Akademisyen kime denir? Akademisyenler, Yükseköğretim kurumlarında bilimsel araştırmalar yapan, eserler üreten ve çalışmalarıyla alanına ve nihayetinde topluma katkıda bulunan kişilerdir. Akademisyenin öğretme yeteneği olur; öğrenme merakı, azmi ve heyecanı olur; araştırma ve yazabilme becerisi kesinlikle olmalıdır. Akademisyen zaman yönetimini iyi bilir; iş birliğine açık olur ve özgündür. İyi bir akademisyen; çalışma arkadaşlarının, arkasından yetişmekte olan genç meslektaşlarının ve nihayetinde Ülkesinin gelişmesinden haz duyar. Akademisyen bilim ve ilim insanıdır. Evrensel yani adildir. Bunun için, Mehmet Akif Ersoy’un “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu. Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu.” sözlerini iliklerine kadar hisseder. Mesleki amaçlarından biri -ki bence en önemlisi- ardından gelecek bilim insanlarını yetiştirmektir ve bu gaye ile insanların hayatlarına dokunma gayretinde olur, boynuzun kulağı geçmesine izin verir ve örnek insandır. İşten kaçmaz, aksine işe koşar, hayatını ilim yolunda değerlendirir. Ehhh! Nihayetinde “Akademisyen” olmak ta kolay değildir!
Literatürde Akademisyenler tarafından çocukların, hastaların vd. psikopatlığının araştırıldığı çalışmalar mevcuttur. Ancak hem Türkçe hem de İngilizce olarak araştırmalarımda, “Akademisyenler Psikopat mı!” konulu bir çalışmaya rastlamadım!
Vikipedi’de Psikopati; manipülatif, duygusal yönden acımasız kişilik yapıları için kullanılan bir ifadedir. Kalıcı antisosyal davranış, bozulmuş empati ve sınırsız cesurca bencil özellikler ile karakterizedir. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde ise psikopat, dengesiz hareketler yapan ve ruh hastası kimseler için kullanılan bir kelimedir.
Bu yazımı en çok akademisyenler ve onların öğrencileri okuyacaklardır. Öyleyse başlığı okuduklarında soruma kolaylıkla verebilecekleri bir yanıtları olmuştur. Litvanya, Portekiz, Kalifornia ve İtalya’daki meslektaşlarıma sordum. “Kesinlikle” “Büyük bir çoğunluğu” ve “Ben hariç” cevapları aldım. Akademik çevresi olanlar “Evet, akademisyenler psikopat” demektedirler.
26 yıllık akademik hayatımda karşılaştığım modeller ve maruziyetlerim beni bu soruyu sormaya itti.
“Ders anlatmayacağım?”diyen ya da “Bölümsel değil, bireysel takılmak istiyorum!” davranışlarında bulunan Akademisyen olamaz. Hele ki toplumumuzda son zamanlarda çığrından çıkan “şikayet” kişilik bozukluğu davranış elbisesini kendine yakıştıran akademisyenler, konunun muattabı iş arkadaşları ile sorunu çözmek için zeytin dalı uzatmak yerine, yüzüne gülüp arkasından konuşma, üst mercilere sözlü ve hatta yazılı şikayet etme, mağduru oynayıp “mobbing” e uğradığını beyan etme davranışları sergilemektedirler. Repertuarlarına gülümseme ve selamlaşma davranışlarını sokmayıp, iş arkadaşları ve öğrencileri ile sağlamaları gereken iletişimden yoksundurlar.
Öğrencisi ile ya da hocası / iş arkadaşı ile itişen akademisyen olamaz! Saygı, edep ya Hu! Akademisyen intikam almaz, düzgünce işine bakar!
Akademisyenlik bir sevdadır, yaşam tarzıdır. 7/24’tür, mesaisi olmaz. Örneğin, danışmanlığını yürüttüğü öğrencisine ya da idareci bir hocasına “Akşam 6.00’dan sonra ya da Pazar günü bana mesaj atamazsın” demez.
Kendi yayınının, gönderdiği derginin hakemleri tarafından hızlıca değerlendirilmesi beklentisinde olan akademisyen kendine hakemlik gönderildiğinde mesajı görmezden geliyor, hakemliği kabul etse de zamanında raporunu sisteme yüklemiyor, editör tarafından hatırlatıldığında ise uzatma istiyor, derken yokuşa sürüyor! Bu örnek, Psikopat tanımına uygun bir davranış değil midir!
Psikopat davranışlarının pek çok nedeni olabilir, ancak akademisyenler araştıran bireyler olarak öncelikle aynayı kendilerine çevirip kendilerini merak etmeli, kişisel yolculuklarında evrilmelidirler. Akademisyenlerin kendi sorunlarını farkedip iyileşmek için çaba sarfetmeleri ve deneyimlerinden yola çıkarak çevrelerini aydınlatmaları beklenir.
