Bu konuyu tartışırken temel alacağımız paradigma, ahlâk-akıl-evren sacayağının bütünsel işleyişi olacaktır. Özgürce gözlem yapabilme, başka bir deyişle evreni aklı işleterek yorumlayıp sonuçlar çıkarma ve çıkarılan sonuçları ”gerçek” olarak sunma, aklın evreni okuma sürekliliğinin ve dinamizminin önündeki engellerdir. Üstüne üstlük bilimin gelişme ve geliştirme, değişme ve değiştirme, dönüşme ve dönüştürme doğasına bu ‘gerçek’ yargısını uygun görmek, aklın önünde daha da büyük engeldir.
Aklın işleyişinin önündeki engelleri kaldırmadan gelişen, değişen, dönüşen ve gelişme ve genişlemesinde süreklilik olan ve de gelişme ve genişlemesinde ivme kazanan bir evren yada evrenlerle karşı karşıya olduğumuzu varsayarak; bilim(!) üretiyoruz. Yani ucu açık bir evren laboratuvarında, tümevarım yöntemini kullanarak somut/nesnel/müşahhas bilimsel bilgi üretmenin iklimini yaşamaya çalışırken, işleyen gelişen, değişen ve dönüşen aklın evrenle bütünselleşerek evreni okuyabilmesini sağlayan nitelik birlikteliğini ve bütünselliğini de var saymalıyız.
Akıl evrenle bütünselleşerek evreni okuyup sonuçlar çıkarırken, kendini aldatan parametreleri kullanırsa, nesnel/somut değerler yerine soyut değerlere atıf yaparsa, evrenle akıl bütünselliği bozulmuş olur.
Gözlem-hipotez-yanlışlama-doğrulama-teori-yasa-uygulanabilirlik süreçlerinden sonra ortaya çıkaracağımız bilimsel bilgi, yaşanabilirlik niteliği kazanabiliyorsa, paradigmamızın ahlak kavramı ve boyutuyla örtüşeceğinden, artık akıl-evren-ahlâk paradigmasını kullanabiliriz.
Ancak bu paradigmayı kullandığımızda, sadece bilim kavramını çözmüş oluruz. Din kavramı, ‘evren laboratuvarında, dinin sahibinin yazacağı reçeteyle(kullanma kılavuzu) anlam kazanan bir kavram olabilecektir.
Evrenin sahibinin/yaratıcısının/tasarruf hakkına sahip olanın, evreni kullanma kılavuzu ile insanoğluna kullanma hakkı vermesi, yaşadığımız hayattan nesnel olarak çıkarabileceğimiz doğal bir davranış ve tutum olarak/din olarak algılanabilmelidir. Ve dinin sahibi de ‘mal sahibi’ olan yaratıcıdır. Yaratıcı olan ‘tek’ tir.
Din de yaratıcının dinidir. İlk insanların yaratıldığı zaman diliminden günümüze kadar işleyen süreç içerisinde ‘tek’ olarak devam etmektedir. Bu dinin bütün zamanlarda adı İslam’dır. Yaratıcı laboratuvarında/evrende hangi ilkelerle çalışabileceğinin kullanma kılavuzunu(vahyi haber), elçilerle evreni imar edecek insanlara bildirmiştir.
Evreni ‘oku’maya başlaması istenilen insanın, neden okuması, niçin okuması ve nasıl okuma yapmasının evrensel kotlarını da bildirmiştir. Vahyi haberle, düşünen aklı araç olarak kullanıp yaratılışın nedenlerini anlamanın gerekli olduğunu hatırlatmış, yaratılışın amaçlarını vurgulamış, yöntemlerini düşünen aklın evrendeki işaretleri/ayetleri/yasaları keşfetme potansiyeline bırakmıştır.
Evrensel hayatın kodlarını verirken, yaratılış sisteminde, evrensel düzenin olduğunun(var oluşun ölçülü ve dengeli düzeni/kader),bu evrensel düzenin dinamik işleyişinin olduğunun(sunnetullah),evrensel var oluşun niteliğinin öznel olduğunun(fıtrat) evrensel ilkelerini, laboratuvarın mekan çatısı olarak sunmuştur.
Yaratıcı dinini insanoğlunun değerlendirmesine sunarken, bütün bu süreçlerin dinamik olan yapısını, eşya ve olayların felsefesini(hikmetini yakalayarak), araştırılmaya hazırlanmış laboratuvarda bilim ve sanat üreterek, dünyayı imar etme mesajını Kur’an aracılığıyla sunmaya devam ediyor. Bilim din ilişkisinde anahtar kavram ‘yaratmak‘ tır.
Bilim, yöntemlerini (bilim: metotlu şüphelenmektir) şüphelendiği/merak ettiği eşya ve olaylar bağlamında kurgular ve arama sürecine girer. Sahibi olmadığı, var oluşunda ‘sebep’ olmadığı, evrensel akışın bütün süreçlerinde koşturur. Enerji ve madde(var oluş) arasındaki ilişkileri keşfederek tanımlar. Evrensel ilke olarak tanımlananların insan hayatında uygulama olarak üretim süreçlerinde kullanılır. İnsan aklı ve eliyle tüm bilimsel süreçler koordine edilir, takip edilir ancak denetlenemez.
İşte din, denetleme bağlamında bilim ile bütünselleştiğini haber veren tek gerçektir.
Devam edecek…
Yolumuz aydınlık olsun.