Altı aydan uzun bir süredir, dünyayı neredeyse her anlamda kilitleyen Covid-19 pandemisi hakkında çok şey yazıldı ve tartışıldı. Daha da uzunca bir süre gündem bu konu ile meşgul olacak gibi görünmekte. Global olarak ve ülkeler bazında doğru veya yanlış birçok stratejiler uygulandı, değiştirildi, yenilendi ve vaka ve ölüm sayıları bunlara paralel olarak artmaya devam ediyor.
Salgının başladığı 2019 yılının son çeyreğinden itibaren kurum, kuruluş ve ülkelerin bu dev olaya hazırlıksız yakalandıklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Yazının başlığında belirtilen “sınıfta kalanlar” tanımını en fazla hak edenin, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) olduğunu söyleyerek yazıya başlamak gerekiyor. İlk olarak, 2020 yılının mart ayı ortalarına kadar pandemi ilanı dahi yapamayacak acizlik göstermişlerdir. Belirtilen tarihte salgın, Çin’den İran’a ve devamında Avrupa Kıtası’na çoktan ulaşmış ve sağlık ve ekonomi anlamında ciddi tahribatlar oluşturmuştu. DSÖ’nün bir diğer geç kalmış kararı ise toplumlarda maske kullanımının önerilmesi ve özendirilmesi konusudur. Bu konuda da DSÖ gerekli uyarıları zamanında yapamamıştır. Uçak biletimi salgından dolayı açığa almak için İstanbul, Taksim’deki THY bürosuna 13 Mart 2020 tarihinde gittiğimde, içerisinin ve dışarısının hınca hınç dolu olduğunu, bankoların arkasında cansiperane çalışan memurların tamamının ve birçok müşterinin maske takmadığını dehşet içinde gördüm. Sıram geldiğinde işlemimi yapan hanımefendiye neden maske takmadıklarını, tıp doktoru olduğumu, sağlıkları için bunun çok büyük önem arz ettiğini ifade ettiğimde, THY’deki sağlık otoritelerinin ve dolayısı ile iş yeri hekiminin (DSÖ’nün bir türlü açıklayamadığı direktif ve önerileri doğrultusunda) takdirlerinin de bu yönde olduğunu söylemiş olduklarını hatırlıyorum. Mart ayının sonuna kadar maske takmanın önem ve gerekliliğini toplumlara hiç anlatmayan DSÖ, bu vurdumduymaz tavrı ile kendisine inanan üye ülkeleri, birçok büyük köklü kurum ve kuruluş ile çalışanlarını büyük bir risk altına sokmuştur.
Pandemi sürecinde çok büyük yankı uyandıran bir başka konu ise, ABD başkanının DSÖ’yü Çin lehine taraflı davranmakla suçlayıp, temmuz ayının başlarında resmen DSÖ’den çekildiklerini açıklaması ile son bulan süreçtir. Bu konunun detayları bir başka yazı konusu olabilecek kadar uzundur, ancak DSÖ’nün bu süreci de çok kötü yönettiği aşikardır. Bu hatalar zincirini açıkça kabullenmeseler de, devam eden pandemi ile ilgili yaptıkları yeni açıklamalar, birçok ülke kamuoyu tarafından artık gerektiği kadar ciddiye alınmamakta, 72 yıllık köklü ve güvenilir bir organizasyon çok kısa bir sürede ciddi itibar kaybına uğramış/uğramaktadır.
Bu süreçte sınıfta kalan bir diğer üyemiz, anlı şanlı uluslararası prestije sahip tıp dergileri olmuştur. Pandemi sürecinde makale önerilerinin gelmesi ile basılması arasında 48 saat gibi inanılmaz hızlara ulaşan bazı dergiler, aynı hızla bu yayınları geri çekmek zorunda kalarak yılların biriktirdiği itibar ve vakarı çok büyük bir hızla kaybetmişlerdir. Covid-19 (SARS-CoV-2), bilindiği gibi başta tip-II pnömositler olmak üzere, böbrek, barsak epiteli, safra yolları ve kalp dokusunda fizyolojik olarak bulunan Anjiotensin dönüştürücü enzim-2 (ACE2)’yi ve TMPRSS2 enzimlerini kullanarak hücre içerisine girmekte ve replike olmaktadır. Renin anjiotensin aldosteron sisteminin (RAAS) diğer üyelerinden ACE enziminin inhibitörlerinin(ACEi) ve anjiotensin reseptör blokerlerinin(ARB), hipertansiyon ve kalp yetmezliğinde yaygın ve başarı ile kullanıldığı tüm tıp çalışanlarının malumudur. Sadece RAAS bileşenleri olması gerekçesi ile ve kanıta dayalı olmayan öngörülerle, ACEi ve ARB gibi ilaçların ve hatta ibuprofen ve oral antidiabetik bir ilaç grubu olan tiazolidindionların kullanılmaması, başka ilaç gruplarına geçiş yapılması önerilerini Nature Reviews (1) ve Lancet (2) gibi dergilerde okuduk. Tabii ki başta Avrupa Kardiyoloji Derneği olmak üzere, birçok saygın kurum tarafından kabul görmedi, eleştirildi ve en büyük zararı yazarlardan çok bu köklü dergiler gördü. Dahası, ilerleyen süreçte ACEi, ARB ve renin inhibitörü aliskiren gibi ilaçların koronavirüs enfeksiyonlarına karşı koruyucu olabileceğini tartışan yayınlar ve ülkelerce desteklenen klinik araştırmalar ile karşılaştık. Bu konuda etik kurallar ve kanıta dayalı tıp gibi temel ilkeler acımasızca yok sayıldığı için, sınıfta kalanlar hanesine bu dergileri de ekliyoruz.