“Üniversiteler, vefalı, sevgi dolu, birlikte başarma arzusu olan insanlara takım çalışması ruhunu kazandıran, birbirinin akademik unvanı için var gücüyle çalışan insanların güzel dostluklar kurduğu aynı zamanda hiyerarşik bir kültürün getirdiği saygınlığın ayrıcalığının hissedildiği bir ortamdır.”
Bu yazımı okuduktan sonra bir akademisyen olarak benim psikopat olup olmadığımı düşünen ve hatta araştıran psikopat akademisyenler de olacaktır!
Ne diyelim; yakışır davranışlarda bulunan akademisyenlerimize umutla!
15 yorum
Hocam kaleminize sağlık,okurken kendimi düşümdüm bayağı da ilginç geldi
Bir akademisyen değilim ama yüksek yapan bir çok arkadaşım var.ve hemen hepsi küstah davranan ,önlerine tezi fırlatma davranışından tutun ezme küçük düşürme davranışlarının bir çoğunu yapan tiplerden bahsediyor. ben lisans dönemimde kendi okulumda böyle kötü hocalar görmemiştim.ama her üniv farklı demek ki..
Uzun zamandır benim de benzer düşüncelere sahip olduğum bir konu. Yetiştirme ve kazandırma temelli olması gereken bu meslek günümüzde bu anlayışa çok uzak bir şekilde yürütülüyor. Üniversiteler sınıflamış öğretmen de öğrencu de gelen bu ayrımla birlikte çoğu zaman ne için orada bulunduğunu unutmuş durumda. Eğitim kurumu olan okul sınıfsal bir yer olmaktan çıkmalı, öğretmen öğrenci, öğrenci de toplum için çalışmalı, kolektif bir iş birliği sağlanarak toplumu daha ileri götürme gayesi peşine düşülmelidir. Kaleminize sağlık.
Hocam ne güzel yazmışsınız, böyle tanımladığınız güzel bir ortamda çalışmak isterdim, ancak mobbing ve kişisel hırslar çok fena, örneğin sadece 1 sene çalışmış, ya da bebek bakmaktan bir haber, mesleğin cefasını çekmemiş insansılar pediatri hemşireliğinde profesör oluyor, bölümde kimseyi tutmuyor. Hatta mobbinge maruz kalan kişi dava açıyor ve kaybediyor, sonuç? koltuk da oturmaya devam, yöneticiler sus pus, maalesef sistem psikopat akademisyenlerden yana… e sonu nasıl olacak kendi düşünsün artık, evlerden ırak bu zalim, unvanını ve nefsini put edinmiş insanlar her camiada var, şaşırıyorsunuz bazen “kimler kimlerle beraber”… Sizin gibi hocaların sayısının artması dileğiyle.
Öğretmen kökenliyim. 10 yılı aşkın üniversite tecrübem bana şu gerçekleri gösterdi: Akademisyenler özellikle doçentlik öncesi çok yıpranıyorlar. Yayın, proje ve diğer akademik faaliyetler büyük stres altında yapılmaya çalışılıyor. Az bir kısmı doçentlik sürecini sağlıklı bir ruh hali ile atlatıyor. Yüksek öğretimde vefa yok, merdivene tırmananın daha da yükselttiği bir yarış var. Ben MEB’de iken öğretmenlerin 1/3’ü normal değildi. Gözlemlerime göre doçent ve profesörlerin ise 2/3’ünün ruh sağlığı az veya çok bozuk. Bu düzen böyle gider ama bu sistem Türkiye’yi 21. yüzyılda taşımaz. Bu durumun en büyük müsebbibi de YÖK ve kurullarıdır. Özetle evet akademisyenlerde bolca psikopatlık var.
Hocam bu akademisyenlikle ilgili bir durum değildir. Karakter ile ilgilidir. Karakterli, kendine, başkasına ve işine saygısı olan kimseler her yerde ve zamanda düzgün davranır, çevresine selam verir. Hem meslektaşına hem de öğrencisine saygı gösterir. İşini düzgün yapmaya çalışır. Bu özsaygı ile ilgili bir durumdur.
Ben tam bu duruma getirildim ve bu pazartesi emekli dilekçemi sunuyorum rektörlüğe. İşin kötü tarafı arkadaşım rektörü de kullandı..
Bu yazıyı okurken aklıma değerli bir arkadaşım geldi. Kendisi etik ve ahlaki değerlere sahip biri olarak, nice profesörleri tutumuyla geride bırakacak kapasitede bir akademisyen. Akademisyenliğin sadece akademik unvanlarla değil, kişinin karakteri ve egosuyla da geliştiğine inanıyorum. Psikopati, manipülatif, empatiden yoksun, sadece kendi çıkarlarını gözeten bir kişilik yapısını ifade eder. Arkadaşım gibi akademisyen adayları, bu tanımlardan çok uzak olup, bilime katkı sağlarken insanlığa da ışık tutuyorlar.
30 yıldan fazla iş hayatından bazı çıkarımlar:
1) Çalışmayı sevmiyoruz. Fakat yıl sonu gelince hani bana zam?
2) Çalışmayı yine sevmiyoruz! Kendimizi en çok geliştirdiğimiz tarafımız “İşleri nasıl halletmeye, bitirmeye uğraşmakla değil nasıl başkasına pas ederim ya da üzerime almamak için ne işler çevirsem acaba?”.
3) Çalışmayı hiç ama hiç sevmiyoruz!!! Düşünün ki bize hak olarak verilmiş molaların dışında günde en az 1 saatimiz sigara içerek geçmiş olsun. Haftada 5 saat. Ayda 20 saat. Yılda 240 saat. Hesap kolay olsun bir mesaiyi 10 saat kabul edelim. 240/10=24 iş günü yani yılda 1 aylık maaşı, sigara içerek alıyoruz…! Bu, sadece sigara içmeyle kaybedilen zamanı anlatıyor. Peki ya yan odalara gitmeler, kahve molaları masa başında, cep telefonundaki boyunlar-sohbetler, internette gezmeler, telefon konuşmaları… Onlarca örnek verilebilir. Özetle, en kıymetli şey olan zamanı doğru kullanmıyoruz! Yılda 6-7 ay belki çalışıp tüm yılın maaşını alıyoruz…!
4) Sabahları arabayla hızla giden, kaza riski oluşturan, şerit değiştirirken sinyal bile vermeyenler! Cidden çalışmak için can attığınız için mi tüm kuralları ihmal edip saydırıyorsunuz millete? Ama erken gidilince park yeri kapılacak ve fazladan bir sigara içilecek.
5) Çalışmayı kesinlikle sevmiyoruz… En basitinden Excel bilmediğimiz, öğrenme azmimizin olmaması, soru sorup da küçük düşecek korkusu ile 15 saniyede bitecek işleri 15 saatte bile bitiremediğimiz için öyle yoğun geçiyor ki günlerimiz nefes alamıyor ve boğuluyoruz! Örnek: Düşeyara ve Pivot bilgisizliği.
6) İş verirsin ama karşı taraf homur homur, mutsuz, o iş bir türlü bitmez, bitse de çıkan sonuç rahmetli ebemin nur yüzü gibi olmuştur; aman r memnuniyetsizlik aman bir yüz düşmeler. Zannedersin ki adam Dünya’yı kurtaracak!!
7) İşler yürümeyin ve aksamalar başlayıncs çatışmalar kaçınılmaz olunca başladın entrikalar, üst yönetim yalamalar, onlara yanlış bilgi ve kendi çıkarlatımıza uygun düşecek şekilde yönlendirmeler, dedikodular, yalanlar, gıybetler. Ne mübarek alt tarafı sadece Excel’e 4 satır not düşecektin ve 4 gün oldu bitmedi!
8) Bana gelen mühendislerden iş hayatı boyunca sadece iki şey istemiyorum. Başka hiçbir şey! Meraklı olun ve herkese iyilik yapmak için çabalayın!
Hülya öğretmenim! Ne güzel anlatmışsınız herşeyi. Tecrübe ve yaşanmışlıklar böyle bir şey demek ki!
Yer Ege Üniversitesi, kimya bölümü. Belirttiğiniz çirkinlikleri bire bir yasamis biri olarak yrd.doc’luktan istifa etmek zorunda kalarak ayrıldım. Daha acı olan o yıllarda prof geçişi için gereken dil sınavını ancak 8. Girişinde gecebilen docentlere de şahidim. Daha da acı olan biat edenlerin bugün prof, etmeyenlerin ya Dr ya da yrd doç olarak emekli olmaları.
Elinize, kaleminize sağlık hocam çok güzel tesbitler yapılmış, yenilerini heyecanla bekliyoruz.
Değerlendirme yaklaşımınız, akademisyene yakşır nitelikte. Kutlarım. Yıkılmış üniversitelerimiz umarım bu değerlere yeniden kavuşur. Ü
Hepsi değil. Hepsi değil…
Sayın Hocam,
Tespitlerinize katılmamak mümkün değil. Kanımca bunun nedeni, ülkemizde birçok meslekte olduğu gibi bozuk eğitim sisteminin bir sonucu olarak akademisyenlikte de gerçekten o işi yapmak isteyenlerin azınlıkta olup mecburiyetten o işi yapanların çoğunlukta olması ve ahlaki çürümüşlüktür.