Serin bir Ekim sabahı…
Çalıştığım hastanenin acil girişine yaklaşıyorum. Karşılama komitesi şaşırtmıyor beni. Havlayarak otomobilimi sarıyorlar. Şu yeni oğlan çok yaygaracı, kırçıllı olan… Kibar kızımız daha sakin ama köpek köpektir; sevgisini ifade ederken bile havlıyor. Gören de beni parçalayacak sanır.
Ama ben ekibi tanıyorum. Arabamı park edip inerken endişelenmiyorum. Nitekim beni karşılarında görünce ikisi de susuyor. Mahcup gözlerle bakıp kafalarını eğiyorlar. Beni tanıyorlar ama artık arabamı da tanısınlar lütfen.
Ekibe yeni dâhil olan ergen biraz huysuz görünüyor. “Isıracak köpek havlamaz,” derler. Sahiden de yıllardır acil servisimizin önünde dört beş köpek bekçi gibi durur. Şimdiye kadar kimseye saldırmamışlar. Bunu biz biliyoruz ama buraya yeni gelen hastalar bilemez ki. İşin zor tarafı bu hayvanlar da misafirleri korkuttuğunun farkında değil. Hele biri var ki…
Kömür karası hayvanın gözlerinden biri mavi diğeri yeşil. Van Kedisi gibi. Ama dahası var. Aklı başında bir adam gibi bakıyor gözlerimin içine. İnsanın “Günaydın,” diyesi geliyor. Bu aralar sağ ön ayağı aksıyor. Başına neler geldiğini bilmiyorum. Ama acil servisin kapısında durduğu halde tedavi için başvurmuyor. Sosyal güvenlik kapsamında değil ama biz acil durumlarda zaten sormuyoruz bu tür şeyler. Kimlik numarası olmadığı için kayıt yapamayız, o ayrı mesele.
Üçüncü konuğumuz Tombik yükünü almış. Göbeğindeki şişkinliğe bakılırsa birkaç haftaya doğuracak. Tembel tembel yatıp birilerinin karnını doyurmasını bekliyor.
İçeri girerken bacaksızla karşılaşıyorum. Üşümüş anlaşılan. Kendisini içeri atmış ama bekleme salonuna da girmemiş. Schopenhauer’ın kirpileri gibi, ideal mesafeyi koruyor. Kimsenin kendisine zarar vermeyeceğinden emin huzur içinde uyuyor. Doğrusu biz de ondan zarar gelmeyeceğini bildiğimiz için rahatız.
Hayvanlar farkında olmasa da insanları ürkütüyor ama pekâlâ birbiriyle güzel geçiniyorlar. Oynuyor, şakalaşıyorlar. Mesela acilimizin önünde mekân tutmuş şu muhteşem dörtlü birlik ve beraberlik içinde geçiniyor. Peki, ya biz?
Şu köpekler yüzünden neredeyse memleket ikiye bölünecek. Ne meraklıyız tartışmaya, çatışmaya, kutuplaşmaya!
Modern dünyanın kudretli ülkeleri -farklı din ve ırktan olsa bile- birlik olmak için mücadele ederken rakiplerini bertaraf etmek için kullandığı en sinsi plan bölüp parçalamak. Dünyanın en stratejik noktalarından birinde yerleşmiş cennet vatanım için de bu planlar eksik olmuyor.
Laik-Dinci, Sağcı-Solcu, Türk-Kürt, Alevi-Sünni kutuplaşması yetmemiş gibi şimdi de köpekleri uyutalım diyenlerle bu hayvanlara dokunmayın diyenler iki kitleye ayrılmış. Günümüzün -en az güvenilir olsa da- en etkili iletişim araçlarından sosyal medya ve bildik medya bu haberlerle meşgul.
Odama geçip önlüğümü giydikten sonra kliniğe geçiyorum. Rutin ziyaretlerimizi tamamladıktan sonra travma bölümüne geçiyorum. Sabahın köründe bir çocuk görünce şaşırıyorum.
Beş yaşında ya var ya yok. Solgun yüzünde dolu dolu gözleri iki üzüm tanesini andırıyor. Bu masum çehrede endişe, şaşkınlık ve hayal kırıklığı okunuyor. Doktor bacağındaki yarayı temizlerken yüzü acıyla kasılıyor, gözlerini sıkı sıkı yumuyor. Sevmek istediği yavru köpeğin annesi tarafından saldırıya uğrayan ufaklığın sağ baldırında derin yaralar var.
