Bu yazıda, sizlere yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi ve üniversitelerdeki yansıması üzerine kısaca değinmek istiyorum. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı ve 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle yönetim anlayışı taçlandırılmış oldu. Cumhuriyet sistemi artık yönetim şekli olarak belirlendi ve çok partili sisteme geçişle birlikte tabii ki demokrasi anlayışının daha ileri bir zemine taşınmış oldu. Bu anlamda, 3 Nisan 1930 tarihinde kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanıması da demokrasi anlamında ülkemiz açısından önemli bir yer tutmaktadır.
Bununla birlikte eğitim öğretim faaliyetleri de birlikte yürütülmeye çalışıldı. 1 Kasım 1928 de yeni Türk alfabesinin kabulü ile yeni bir eğitim hayatının başlangıcı hayata geçmiş oldu. Otuzlu yıllara kadar farklı isimlerle eğitim öğretim faaliyetlerini devam ettirdikten sonra 1933 tarihinde bugünkü adını alan İstanbul Üniversitesi, Türkiye’nin ilk Üniversitesi oldu. Daha sonraki yıllarda 1944’te İstanbul Teknik Üniversitesi, 1946 yılında Ankara Üniversitesi, 1955 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Ege Üniversitesi, 1957 yılında Atatürk Üniversitesi ve 1959 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi kurulmuş ve bu üniversiteler Türkiye’nin ilk üniversiteleri olarak tarihteki yerlerini almışlardır. 20 Ekim 1984 tarihinde Bilkent Üniversitesinin kurulmasıyla birlikte Türkiye’de ilk defa bir vakıf üniversitesi kurulmuş ve hayatımıza özel üniversite kavramı girmiştir. Bilkent Üniversitesi; Türkiye’nin ilk vakıf ve özel üniversitesidir. Günümüze bakıldığında 129’u devlet 70’i özel üniversite olmak üzere toplam 206 üniversite bulunmaktadır.
Üniversite latince” Uni-versitas” sözcüğünden gelen bir kavramdır. Uni: bir veritas ise yönelmek anlamını taşımaktadır. Bu sözcüklerin birleşiminden oluşan üniversite “bire yönelmek” bir noktaya yönelmek, bir noktaya doğru ilerlemek anlamını taşımaktadır. Üniversitelere genel olarak bakıldığında toplumun gelişmesinde önemli rol oynayan, toplumu, ülke standartlarını ileri taşıyan toplumun tam bir yansıması olan kurumlar olarak tanımlanabilir. Üniversite kavramı, ilk olarak orta çağ kurumu olarak ortaya çıkmış olsa da İslam dünyasında da bir takım uygulamaların olduğunu görebiliyoruz. Tarihe baktığımızda Melikşah döneminde Nizamül-mülk tarafından Bağdat’ta kurulan nizamiye medreseleri (yaklaşık 1067) bu anlamda İslam dünyasındaki ilk üniversite yaklaşımı anlayışı olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabiki üniversitelerin toplumun ve teknolojinin gelişimi üzerinde önemli etkileri söz konusudur. Aslında üniversite kavramına baktığımızda, üniversal yani evrensel nitelikleri taşıyan anlamı da karşımıza çıkmaktadır. Ulusal boyuttaki değerleri harmanlayıp geliştirip uluslararası düzeye ulaştıran kurumlar olarak da tanımlayabiliriz üniversiteleri. Bu anlamda bakıldığında üniversitelerimizin oldukça önemli misyonlara sahip olduklarını söyleyebiliriz. Tabi ki bu misyonlarını yerine getirirken temel birtakım değerlerinin de olması gerekiyor. Bu anlamda toplumsal değerlere saygı ve onların korunması ve ileriye taşınması büyük önem arz etmektedir. Üniversitelerin temel özelliklerini; evrensellik, ulusal değerlere sahip çıkma, topluma yön verme, ışık tutma ve bunları yaparken de bağımsız ve özerk olmak olarak sıralayabiliriz.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halk oylamasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yönetim şekli olarak Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi kabul edilmiştir. Yeni Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemini parlamenter sistemden ayıran en önemli özellik olarak parlamenter sistemde yürütme parlamentodan çıkarken yani Cumhurbaşkanı parlamento tarafından seçilirken yeni sistemle birlikte Cumhurbaşkanı artık halk tarafından seçilmektedir. Bu anlamda bakıldığında demokrasinin daha büyük bir zemine taşındığını söyleyebiliriz. Kısaca ifade edecek olursak atanmış ya da belirlenmiş Cumhurbaşkanlığı yerine seçilmiş Cumhurbaşkanı kavramı demokrasinin önemli bir yansıması olarak hayatımıza girmiştir.
