? Nasıl ve kaç seçimde uygulanmıştır.?
Daha sorulacak çok sayıda soru var da; bu sorularımın cevabını alırsam kendimi “aydınlanmış” hissedeceğim
“Ama”sız, ” lakin”siz vereceğiniz cevaplara şimdiden çok teşekkür ederim.
saygılarımla
bülent demirbek