Hemen karşıda duran anne ise kıpkırmızı olmuş yüzünü elleriyle kapatmıştı. Pansuman sırasında minik kız ıhladıkça anne ahlıyor. Anne yüreği işte! Hem ağlıyor hem söyleniyor genç kadın.
“Sevimli dostmuş! Al o zaman evinde besle. Bu canavarları sokağa salanlara sormalı asıl.”
Sanırım bu felakete neden olan sokak köpeği de benzer hassasiyetle davranmıştı. O da bir anneydi sonuçta.
Minik yavrunun gözlerindeki hayal kırıklığını anlamaya çalışıyorum. Muhtemelen köpekleri seven bir çocuk, diğer pek çoğu gibi. Yaşadığı haksızlığa bir anlam verememiş gözlerle bakıyor. Öyle ki, yüzündeki hayal kırıklığı ifadesi, yaşadığı acı ve korkuyu bastırmış adeta. İzlediği çizgi filmler ve muhtemelen yakından görüp sevdiği birkaçının ardından köpeklerin hepsini sevimli dostlar olarak bellemiş olmalı yavrucak. Şimdi bu olanları nasıl yorumlayacağını bilememenin çaresizliği okunuyor yüzünden.
Çocuğundan daha çok acı çeken anne ise muhtemelen daha zorlu bir ikilem halinde. Mesela daha önce “Onlar da can, kıymayın!” diyen gruptayken “Ama benim kızıma bu korkuyu yaşatan canavarları sokağa salmayın!” diyen gruba kaymış gibi görünüyor.
Artan şehirleşme, azalan doğal yaşam alanları ve bir de evde beslenirken sokağa terk edilen köpekleri hesaba katınca gittikçe alevlenen bu mesele siyasetin gündemine girmiş bile.
Köpekler tarafından parçalanan bir çocuğun haberlerini izlediğinde anneler bu hayvanların toplatılması gerektiğini düşünür sanırım. Diğer yandan evinde sevimli bir köpek besleyen insanlar “Onlar da can!” dediği zaman eliniz kolunuz bağlanır.
Tepkilerimiz; aklı kullanmak, mantık yürütmek ve çözüm üretmekten ziyade anlık duygusal kararlarımızı yansıtıyor. Bu yüzden ortak noktada buluşamıyoruz. Aklın yolu tektir oysa.
Roma’lı devlet adamı Cicero (MÖ 106-43) der ki, “Felsefeye uyan biri ömründeki her çağı sıkıntısız geçirebilir.” Şu köpek meselesini de çözebilir miyiz acaba felsefeye uyarak? Mesela, Aristo’nun “altın orta” dediği pencereden baksak nasıl olur?
Sokaktaki köpek çeteleri nedeniyle evden dışarı çıkamayan bir ilkokul öğrencisinin güvenliğini sağlamak gerekir. Sahipsiz olduğu için sokak köpeklerini savunanlar da biraz objektif baksınlar. Yaşlı bir kadın ya da minik bir çocuk da saldırgan hayvanlar karşısında savunmasızdır.
Diğer yandan saldırma potansiyeli var diye şu hayvanları öldürmek de zalimliktir. Ben şahsen en saldırgan olanı dahil olmak üzere hiçbir köpeğin mesela şu meseleyi bile ticari çıkar ya da siyasi rant için kullanan insanlardan daha kötü olmadığını ve Netanyahu gibi bir adamın yaşadığı dünyada hiçbir köpeğin öldürülmeyi hak etmediğini düşünüyorum.
Biz sıradan vatandaşlar bile sokakta dolaşırken hangi köpeğin saldırgan olabileceğine dair bir önseziye sahibiz. Bir de bu işin uzmanları var. Sahiden de tehlikeli olan hayvanlar toplatılıp güvenli bir yere kapatılabilir. Bunu bile esaret gibi görüp razı olmayan hayvan severler de -sosyal medyada gürültü koparacak yerde- organize olup şu hayvanları sahiplenebilir. Belki daha da önemlisi şu hayvanların neden saldırganlaştığı üzerinde düşünmektir.
Doğası itibariyle zaten yabani hayvan olan köpekleri evcilleştiren insan şimdi saldırganlığından şikâyet ediyor. Tuhaf bir türüz ama diğer canlılar neyse ki bunu sorgulamıyor.
Köpeklerin saldırganlık nedenlerini biraz araştırayım dedim. Bu hayvanların canlarının yanması saldırganlığın en sık nedenlerinden biriymiş. Canımız yandığında hangimiz saldırganlaşmıyoruz ki? Siz gelin benimle acil serviste bir gece nöbet tutun ve insan denen türün yaptıklarını görün. Kimse bu türün agresif bir üyesi saldırganlık sergiledi diye diğerlerini toplayıp uyutmaktan bahsetmiyor.