Diğer bir önemli fark ise daha önce parlamenter sistemde yer alan koalisyonlar yerini Cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte ittifaklara bırakmıştır. İttifaklarla koalisyonlar arasındaki en önemli fark sistemin sürdürülebilirliği anlamında karşımıza çıkmaktadır. Türkiye tarihinde koalisyonların çok uzun soluklu olmadığını, bazen zorunluluklar durumunda farklı anlayışa ve farklı siyasi kültüre sahip grupların zaruri olarak koalisyon kurma durumunda kaldıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve problemler neticesinde bu koalisyonların çok fazla devam etmediğini ve ülkenin çok sıkça seçimi gittiğinde söyleyebiliriz. Diğer yandan Cumhurbaşkanlığı sistemine baktığımızda artık seçimlerden önce ittifakların, ortak noktaların, ortak kabullerin daha çok ön plana çıktığı bir sistem olarak düşünüldüğünde koalisyon kavramının bu sitemle hayatımızdan çıkıp gittiğini bunun yerine ittifakların aldığını söyleyebiliriz.
Yeni cumhurbaşkanlığı sisteminin avantajları ve dezavantajları üzerinde kısaca duracak olursak; avantajları arasında yasama ve yürütmenin ayrı olması, daha hızlı ve etkili karar alınması, bürokratik engellerin daha hızlı bir şekilde aşılacak olması, seçilmenin verdiği güçle güçlü bir yürütme sisteminin ortaya çıkması olarak sayılabilir. Seçilmiş Cumhurbaşkanlığı sistemini demokrasinin hayatımıza daha fazla yansıması ve güçlü bir yönetim sisteminin ortaya çıkması şeklinde kısaca özetleyebiliriz. Diğer yandan dezavantajlarına baktığımızda ise; gücün tek bir kişide toplanması, bu gücün yanlış bir şekilde kullanılma olasılığı, yasama ve yürütme güçleri birbirinden ayrılsa bile bunlar arasında yaşanabilecek problemler ve anlaşmazlıklardan dolayı yürütme noktasında ortaya çıkabilecek temel problemler şeklinde sıralanabilir.
2017 yılında geçilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ülkemiz anlamında büyük bir önem arz etmektedir. Bunun etkilerinin, toplumun her noktasına yansımalarının olması muhakkaktır. Üniversitelerin de bu değişimden bağımsız kalması etkilenmemesi mümkün değildir. 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesinin ardından bu değişikliğin üniversiteler üzendeki ilk yansıması olarak 2018 yılında doçentlik sözlü sınavının kaldırılması olarak görebiliriz. 2018 yılına kadar doçentlik sınavına başvuran adaylar hem yazılı hem de sözlü sınavlara tabi tutulurken 2018 yılında yapılan değişiklikle birlikte doçentlik sınavlarında mülakat sınavı kaldırılmış ve adayların sadece nicel bir değerlendirilmesi durumu ortaya çıkmıştır. Son zamanlarda sosyal ve yazılı medyada mülakat anlamında yapılan tartışmalar dikkate alındığında mülakatın nitelik yönünden değerlendirme anlamında önemli bir yaklaşım olduğunu savunan ve bun reddeden düşüncelerin de olduğunu görmekteyiz. Tamamen suiistimalle açık bir durum. Sizin niyetinizin ne olduğu önemli. Akademik düzeyde bakıldığında ülkeye yön veren ilerlemesine katkıda bulunan akademisyenlerin yapmış olduğu çalışmalara katkıları ve alan yeterlilikleri çok büyük bir öneme sahip olup bu durum yadsınamaz ve yok sayılamaz. Sadece sayılarla ülke olarak bir yer gelmemiz kesinlikle mümkün değil. Ülke olarak orta sınıftan kurtulup ileri düzey ülkeler sınıfına girmek istiyorsak bunu akademik değerlerimizi yükseltmekle nitelikleri artırmakla ancak yapabiliriz.