Covid-19 dersinden sınıfta kalan diğer öğrencilerimiz ise; pandemiyi başından beri hafife alan, alay eden, gribal enfeksiyon gibi gelip geçer diyebilen, sürü bağışıklığını savunan bazı devlet başkanlarıdır. İngiltere Başbakanı Boris Johnson, ABD Başkanı Donald Trump, Brezilya Başkanı Jair Bolsonaro ve yıllarca dünyanın en adil ve iyi sağlık sistemine ve verilerine sahip olduğuna ikna edildiğimiz İsveç’in Başbakanı Stefan Lofven, bu konuda ilk 4 sırayı almıştır. Hele ki Başkan Trump’ın, 24 Nisan 2020 tarihinde yaptığı COVID-19 hastalarına deterjan enjekte edilmesi önerisi, tarihin altın sayfalarındaki yerini hakkıyla almıştır. Bu yazının kaleme alındığı tarihte, en yüksek vaka ve ölüm oranlarının da ABD, Brezilya ve Birleşik Krallık’ta olduğunu görmüştük. İsveç ise, Endonezya ve Filipinler’e yaklaşan vaka/ölüm oranları ile biz sağlıkçıları ciddi hayal kırıklığına uğratmıştır.
Geleneksel, doğal, tamamlayıcı tedaviler gibi adlarla tıp alanında her akşam ayrı bir televizyon kanalında ahkam kesip çaresiz hasta ve yakınlarını sömürenleri, astronomik fiyatlarla satılmasına rağmen Sağlık Bakanlığından ruhsat dahi alamamış ve böylece etkinlikleri kabul edilmemiş ürünlerin sahiplerini de yeni koronavirüse karşı savaş alanında göremediğimiz için, ayrıca pandeminin henüz başlarında kelle paça çorbasının bu virüse karşı tek silah olduğunu savunanları, bu salgının pandemi yapabileceğini ifade edenlere karşı küçümseyici gülücükler veya yapmacık kahkahalar atan sözde bilim insanlarını da sınıfta bırakıyoruz.
Teşekkür belgelerimizi, tüm tedbir ve uyarıları disiplin ile uygulayan, hijyene dikkat eden, maskesini kurallara uygun takan, sevdiklerine uzak düşmek zor da olsa mesafeye dikkat eden herkese vermemiz gerekiyor. Özellikle 65 yaş üzeri ve 20 yaş altındaki kişilerin her türlü zorluğa rağmen kısıtlamalara harfiyen uymalarından dolayı, teşekkürü en çok hak edenler olduğunu söylemek gerekiyor.
Takdir ile sınıfı geçenlerin en başına ise; tüm dünyada kendilerinin ve ailelerinin canlarını hiçe sayarak cansiperane şekilde çalışan sağlık sektörünün tüm çalışanlarını koyuyoruz. Sadece hekim, hemşire, tıp teknisyenleri değil; sağlık kurumlarındaki temizlik görevlileri, yemek servisi çalışanları, ambulans sürücüleri, tıbbi atıkların imhasından sorumlu çalışanlar, belediye temizlik ekipleri, ambulans sürücüleri ve daha unvanlarını sayamadığımız binlerce çalışan, pandeminin yarıyıl karnesinde takdir belgesi almaya hak kazanmışlardır. Yine takdir belgesine hak kazanan grup içerisinde, bıkmadan ve usanmadan uzun toplantılara katılan, günlerce halkı bilgilendirmek için basın organlarında biteviye çabalayan Koronavirüs Bilim Kurulu üyeleri yer alıyor. Son takdir belgesini de, siyaset yapmaksızın, gerçek devlet adamı tavırları ile birçok kişinin sevgisini kazanan, her gün aynı metanet ile doğruları ve uyarıları halka anlatan Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Doktor Fahrettin Koca’ya vermemiz gerekiyor.
Biz eskilerin deyimi ile sömestr tatili ya da 15 tatil için ara dönem karnesi yukarıda belirtildiği şekildedir. İkinci yarıyıl için herkesin çok daha fazla çalışması gerekiyor. Zayıf not alanların notlarını düzeltmesi, teşekkür belgesi alanların takdir alabilmesi ve takdir ile geçenlerin de bu durumlarını koruyabilmeleri için daha çok çalışmaları gerekiyor. Daha bitmedi mi, dediğinizi duyar gibiyim. Yazı bitti ama pandemi aynı hızla yayılmaya devam ediyor.
Sağlıkla kalın.
- Fang L, Karakiulakis G, Roth M. Are patients with hypertension and diabetes mellitus at increased risk for COVID-19 infection? Lancet Respir Med. 2020 Apr;8(4):e21. doi: 10.1016/S2213-2600(20)30116-8.
- Zheng YY, Ma YT, Zhang JY, Xie X. COVID-19 and the cardiovascular system. Nat Rev Cardiol. 2020 May;17(5):259-260. doi: 10.1038/s41569-020-0360-5.