İman ve İslam kelimeleri çok kişinin dilinden eksilmiyor. Pek çok yerde iman, İslam, cihat ve benzeri naralar atılıyor. Filistin, Gazze ve benzeri yerler ile bazı örgütler lehine çok şey dile getiriliyor. Gerçekçi olmak gerekiyor. Bu tür işler laf ile halledilmiyor. Sizlere bazı soruları sormak istiyorum:
1 – Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi Fatiha Suresine, “Ehamdu lillahi Rabbilalemin” (Tüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd/şükür ediyorum)[1] diye başlanmaktadır. Allah, yaratmış olduğu tüm varlıkların, bu arada tüm insanların Rabbidir. Kulları arasında ayırım yapmıyor. Her birey, eşit düzeyde aynı Allah’ın kullarıdır.
İslam’ı ağızlarından düşürmeyen siyasiler, diyanetçiler, ilahiyatçılar, cemaatler, cemiyetler, tarikatlar ve İslam’ı kullanan diğer tüm kurum ve kuruluşlar, çıkıp kameraların karşısında Allah Türk, Kürt, Arap ve diğer tüm kavimlerin, Müslim gayrı Müslim, tüm inanç mensuplarının Rabbidir, herkese eşit hak, hukuk ve adaleti emreder, bunu kabul etmek gerekir diyebiliyorlar mı?
SİZE SORUYORUM: Bugün bunu dile getirmeyenler ve ona göre hareket etmeyenler Müslüman mı? İman ve İslam sahibi midirler?
2 – Dünyanın her yerinde Cuma günlerinde Cuma namazı kılınmaktadır. İmam, Cuma hutbesine şu ayetle son vermektedir:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve yakındakilere yardımı emreder; zulmü, fuhşu kötülüğü yasaklar; ders alasınız diye size öğüt verir.”[2]
Adaletin dini yoktur, tüm insanlar için eşit derecede geçerlidir. Adaletin olmadığı yerde İslam olamaz.
SİZE SORUYORUM: Allah’ın kulları arasında hükmederken, adalet ölçüleriyle hareket etmeyenler Müslüman mı? Bu çarpık uygulamalarıyla mümin Müslüman olabilirler mi?
3 – İslam dini ile ilgili ilmi kaynaklarda yer aldığına göre bütün peygamberlerin ve kutsal metinlerin orta ana hedefi, tüm insanların malını, canını, neslini/namusunu, dini inancını ve aklını korumaktır.[3]
SİZE SORUYORUM: Bugün için İslam âleminin neresinde bu hedefler gerçekleştirilmektedir? Nerede Müslüman geçinenler? Nerede iman edebiyatını yapıp nara atanlar?
4 – Önce Ahmet Hamdi Akseki’nin (ö.1370/1951) bir açıklamasına yer vereceğim, sonra onun yazısını özet olarak açıklayacağım:
“Müslümanlık, bütün vezâif-i şahsiyye ve âiliyye gibi, vezâif-i medeniyyemizi de ta’yîn etmiştir. Binaenaleyh birçok ailenin bir araya gelmesiyle teşekkül eden devletin ne gibi esaslar üzerine müesses olduğunu, devletin efrâd-ı millete, efrâdın devlete karşı mükellef bulunduğu vezâifi de kitâb-ı mübîn ile onu tafsîl ve îzâh eden sünnet-i seniyye bize bildirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’e göre devlet iki esas üzerine müessestir:
1. Adâlet.
2. Emânet (İşleri, vezâifi ehline tevdi’ etmek).
Vülât-i umûr hakkında şeref nâzil olan Nisa Suresi 58. ayetteki nazm-ı celîli me’mûrîn-i hükûmete emâneti ehil olanların eline bırakmalarını, beynennâs icrâ-yi ahkâm ettikleri zaman adl ile hüküm eylemelerini emrediyor. Bu iki mebde’, hiç şüphe yoktur ki, siyâset-i âdile ile velâyet-i sâlihanın aslıdır. Âdil bir siyâset, salih bir velâyet ancak bu iki mebdeyle te’mîn edilebilir ki, hükûmetten beklenen de budur. Müslümanlık teb’a ve efrâdın seâdetini bu iki esasın düstûr-ı hareket ittihâz edilmesinde bulmuştur. Hakîkaten böyledir. Birinci esas efrâdın hukûkunu muhâfazaya, ikincisi de umûmun mesâlih ve menâfiini te’mîn ve himâyeye hizmet eder. Adâlet gözetilmedikçe hiç kimsenin hukûk-ı şahsiyyesi muhâfaza olunamayacağı gibi, işler ehline tevdi’ edilmedikçe menâfi-i umûmiyye himâye olunamaz. Binaenaleyh bu iki esâs-ı mühimmi muhâfaza eden herhangi bir hükûmet (şekli ne olursa olsun) nazar-ı İslâm’da meşrû ve makbûldür. Çünkü şekli maksûd bizzat değildir.”[4]
Ahmet Hamdi Akseki, devletin adâlet ve emanet (İşleri, görev ve vazifeleri ehline vermek) üzerine kurulduğunu, bunlar olmayınca devlet şeklen Müslüman görünse de aslında uygulamalarıyla Müslüman olmadığını, inançta Müslüman olmasa da bunlara uyanların uygulamalarıyla Müslüman olduklarını savunmuştur. Akseki, buna delil olarak da şu ayeti göstermiştir:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاً بَصِيراً
“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”[5]
Ben bu gibi şeyleri söylediğim zaman, suçlu duruma düşüyorum. Onun için bunu Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Rahmetli Ahmet Hamdi Akseki’den naklettim.
