Evimizin karşısında üç çam ağacı var; yaz kış renkleri yeşil bu ağaçlar özel bir sınıfa girer, yani hep yeşildirler. Peki, bu ağaçlarda insan ve hayvanlarda olan dolaşım ve bir kalbe bağlı pompalama sistemi olmadığı halde, yerden aldıkları suyu metrelerce yukarı yaprakların ucuna kadar nasıl ulaştırıyorlar? Hatta sekoya ağaçları, 250-350 metreye kadar boy atabiliyorlar. Bunu kısaca şöyle açıklayabiliriz: Elinizdeki bir cıvayı yere dökerseniz küçük küreler şeklinde yere bulaşmadan hareket ettiğini görürsünüz. Bunu yapmayın; cıva zehirleyicidir. Su ise döktüğünüzde hemen zemine bulaşır ve ıslatır. İste aradaki fark şudur: Cıva atomlarının ya da moleküllerinin kendi aralarındaki çekim gücü (buna kohezyon denir) cıva ve zemin molekülleri arasındaki çekim gücünden fazladır; o nedenle zemindeki moleküllere bağ yapmaz ve ıslatmaz. Simdi bunun konu ile ilgisini izah edelim.
Ağaçların içinde çok ince kılcal kanallar bulunur. Ağaçlar bu kanallar vasıtası ile suyu yukarı doğru emerler. Fakat burada şu ayrıntı önemlidir. Bu nasıl olmaktadır? Kılcal kanalları oluşturan ağaç molekülleri ile su molekülleri arasındaki çekim kuvveti suyun kendi molekülleri arasındaki çekim kuvvetinden daha fazladır; bu nedenle bu kanallar suyu emebilmektedir. Fakat nasıl oluyor da bir pompalama veya hidrofor olmadan bu su metrelerce tırmanabiliyor? İşte biz buna fizikte “capilarity” yada “kılcallık etkisi” diyoruz. Yani kılcal boru yeterince dar ise kanal molekülleri yerçekimini yenerek su moleküllerini yukarı çekebilmektedir. Bunu şöyle hayal edebilirsiniz; derin duvarları düz bir kuyudan yukarıya çıktığımızı düşünün. Eğer duvarlar arası mesafe çok genişse kendinizi sıkıştırarak yukarı itemezsiniz yok; çok dar ise bu sefer de gövdeniz sığmaz, yine çıkamazsınız. İşte, bu kanalların genişliklerinde de hassas bir denge vardır. Aşırı geniş olsa yerçekimi galip gelir; kanal molekülleri ile su molekülleri arasındaki elektromanyetik etkileşme, yani çekim zayıf kalır. Çok dar olsa büyük ihtimalle tıkanmalar olur. Bir de yeterince su yukarı aktarılamayabilir. Bunu daha yakından şöyle müşahede edebilirsiniz. Elinize bir pipet alarak su dolu bir bardağa dikine daldırın, sonra hava basıncını engellemek için üstten parmağınızla kapatıp pipeti çekin, bardaktan bir miktar su çekilir ancak bu su çekiminin etkisi ile yavaşça bardağa geri gider. Burada pipet yeterince dar olmadığından yerçekimi galip gelmektedir. Ancak bir miktar suyu kendi duvarları ile çekebilmektedir bir süre; buna sürtünme de diyebilirsiniz. Basit gibi görünen fakat önemli bir hakikati barındıran bu olay, Rabbimizin kainatta her şeyi nasıl yerli yerinde inşa ettiğini gösteriyor. Ne mutlu görebilenlere, gördüklerini idrak edebilenlere…
Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, yukarıdaki mekanizma, yani kılcallık etkisi ile belki 3-5 metrelik boya sahip ağaçlardaki suyun yükselişi açıklanabilir. Fakat çok büyük boylara erişebilen çam ve sekoya gibi ağaçlardaki mekanizma tam olarak bilinmemektedir. Ozmotik basınç, hava basıncı, ağaç içindeki maddeler, ağaçların her birinin kendine özgü lif ve dokularının biyolojik ve fiziksel özelliklerinin dikkate alınması gerekir. Burada problem bir yönüyle biyolojik bir proses gibi görünmesine rağmen esas olarak fizikseldir.
İlgili literatürden, ağaçlardaki su transferi konusunda araştırmaların çok kısıtlı sayıdaki araştırmacı tarafından yapıldığı rahatlıkla görülebilir. Bilimsel alanda araştırma için genel eğilim, maalesef zor görünen bilinmezlik içeren alanlarda değil, çeşitli uygulamalarla bilinenlerin çoğaltılması şeklinde gerçekleşmektedir. Çünkü bilimsel camiada, gerek ülkemizde gerekse dünyada, çoğunluğun ana hedefi kariyerinde hızla yükselerek unvan sahibi olmaktır; bilinmeyene cevap aramak değildir. Platon veya bazen Çiçero’ya atfedilen bir söz şöyledir: “Platon der ki, insanlar benim gözümde üçe ayrılır: ilk gruptakiler mal biriktirir, ikinci gruptakiler meşhur olmak ister, üçüncü gruptakiler ise varlığın hakikatini merak eder; işte onlara filozof denir.” Üçüncü gruptaki insanların daha fazla bilimle ilgilenmesi dileğiyle…