Her nasıl insan fizik ve metafizik (beden ve ruh) unsurlardan oluşuyorsa, bu durum ekonomi için de geçerli olmalıdır. Aksi halde bütün değerlendirmeler eksik kalacaktır. Kapitalist ekonomideki mikro ekonomi (kişi ve firma davranışı) bir tespitten başka bir şey değildir. En basit şekliyle refah ya da en anlamlı şekliyle ‘saadet’ insan onurunun, insan olmanın vazgeçilmezidir. İnsan onurunun en hassas yanlarından birisi kendisine, düşüncesine, tercihine saygı duyulması ve ayırımcılığa tabi tutulmamasıdır. Asgari ücretin bunu karşılayabildiği söylenemez. Tatmin (huzur) duygusu bunlarla hiçbir zaman tam olarak karşılanamaz. Aslında bu çok da doğal bir sonuçtur. Zira dominant ekonomi ihtiyaçların sınırsız olduğu varsayımından-ön kabulünden hareket eder. Bu ön kabul insana ve refaha dair yanlış bir teşhistir. Eğer hastalık için konulan teşhis yanlışsa vücudun bu tedaviye cevap vermesi de beklenmemelidir.
Refah doğası gereği soyut bir kavramdır. Ekonomi denince önce para akla gelse de, refahı sadece bu yönü ile tanımlamak insan doğası ile uyuşmamaktadır. Refahın somut tarafı önemli olmak ve ekonomi deyince öncelik vermek yerindeyse de, kapitalizmin refahın soyut yönüyle hiç ilgilenmemesi büyük bir eksikliktir. Kendi tanımladığı refah kavramını insanlığa kabullendiren kapitalist ekonomi, İslam iktisadından beklenen sonucun da sadece gelir artışına endekslenmiş olduğu yanılsamasını doğurmuştur. Bir başka deyişle ekonominin nirengi noktasının pozitivist düşünce olduğu insanlığın bilinç altına yerleştirilmek istenmektedir. Kısaca insanlık ‘dolar mı, onur mu’ sorusuna hızlı bir tepki göstermekte ve tercihini dolardan yana kullanmaktadır. Bu yüzden İslam iktisadının farkını gösterebilmesi ne kadar alternatif olabildiği ile ilişkili bir konudur.
İçgüdü gereği insan dışındaki canlılar ihtiyacı giderildiğinde daha fazlasını elde etme çabası içerisine girmez. Bir başka deyişle hayvanlar programlanmış bir makine gibidir. Kendisine yükleneni yapar. İnsan ile diğer canlılar arasındaki en önemli farklardan birisi budur. Zira insan, iddia edilen şekliyle sosyal bir hayvan değildir. Ancak insana ilişkin ayırt edici yan dikkate alınmadığında bugün olduğu gibi dünyayı yok edecek güce (nükleer silahlar) erişebilmektedir. Bu ayırt edici yan insana dair olan iradededir. Bu yüzden istenmeyen sonuçlara neden olmaması için disipline edilmesi gere Liberalizm, kapitalizm, sekülarizm, pozitivizm; hepsi insanı çıkarcı tarafı ile tanımlamaktadır. Kişilerin başkalarının iyiliği için bir şeyleri feda etmesini teşvik edecek herhangi bir mekanizma da önermemektedir. Teşvik mekanizması işletilmeyince, bireysel menfaat güdüsüyle davranılmakta, bu da uzun dönemde toplumsal ayrışmalara neden olmaktadır. Oysa insan ürünü olan anayasalar bile ‘kamu yararı’ olduğunda bireysel çıkarları göz ardı etmektedir. Ama kapitalizmde bireysel çıkarları düşünmek asıldır. Toplumsal çıkar bir sonuçtur. Oysa kapitalizmde olmayan sorumluluk müessesesi toplumsal refahı yükseltecektir. Bu da kapitalizmde olduğu gibi egoizmle değil, İslam’da olduğu gibi, diğerkâmlıkla mümkündür. Zira insana dair olan irade ayırt edici yönüyle değerli bir özelliktir. Ancak disipline edilmediğinde aynı düzeyde zararlı olabilmektedir. Sözgelimi bir ‘mal’ olması nedeniyle hayvanların avlanması normaldir. Bu anlamda insan bir yandan ‘düşünen hayvan’ bir yandan da sadece para ile tanımlanabilecek bir ‘mal’ değildir.
İnsan diğer canlılardan farklı olarak davranışı içgüdüsel değil, tercihlidir. Bu tercihi de kendisine sorumluluk yükler. