Dinlerin temel amacının barış ve ahlaki değerlerin korunması değil; öldürmenin ve başkalarının hak ve hukukunun gasp edilmesinin akıl ve vicdanlarda meşrulaştırması olduğunu ileri sürenler, bu görüşlerini desteklemek için özelikle kurban ibadetini kanıt olarak kullanmaktadırlar. Peki bu iddialar ne kadar doğrudur?
İnsanlık tarihi boyunca hemen hemen bütün dinlerde kurban uygulaması mevcut olmakla birlikte sekil ve amaç yönüyle aralarında bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu durum kurban ibadetinin amacının kan dökmeyi meşrulaştırmak olduğu genellemesinin haklı olmadığını kanıtlamaktadır. Nitekim Kuran-i Kerim’de: “Her topluluk için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık…﴾Hacc süresi 22/34)” denilerek, kurbanın temel amacının Allah’ın insanlığa rızık olarak verdiği şeyleri hatırlaması olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Kuran-i Kerim’de: “(Kurbanların) Allah’a ne eti ne kanı ulaşır, Allah ulaşan sadece sizin yanlışlardan korunma sorumluluğunuzdur (takvadır) (Hacc süresi 22/37)” denilerek kurban kesmenin amacının kan akıtmak ya da et yemek olmadığını; esas amacın takva (yanlışlardan korunma bilinci) olduğu açıkça ifade edilmektedir.
Kurban kesimine karşı çıkan vejetaryenlerin itirazları kendi bakış açılarına göre tutarlıdır. Bu yüzden gerek inancı gerekse hayvan haklarına saygısı sebebiyle kurbanı eleştirenlere katılmasam da, eleştiri gerekçelerine saygı duyulması gerektiği kanaatindeyim. Ancak kurban ibadetini eleştirenlerin büyük bir çoğunluğu, bu eleştirilerini, siyasi veya ideolojik taraftarlık adına yaptıkları için çelişkiye düşmektedirler. Çünkü kurbanı eleştirirken, sırf mezze olsun ya da kendi zevkleri için av olsun diye hayvanların öldürülmesini eleştirmemektedirler.
İncil’de de kesilen hayvanların kanlarının günahları silemeyeceği, Tevrat’ta ise günahkârların kurban kesmelerinin hoş olmayacağını belirtilerek, kurban kesmenin esas amacının sosyal yaşamı sürdürmek ve insani duyguları geliştirmek olduğuna işaret edilmiştir. Rivayet edildiğine göre ikinci halife olan Hz. Ömer, Müslümanların kurban kesme konusunda aşırıya gitmeleri sebebiyle, bir tepki olarak kendisi kurban kesmemiştir. Bu yüzden de İslam alimleri arasında kurbanın zorunlu bir ibadet olup olmadığı tartışma konusu olmuş, kurbanı gönüllü değil de zorunlu ibadetler kısmında görenler, bu zorunluluğun hangi düzeyde olduğu (vacip mi yoksa farz mı) konusunda ayrılığa düştüler.
İlk insan Hz. Âdem’in oğullarının Allah’a kurban takdim ettiği bilgisi Kur’an-ı Kerim’de yer almaktadır. Buna göre kurban geleneği insanlık tarihinin başlangıcına kadar uzanmaktadır. Hz. Adem sonrası dönemlerde de gerek ilahi dinlerde gerekse diğer inanç sistemlerinde bu geleneğin devam ettiği görülmektedir. Günümüzde de halâ varlığını koruyan kurban, gerek ibadet gerekse geleneksel bir uygulama olarak varlığını sürdürmektedir. Bu dünya hayatının tabiatı aslında kurban mantığı üzerine kuruludur. Dikkat edersek, bu dünya hayatında bazı varlıkların yaşamlarını sürdürmeleri için, başka varlıkların yaşamlarını, haklarını, emeklerini kurban ettiklerini görürüz. Hayvanların birbirini yiyerek yaşamlarını sürdürmeleri bunun bir yansımasıdır.
İnsanoğlu, tarihte bereketli ürün elde etmek, elde ettiklerine karşılık minnettarlığını ifade etmek, düşmana galip gelmek, arzulanan bir şeyi gerçekleştirmek, korkulan tabiat üstü varlıklardan korunmak, zor durumlarla baş etmek, yaratırken tükendiğini düşündükleri tanrıların enerjisini artırmak ve kozmolojik devamlılığı sağlamak gibi nedenlerle beklentileri, korkuları, sevinçleri yüksek olduğunda sergileyebileceği en son davranışlardan biri olarak kurban ritüelini uygulamıştır. Günümüzde de kurban, dinî bir ibadet olarak yerine getirilme yanında birtakım beklentilerin gerçekleşmesi, gerçekleşme sonrası minnettarlık ifadesi veya korkulan olayları önleme gibi nedenlerden dolayı uygulanmaktadır. Bu uygulamaların dinî bir görev olarak algılanmasının yanı sıra minnettarlık, fedakârlık, arınma vb. psikolojik, toplumla ortak hareket etme ve sosyal çekincelerden korunma gibi sosyolojik faktörlerin etkisi de vardır. Kurban üzerinde etkili olan faktörlerin çeşitliliği ile fazlalığı, kurban uygulamalarının kültürlere ve dinlere göre değişiklik arz etmesi, kurbanın karmaşık bir yapıya bürünmesine neden olmaktadır.
Son günlerde, bazı akademisyenler kurbanın yerine kurban parasının muhtaçlara verilmesinin daha iyi olacağının ileri sürmektedir. Bu iddia bir yönüyle doğru olsa da başka bir yönü yanlıştır. Çünkü bazı özel şartlarda kurban parasının hayır olarak muhtaçlara verilmesi kurbanın yerine almasa da, kurban sevabından daha büyük sevaba sebep olabilir. Ancak bu durumda sevap kurbanın sevabı değil sadakanın sevabı olur.
İslamiyet’ten önceki ilahi dinlerde de kurban uygulaması söz konusudur. Yahudilerde kurban ibadetinin tarihi Hz. İbrahim’e kadar dayandırılmaktadır. Hz. İbrahim döneminde sığır, davar, kumru gibi bazı hayvanların Tanrı’ya sunulduğu; İshak ve oğlu Yakup tarafından da devam ettirilen kurban geleneğinin İsrailoğullarınca, bazı dönemlerde farklı uygulamaları olduğu, bu ibadetin Kudüs’teki mabedin 70 yılında Romalılar tarafından yıkılana kadar sürdürüldüğü bilinmektedir. Çağımızda yaşanan büyük ve küçükbaş hayvanların dışında kurban kesilip kesilemeyeceği tartışmalarının arkasında bu geçmiş inanç ve gelenekler yatmaktadır.
Kurbanlar kanlı ve kansız olmak üzere iki grupta toplanmıştır. Kansız kurban ve kanlı hayvan kurbanlarının yetmediğine inanıldığı yerlerde insanın da kurban edildiği olmuştur. İnsanın kurban edildiği toplumlarda çocuk ve kadın kurbanlar dikkat çekmektedir. Erkeklerin kurban edilmesi ise daha çok savaş meydanlarında din, devlet ya da belli bir ülkü adına canlarını vermeleri şeklinde gerçekleşmektedir. Günümüzde halen, bazı bölgelerde askere gönderilecek gençlerin kınalanması, bu inancın bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Çocukların kurban edilmesi, Fenikelilerde, bazı Kızılderili topluluklarda, Doğu Afrika yerlilerinde ve eski Ruslarda görülmüştür. Özellikle ilk doğan çocuklar, tanrının hakkı sayılmış, doğumun tanrının gücünü azalttığı inancıyla, bu zafiyeti gidermek için ilk çocuk tanrıya kurban edilmiştir. Bazı araştırmacılara göre Hz. İbrahim’in ilk oğlunu kurban etmek istemesinin nedeni olarak da doğu kültüründe ve özellikle Mezopotamya’da bu uygulamanın yaygın olması gösterilmektedir.
Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmeye çalışması, Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlar arasında ortak olan inançlardan birisidir. Ancak bu inancın yorumunda ayrılığa düşülmüştür. Allah’ın bir koç göndererek, İbrahim’in oğlunu kurban etmesini engellemesi, din adına insan kurban etme geleneğini sonlandırmaya yönelik bir uygulamaydı. Bu uygulama, Allah adına bile olsan insanların kurban edilemeyeceği; dolayısıyla insan hayatının en kutsal emanet olduğunu bizlere öğretmiştir. Bundan dolayıdır ki Kuran-i Kerim de insanın şerefli bir varlık olduğu ve bir insanı öldürmenin, insanlığı öldürmek olduğu açık olarak ifade edilmiştir.
Dolayısıyla kurban ibadetini dönemin şartları içerisinde düşündüğümüzde, insanın onurunu ve hayatını korumaya yönelik bir ibadet olarak değerlendirebiliriz. Ancak tüm canlılar için hayatın kutsallığı ya da yaşam hakkı dikkate alındığında, hayvanların kurban edilmesinin, doğru olup olmayacağı da tartışılabilir. İslam âlimleri genel olarak hayvanların haklarına da sahip çıkılması gerektiğini, ihtiyaç dışında hayvanların avlanması ya da öldürülmesini günah olacağını belirtmişlerdir. Hatta Hz. Muhammed’den rivayet edildiğine göre sırf bir kediye zulmettiği için bir insan cehenneme, bir köpeğe iyilik yaptığı için de bir insan cennete gitmiştir. Dolayısıyla Kurban’ı Allah’ın yaşam hakkı verdiği hayvanların yaşam hakkına saygısızlık olarak yorumlanması doğru değildir. Nitekim bazı farklı inanç gruplarında hayvanların öldürülmesi ve etinin yenilmesi hoş görülmemiş ve vejetaryen bir din anlayışı geliştirilmiştir. Bu dünyada yaşanan kurban gibi zorunlu acılar doğal olarak, dünya hayatının insan idealindeki gerçek yaşam olmadığı, gerçek yaşamın ahirette olacağı inancına kaynaklık teşkil etmiştir.
Çağımızda özellikle satanistlerin düzenlediği, insan ve hayvan kurban uygulamaları, geçmişteki çarpık anlayışların günümüzde de varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Bu durum, hayata ve kurbana sağlıklı bir yaklaşımın insan bilincinin sağlıklı gelişimi için ne kadar önemli olduğunu kanıtlamaktadır.
Sonuç olarak öncede işaret ettiğimiz gibi kurban etrafında çok farklı, zengin inançlar ve kültürler oluşmuştur. Bu inanç ve kültürlerin, varlıkların hak ve hürriyetlerinin tehdit altına alınmadığı bir anlayışla ele alınması gerekir. Buna bağlı olarak da keseceğimiz kurbanların bu bilincin geliştirilmesine, tüm varlıkların yaşama hakkı ve hürriyeti üzerinde düşünmemize ve Allah rızasına uygun bir anlayışla hareket etmemize yardımcı olmalıdır. Aksi takdirde bilinçsiz olarak yapılan ibadetler, insana ve topluma faydadan çok zarar verilebilir. Bu vesile ile halkımızın mübarek kurban bayramını kutlar, sağlık, mutluluk ve huzurlu yarınlar dilerim.