İnsanoğlunda öfkeli ve saldırgan tutum sergilemenin altında şeker hastalığından beyin tümörüne birçok hastalık bulunabilir. Şu hayvanların buna benzer hastalıklardan muaf olduğunu düşünmüyorsunuz sanırım. Ne yazık ki sokakta ömrünü tüketen ve sosyal güvencesi olmayan hayvancıklar sağlık kontrolünden geçme şansına sahip değil.
Aslında köpeklerdeki saldırganlığın en önemli nedenlerinden birisi kendilerini tehlikede hissetmeleriymiş. En büyük tehdit de insan! Daha önce annesi, babası ya da kardeşi bir otomobil tarafından ezilen köpeğin birbirinden ayırt edemediği tüm arabalara havlamasını yadırgamamak gerekir.
Hele bir de insan eliyle keyfi şiddete maruz kalanlar var ki, burada ayrıntısına girmeye dilim varmıyor. Özellikle küçük yaşlarda şiddete uğrayan insanların bile potansiyel birer suçlu olduğunu düşününce bizim kadar zeki olmayan köpeklerin saldırganlığını yadırgamak haksızlık olur.
Asırlar önce zaten vahşi birer hayvan olan köpeklerin sadık birer bekçi ve dost olmalarında insanın rolü neyse bu evcil hayvanların saldırganlaşmasında da aynı oranda sorumluluğu var. Sadık dostlarımız saldırganlaşmışsa türümüzün bir temsilcisi taş atıp bacağını sakatladığı için, diğeri arabayla dostlarından birini ezip öldürdüğü için ya da bir başkası bir hayvanın boynuna ip bağlayıp otomobilin arkasından sürüklediği için olabilir mi?
Köpeklerdeki saldırganlığın en asil sebeplerinden birisi ise korumacı ve sahiplenici tutumlarıdır. Sahiplendiği şey bazen yavrusu, bazen yemeği, bazen de bir insandır. İşte bu türden bir saldırganlık takdire değer diye düşünüyorum.
Hâsılı kelam, hayat boyu karşılaştığımız pek çok sorunda olduğu gibi sokak hayvanları meselesi için de pek çok çözüm yolu var; yeter ki şu meseleyi suiistimal edip başka hesaplar peşinde koşmayalım; hep birlikte şu işe bir el atalım.
Dünyamız halen yaşanılabilecek haldeyse bu; herkesin sorun gördüğü yerde çözüm arayan özel insanlar sayesindedir.
6 yorum
Aklına, fikrine ve kalemine sağlık Doktorum.
Peki sonuç olarak insanlarmi köpekler için vardır
Yoksa kopeklermi insanlar için vardır…
Kucakta ki süs köpeği, av köpeği, çoban köpeği, güvenlik köpeği gibi hayvanlara birşey diyemiyorum..ama kocaman ve her an saldırma tehlikesi olan köpekleri alıp besliyorlar, bir şekilde faydalaniyorlar , yaşlanıp işe yaramaz hale gelince beslemekten vazgeçip götürüp bir parka veya sokağa bırakan o iki ayaklı mahlugun hiç mi suçu yok…!!!? Ölene kadar o zavalliya baksa ya…
Netanyahu gibi vahşi birini köpeklere benzetmek ise , köpeklere en büyük haksızlık ve hakarettir..
Aynı şeyleri düşündüğümüzü görmek güzel.
Ayrıntılı yorumlarınız için teşekkürler.
“Bozuk düzende sağlam çark olmaz.” Pir Sultan Abdal. Hocam yönetenler doğru politikalar uygulasalardı köpekler ve insanlar birbirleri ile dalaşmazlardı.
Şubat ayında oğlum yolda yürürken 8-10 köpek birden aniden ağaçların arasından fırlayıp biri oğlumun bacağından ısırdı.Sonraki süreçte sorumluluk sahipleri olayı yaklaşan yerel seçimlere bağladı,ilginç bir şekilde.10 gün sonra yakalandı köpekler.
Ayrıca yakınımızdaki herkesin yürüyüşe çıktığı ormanda ise köpekler sincapları öldürüp yiyor.Sincapların köpek kadar değeri yok ki herhalde başvurumuz sonuçsuz,orman neredeyse sincapsız kaldı.
Vahşi kalmış köpekler bunlar ve çözüm bulmak yerine sorumlu herkes birbirine suç atıyor ya da savunmaya geçiyor.
Sonuçta biz artık köpek korkusu yüzünden yürüyüşe çıkamıyoruz.