Dünyanın nabzı üç temel tehditle hızlanıyor: Sıcak hava dalgaları, yıkıcı ani seller ve kuraklık.
İklim sistemindeki bu tehditler artık uzak bir geleceğin değil, içinde yaşadığımız günlerin gerçeği. Her bir sıcak dalgası, ekosistemlerin dengesini, şehirlerin dayanıklılığını ve toplumların yaşam biçimini tehdit ediyor. Ani seller, kısa sürede felakete dönüşerek altyapıları çökertiyor, tarım alanlarını yok ediyor ve yerleşimleri savunmasız bırakıyor. Kuraklık ise gıda güvenliğini, su kaynaklarını ve biyolojik çeşitliliği derinden sarsıyor. Tüm bu gelişmeler, iklim krizinin artık ertelenemez bir müdahale gerektirdiğini acı bir gerçek ile gözler önüne seriyor.
Çok uzak değil, 2018 yılı. Cape Town “sıfır günü” ile şehir musluklarının tamamen kapanmasının eşiğine geldi.
2022’de Pakistan… sel felaketinin en az 1.700 kişinin ölümüne yol açmasından sonra, 10 milyondan fazla insan içme suyuna erişimden mahrum kaldı.
Avrupa’da 2022 yaz ayı ….., 60 binden fazla insanın ölümüne neden olan sıcak hava dalgalarıyla karardı.
Afrika, son 40 yılın en büyük kuraklığı ile milyonlarca kişiyi açlıkla yüz yüze getirdi.
Avustralya’da meydana gelen sellerin maliyeti 7,5 milyar doları buldu.
2024 yılı kayıtlara geçen en sıcak yıl oldu.
İklim değişikliği, su döngüsünü altüst etti.
Eskiden yüzyıllar süren doğal süreçler artık birkaç yıl içinde değişime uğramaya başladı ve biz çok geçmeden buna tanık olmaya başladık: Buzullar eriyor, göller kuruyor, yağışlar şiddetleniyor, deniz yükseliyor.
Ve bu durum, sadece doğayı değil; ekonomiyi, göç hareketlerini, hatta toplumların huzurunu da tehdit eder oldu.
Su, bir yandan iklim değişikliğinin en büyük mağduru.
Bir yandan ise en güçlü çözümü.
Eğer suyu en güçlü çözüm olarak hayatın merkezine koymazsak, geleceğin planları çöle dönüşecek.
Bu bağlamda doğa ile barışçıl kentler planlanmalı ve tasarlanmalıdır.
Yağmur bahçeleri, geçirgen yüzeyler, yeşil çatılar, ekolojik koridorlar kentsel ekosistemin hayatta kalma araçlarıdır. Yerel bitki türleri, hem su tasarrufu hem de biyolojik çeşitliliğin korunması açısından kritik öneme sahiptir. Kentlerde su desenleri yaratmak, yağışın toprağa yeniden kazandırılmasını sağlamak ve suyun yaşam döngüsünü desteklemek, yalnızca mühendislik değil, ekolojik tasarım meselesidir. Bitkilerin su ihtiyacına göre yapılan peyzaj planlaması, su kaynaklarının sürdürülebilir yönetimiyle birleştiğinde, kentler iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı daha dirençli hâle gelecektir.
Dirençli gelecek için yerelden başlayan bir iklim devrimi olmalıdır. Doğa ile çatışarak değil, onunla uyum içinde yaşayarak dönüşüm başlamalıdır. Bu dönüşüm, tepeden inen genel politikalarla değil; her kentin kendi iklim kaderini yazdığı yerel eylem planları ile mümkün olacaktır. Çünkü her kent, kendine özgü topoğrafyası, bitki örtüsü, su kaynakları, iklim koşulları ve sosyo-ekonomik yapısına sahiptir.
Artık iklim krizi, gelecek nesillerin kaderini bugün alacağımız kararlara bağlamış durumdadır.
Ya doğayla uyumlu, doğa temelli çözümler ile suyu merkezine alan, dirençli kentler kuracağız;
ya da çocuklarımızı felaketlerin gölgesinde hayatta kalma mücadelesi ile başbaşa bırakacağız….
Seçim bizim !!!!


Sorun nedir?
Ağaçlar bugün her zamankinden daha önemli. Ağaçlardan 10.000 üzerinde ürün yapıldığı bildiriliyor. Kimya sayesinde, mütevazı ağaçlık, bir balta Teksas ağacına ilk düştüğünde anlaşılmayacak kimyasallar, plastikler ve kumaşlar elde ediyor.