Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah orucun önceki milletlere de farz kılındığını, günlerle sınırlı tutulduğunu, hasta ve yolcuların oruçlarını daha sonra tutabileceklerini ve oruç tuttuğunda zorlananların karşılığında fidye verebileceklerini ifade etmiştir.
Orucun farziyetinin ifade edildiği âyete bakıldığında önceki milletlere de farz kılındığının dile getirildiği görülür. Önceki milletler tabiri müfessirler tarafından Hıristiyanlar ve Yahudiler olarak anlaşıldığı gibi Adem aleyhisselamdan bu yana bütün milletler olarak da anlaşılmıştır. Hıristiyanların orucunun günün 24 saatinin büyük kısmında (yatsıdan yatsıya) sürdüğü nakledilmiştir. Yatsı vaktinden sonra yeme içmeyi sonlandırıp diğer yatsı vaktine kadar oruca devam etmişler ve oruç ayı boyunca da cinsel ilişkiden uzak durmuşlardır. Dolayısıyla “oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı” cümlesi, kimi alimler tarafından Hıristiyanların tuttuğu oruç şeklinde yorumlanmıştır. Bu durumda âyetin manası şöyle olmaktadır: “Oruç size, sizden öncekilerinki gibi farz kılındı.” Bakara suresinin 187. âyetinde yer alan bilgilere bakıldığında bu yaklaşımın yanlış olmadığı da anlaşılmaktadır. Zira Yüce Allah 187. âyette, oruç gecelerinde cinsel ilişki yasağını çiğneyenlerin ve bu suretle kendilerine yazık edenlerin bulunduğuna dikkat çekmiş ve bu yasağı kaldırdığını dile getirerek fecr vaktine kadar yeme içme sürecinin de devam edeceğini vurgulamıştır.
Ardından orucun yılın tamamında değil belli günlerinde (اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍ) tutulacağını ifade etmiştir. Bu ifade de farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Kimisi bununla Aşure orucu ya da Ramazan orucundan önce emredilen her aydan üç gün orucun kastedildiğini söylerken kimisi de bunun doğrudan Ramazan orucu olduğunu söylemiştir. Âyetin içerisindeki bilgilere ve devamındaki âyette yer alan malumata bakıldığında bunun, Ramazan dışında bir oruç olması daha makul durmaktadır. Konuyla ilgili nakledilen rivayetlerde bir sonraki âyetin bu âyetin hükmünü nesh ettiğine işaret edilmesi, (اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍ) tabirinin Araplarda ay için kullanılmaması ve Hz. Muhammed’in Medine’ye hicretten sonra Aşure orucu ile her aydan üç gün oruç tuttuğunun bildirilmesi bu konudaki önemli karinelerdir. Ayrıca Yüce Allah bu oruç için hasta ve yolcuların tutamadıkları günleri daha sonra kaza edebileceklerini ve oruç tuttuğunda zorlanacak olanların fidye verebileceklerini belirtmiştir.
Ulemanın ekserisi tarafından benimsenen görüşe göre bir sonraki âyet (شَهْرُ رَمَضَانَ), bu âyetin hükmünü nesh etmiştir. Ancak ulema neshi, âyetin tamamı için işletmemiştir. Aşure ya da her aydan üç gün orucun yerini Ramazan orucunun aldığı hususunda ittifak sağlanırken, fidye ruhsatının kaldırılıp kaldırılmadığı noktasında ittifak sağlanamamıştır. Uygulamaya bakıldığında fidye ruhsatının devam ettirildiği görülmektedir. Fidye ruhsatını işleten alimler, (وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ) ifadesini “oruç tuttuklarında zorlananlar” olarak değil de “oruç tutmaya güç yetiremeyenler” şeklinde anlamışlar ve bu ifade ile kastedilenlerin pir-i faniler ve müzmin hastalar olduğunu dile getirmişlerdir. Lakin âyetin bu manaya geldiği kabul edildiğinde bu defa iç bütünlüğünün zedelendiğine tanık olunmaktadır. Zira cümlenin devamında Yüce Allah fidye ruhsatından faydalanmak isteyenlere yönelik olarak “hikmetini ve manevi değerini düşünürseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır!” şeklinde bir yönlendirme yapmaktadır. Bu durumda pir-i fanilerden ve müzmin hastalardan oruç tutmaları istenmiş olacaktır ki bu hem âyetin iç bütünlüğüne halel getirmekte hem de dinin (لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا / Allah hiç kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez!) ruhuna aykırı durmaktadır. Diğer taraftan bu cümlenin hasta ve yolcularla ilgili olduğunu ifade edenler olmuştur ki bu bakış açısı da problemlidir.
