Dünya üzerinde yüzlerce millet ve kültürün varlığı tarihi bir gerçektir. Fakat bu milletlerden temayüz edip devlet kuranların ve evrensel bir kültür haline gelenlerin sayısı üçü, beşi geçmez. Ama bu durum diğer milletlerin ve kültürlerin yok sayılacağı anlamına gelmez. Aksine evrensel kültür haline gelen milletler ve kültürler, kendi kültür havzalarındaki her türlü kültürden etkilenmişlerdir. Bu şekilde dünya medeniyetinin oluşmasında birçok kültürün katkısı olmuştur. Bunun için medeniyetlerin oluşmasında çeşitli kültürlerin önemi yadsınamaz. O zaman milletleşme sürecinde kısaca kültür ve medeniyet ayrımı üzerinde de durmakta fayda vardır.
Kültür ve medeniyet kavramı uzun süredir çok tartışılan bir mevzudur. Bazılarına göre kültür ve medeniyet çok farklı şeylerdir. Kimilerine göre ise ikisi arasında çok yakın bir ilgi vardır. Bize göre ise kültür ve medeniyet kavramları birbirlerinin mütemmim cüzleridir. Kısaca “kültür milleti medeniyet davasında bir adım daha ileriye taşıma davasıdır” diyebiliriz. Gündelik hayattan devlet hayatına kadar bütün bir yaşayışı içine alan değerler manzumesi kültürün konusunu teşkil eder. Dolayısıyla dil, edebiyat, sanat, içtimaî ve iktisâdî hayat vs. hep bir kültürün ortaya çıkardığı ve şekillendirdiği, veyahut bir kültürü şekillendiren ve yaşatan unsurlardır. İlk bakışta girift görülebilen bu izah aslında gayet basittir. Nitekim bazı sosyologlara göre kültür, her şey unutulduktan sonra milletin hafızasında kalandır. Yani, hayatın tabi akışı içerisinde aile ve çevreden kazanılan, âdeta şuur altında mevcut bir davranış biçimidir. Kültür, insanoğlunun öğrenme çabasıdır. Bunları gelecek kuşaklara aktarmasıdır. İnsanı iyiye ve sevgiye yönelten maddi unsurlardan biridir. Ferde münhasır gibi görülen bu davranış biçimi, millete şamil olduğu zaman “millî kültür” adını alır. Dolayısıyla millî kültür, bir topluluğu “millet” haline getirebilir. Fakat her kültür, her toplumu millet yapmaya yetmez. Millî kültür ile beslenen ve mücehhez kılınan halkın “organize” olmuş biçimine de “millet” denilmektedir. Milletin oluşturduğu yüce organizasyon ise “devlet”i ortaya çıkarır. Bir milletin devlet kurma ve bu devleti yaşatma yeteneği, hiç şüphesiz o milletin kendine has kültürel değerlere sahip olmasıyla ilgilidir. Bazı bilim insanları, bu tanımları kültür ve medeniyetle karşılaştırarak bir sonuca varırlar. Onlara göre millet veya milliyet millî kültür ile medeniyet ise devlet ile irtibatlıdır. Kültürün milli olması demek diğer kültürler ile irtibatı kesmesi anlamına gelmemektedir. Diğer kültürlerden kültür alınabileceği gibi, bazı unsurların da verilmesi pek muhtemeldir.
Türk milletine geldiğimiz zaman, Türk Milleti binlerce yıllık tarihinde zaman ve mekân sınırları içerisinde birçok kavim, ırk, dil, din ve kültür ile hemhal olmuştur. Bunun bir sonucu olarak “Türk milleti” dediğimiz kavram ortaya çıkmıştır. Hun hükümdarı Teoman, Orta Asya’da birçok kavmi egemenliği altına alarak Hun Devletini kurmuştur. Göktürkler aynı şekilde Hunların egemen oldukları mirasa ve egemenlik alanına sahip çıkmışlardır. Uygurları bu anlayışın dışında tutamayız.
Türkler, 8 ve 9. yüzyıla geldiğimiz zaman kendilerini çok farklı, daha canlı ve yepyeni bir kültür havzasının içerisinde buldular. Karahanlı ve Gazneli devletleri ile başlayan bu süreçte Türk Milleti’nin aynı anlayış ile birçok kavme, millete ev sahipliği yaptığını ve kucak açtığını görmekteyiz. Selçuklular döneminde Horasan ve Maveraünnehir havzasından Anadolu havzasına doğru akın eden Türkler, burada da daha farklı bir durum ile karşılaşmadılar. Aynı şekilde çok kültürlü, çok inançlı ve çok uluslu millet halinde varlıklarını devam ettirdiler. Bu tarihi mirası devralan Osmanlı Devleti Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılarak eski dünya karalarının tamamını kucakladı. Bu anlamda Osmanlı Devleti, tam bir cihan medeniyeti ve evrensel kültür haline geldi. Bu anlayışı çok iyi özümseyen Osmanlı yöneticileri ise bu duruma çok rahat ayak uydurmuşlardır. Devleti oluşturan milletlere, topluluklara, gruplara da bu anlayış içerisinde yaklaşmışlardır. Fakat XIX. yüzyıla yaklaşıldığı zaman ortaya çıkan yeni anlayış tarzı Osmanlı Devleti’nin millet algısına ters istikamette bir anlayış geliştirmiştir. Bu durum, Osmanlı başta olmak üzere çok kültürlü, çok inançlı ve çok uluslu devletlerin sonunu getirmiştir.
Günümüzde XIX. yüzyılda ortaya çıkan yeni millet anlayışlarının acısını çekmekteyiz. Yeni bir millet oluşturma algısı tarihi mirastan kopuk şekilde oluşturulamaz. Onun için milleti oluşturan tarih, kültür, din, dil gibi birliktelikler bu bilincin gelecek kuşaklara aktarılmasında çok önemlidir. Millet kavramına sadece ırki olarak bakarsak, bu kavramı çok dar bir alana sıkıştırmış oluruz. Milleti oluşturan tüm unsurları birlikte düşünmek gerekmektedir.