Cumhurbaşkanlığı sistemiyle evet bu tür hızlı kararlar alınabilmektedir. Fakat bu tür hızlı kararlar alınırken etkilerinin ve sonuçlarının da iyi bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir. Bu tür kararlar günübirlik kişisel yaralar doğrultusunda değil uzun soluklu ve toplum yararına olacak şekilde alınmalıdır.
Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemini özetle Cumhurbaşkanın doğrudan halkın oyuyla seçilmesi olarak değerlendirmiştik. Bu sistemde Cumhurbaşkanı direkt olarak sandık aracılığıyla halk tarafından belirlenmektedir. Biz bunu demokrasinin tam bir yansıması olarak değerlendirebiliriz. Bu boyutta üniversitelere baktığımızda üniversitelerde tam tersi bir durumun olduğunu görebilmekteyiz. Üniversite rektörleri artık tamamen atama yoluyla görevlendirilmektedir, seçim ise tamamen kaldırılmıştır. Cumhurbaşkanı her defasında kendisinin “seçilmiş bir Cumhurbaşkanı” olduğundan övgüyle bahsederken üniversitelerde atanmış rektörlerin görevlendirilmesi tezat bir durumu ortaya koymaktadır. Üniversiteler eski milletvekillerinin, bürokratların veya seçimlerde aday adayı olan kişilerin rektör olarak atandığı kurumlar haline dönüşmüş durumdadır. Üniversiteler gün geçtikçe daha fazla siyasileşmeye doğru gitmektedir. Tabi ki siyaset ülkemizin bir parçası fakat bu süreçlerin neredeyse tamamen siyaset üzerinden yürütülmesi kesinlikle doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü eğitim bir ülke politikasıdır ve siyasetten daha ötedir. Bu durumun olumsuz yansımalarını üniversitelerin hem eğitim öğretim faaliyetlerine hem de uluslararası anlamda baktığımızda açıkça görülebilmekteyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi noktasında sandıkla cumhur arasında ki mesafe azalırken, üniversitelerde atanmış rektörle akademisyenler arasındaki mesafe gün geçtikçe artmaktadır. Üniversiteler siyasetten uzak olması gerekirken gün geçtikçe siyasetin odağına doğru yaklaşmaktadır. Üniversitelerde ki seçimlerin kutuplaşmaya sebebiyet verdiği sebebiyle kaldırıldığı ifade edilirken bu durum daha fazla kutuplaşmaya ve aidiyetten uzaklaşmaya sebebiyet vermektedir.
Özetle;
Kutuplaşmanın kaynağı olarak üniversitelerde seçim gösterilirken, gerçek hayatta demokrasinin tecellisi olmaktadır. Rektörlük seçimleri geri gelsin diyenler varken aksini savunanlar da var tabi ki. Bu noktada birileri akademisyenlerin adına karar vermesin. Rektörlük seçimleri ve doçentlik sınavları için bir oylama yapalım bakalım akademik dünya ne düşünüyor acaba bu konuda. Demokrasinin tüm hayata yansıması, üniversitelerin birlik ve beraberliği, başarısı ve liyakat hepimiz için gerekli.
Bu yeni sistemin oturması için bize daha fazla kervan gerek. Hayırlısı bakalım.
2 yorum
Aytunç hocam yaraya parmak basmışsınız. Kurumlardaki yeniden yapılanma zorunlu gibi.
Aytunç hocam; eline, yüreğine sağlık.