Binaenaleyh (وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ) ifadesi “oruç tutmaya güç yetiremeyenler” manasına değil “oruç tuttuğunda zorlanacak olanlar” anlamına gelmektedir. Şayet nesh edildiği düşünülürse bu hükmün tamamen kaldırıldığı, nesh edilmediyse de zorlananlar için geçerli olduğu kabul edilmelidir. Biz, bu ruhsatın geçerli olduğunu ve oruç tuttuğunda zorlanacak olanların bundan istifade edebileceklerini, bu konuda kararı kendilerinin vereceğini, ancak bu kararı verirken de kırk düşünüp bir biçmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Yüce Allah’ın, “hikmetini ve manevi değerini düşünürseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır!” yönlendirmesi, “oruç tutmayıp yerine fidye verme” kararının çok kolay alınamayacağını göstermektedir. Bu durumda (شَهْرُ رَمَضَانَ) âyeti bir önceki âyetin sadece (اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍ) kısmını nesh etmiş, diğer kısımlarını değiştirmemiştir. Yani hicretin birinci yılında oruç aşure ya da her aydan üç gün iken sonraki yıllarında Ramazan orucuna dönüşmüştür. Bu durum önceki milletlerde de böyle cereyan etmiş, her aydan üç gün şeklinde başlamış daha sonra bir aylık oruca dönüşmüştür.
Ramazan orucu âyetinde Yüce Allah hasta ve yolcuların oruç tutmayacaklarını ve tutmadıkları oruçlarını daha sonra kaza edebileceklerini ifade etmiş ancak fidye bilgisine yer vermemiştir. Bundan hareketledir ki ulemanın epey bir kısmı fidye ruhsatının nesh edildiğine kani olmuştur. Yüce Allah’ın bu âyette hasta ve yolcuların tutmadıkları oruçlarını kaza edebileceklerini yinelemesi aslında tekrar amaçlı olmayıp bu hükümlerin nesh edilmediğini göstermek içindir. Binaenaleyh, devamında yer alan fidye hükmü de nesh edilmemiş, ama cümlenin uzatılmaması için ona temas edilmemiştir. Fidye hükmünün nüzul döneminden itibaren uygulanıyor olması da bu hükmün nesh edilmediğinin bir başka karinesi olsa gerektir.
Hastaların ve yolcuların oruç tutmaması ve oruçlarını Ramazan’dan sonra kaza edebilmeleri Yüce Allah’ın sunduğu bir ruhsattır. Hastalık durumu insanla birlikte varlığını kıyamete kadar sürdüreceği için hastaların oruç tutmama ruhsatından faydalanmalarında bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak yolculuk ruhsatı böyle değildir. Yolculuğun oldukça meşekkatli olması, yaya ya da binek sırtında çöl şartlarında gerçekleştirilmesi gibi faktörler göz önünde bulundurulduğunda nüzul döneminde yolculara ruhsat verilmesi anlaşılır bir durumdur. Günümüzde de yolculuğu benzer zorluklar altında gerçekleştirenler bu ruhsattan faydalanma imkanına sahiptirler. Lakin yolculuğunu konforlu şartlar altında gerçekleştirenlerin bu ruhsattan istifade etmelerine gerek kalmamıştır. Uçak, tren, otobüs ya da özel aracıyla seyahat eden ülke insanlarının oruçlarını tutmalarının önünde bir engel bulunmamaktadır. Burada kişi fetvayı kalbinden alacak ve kendisi için en doğru kararı verecektir. Binaenaleyh, yaptığı yolculuğun bütün günü kapsıyor olması sebebiyle zorlanacağını düşünenlerin bu ruhsattan faydalanmalarının önünde bir engel yoktur.
Fidye verecek kimseler oruç tuttuklarında zorlanacak olanlardır. Tabi bunların da fidye verebilecek ekonomik güce sahip olmaları gerekir. Yaşlılık ve müzmin hastalık gibi mücbir sebeplerle oruç tutamayanların fidye vermelerine gerek yoktur. Zira onlardan oruç sorumluluğu düşmektedir.
Oruçlarımızı samimiyetle tutmamız ve Ramazan Mektebi’nden istifade edenlerden olmamız temennisiyle hayırlı Ramazanlar!