SİZE SORUYORUM: Bugün için İslam âleminde buna uygun hareket eden kaç devlet vardır?
5 – Hz. Muhammed’in (sav.) şu iki hadisini iyice düşünün:
“Sizden biri kendi şahsı için istediğini kardeşi için istemedikçe, iman etmiş olamaz.”[6]
“Kendi nefsin için arzu ettiğin şeyleri, insanlar için istemedikçe, Müslüman olamazsın”[7]
Bu hadislere göre, malımıza, canımıza, namusumuza, dinimize, dilimize, kültürümüze, siyasetimize, kısacası maddi ve manevi tüm değerlerimize tanıdığımız hak ve hukuku tüm insanlara tanıdığımız zaman, iman ve İslam sahibi ola biliriz. Aksi takdirde iman ve İslam’dan bahsetmeye hakkımız yoktur. Sadece kendimizi kandırmış oluyoruz.
SİZE SORUYORUM: Bugün için İslam âleminde Müslüman geçinen kaç kişi bu ölçülere göre hareket etmektedir, kendi maddi ve manevi değerlerine tanıdığı hak, hukuk ve hürriyeti herkese tanimaktadır?
SONUÇ
Daha pek çok ayet ve hadise yer verebilirim. Bu yolun dışında herhangi bir sulh ve barışın sağlanması mümkün değildir. Müslüman geçinip de buna uygun hareket etmeyenlerin başarılı olmaları asla mümkün değildir. Bugün İslam âleminin İsrail’in karşısındaki perişanlığı bunun apaçık örneğidir. Ben, her zaman ve her yerde yazılı ve sözlü olarak toplumsal uzlaşı ve barışın ancak bu yolla mümkün olabileceğini savundum, savunmaya devam edeceğim. Çok kere mağdur edildim, dövüldüm, incitildim, hakarete maruz kaldım, ceza yedim. Hala ceza dosyalarım duruyor. İnançlı, onurlu, kişilikli, şahsiyetli insanın bir çizgisi olur. Benim çizgim, Kur’an ve sünnetin ortaya koymuş olduğu bu ilkelerdir. Bunun dışında toplumsal uzlaşı ve barışı sağlayacak herhangi bir yol yoktur. Bireyin, ailenin, toplumun, Türkiye’nin, İslam âleminin ve dünyanın barışı, Kur’an’ın önerdiği bu adalet ve emanete uygun hareket etme ilkesidir. Bunu haykırdığım için suçlu kabul ediliyorum.
Sayın Devlet Bahçeli, nihayet buna işaret etti ve barışın uzlaşıda olduğunu dile getirdi. Tüm siyasilere, herkese, “Benim çizgime gelin demiyorum. Allah’ın çizgisine gelin” diyorum. Yoksa İslam âlemi gayrı Müslimler karşısında Per perişan olmaya mahkûm olacaktır.
Hak, hukuk ve adalette bir araya gelip toplumsal uzlaşı barışı sağlama dileği ile!
Herkese selam, saygı ve hürmetler!
Anahtar Kelimeler: Size soruyorum, Kur’an, sünnet, adalet, emanet, Müslümanlar.
[1] el-Fatiha 1/2.
[2] en-Nahl 16/90.
[3] Ebü’l-Meâli İmamül-Haremeyn Rükneddin Abdülmelik b. Abdillah b. Yusuf el-Cüveynî, el-Burhan fî Usuli’l-Fıkhi, thk. Salah b. Muhammed b. Uveyde, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, I, 278, II, 161, 235; Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazzalî, el-Mustasfa, thk. Nâcî es-Süveyd, el-Mektebetu’l-Asriyye, Beyrut 2009, I, 33; Ebû İshâk İbrahim b. Musa b. Muhammed el-Gırnâtî eş-Şâtıbî, el-Muvafekat fi Usuli’ş-Şeria, thk. Abdullah Derrâz, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 2010, II, 326; Seyfuddin el-Amidi, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkâm, thk. Abdurrazzâk Afîfî, el-Mektebetu’l-İslamî, Beyrut tsz., III, 274; Ebu Zehra, Kur’an Nizamı, trc. Ali Arslan, Kazdal Yayınevi, İstanbul 1969, s. 61; Mustafa Baktır, İslam Hukukunda Zaruret Hali, Akçağ Yayınları, Ankara 1981, s. 177 vd.; Osman Eskicioğlu, İslam Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, Anadolu Matbaacılık, İzmir 1996, s. 280 vd.
[4] Ahmet Hamdi Akseki, Ahlak Dersleri, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2016, s. 296
[5] en-Nisa 4/58.
[6] Müslim, İmân, 71, 72; Buhari, İmân, 7; Tirmzi, Kiyâme, 59; Nesai, İmân, 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime, 9; Dârimî, Rikâk, 29; İbn Hanbel, III, 176, 177.
[7] Tirmizi, Zühd, 2; İbn Mâce, Zühd, 24; İbn Hanbel, II, 310; III, 473; IV, 70, 77.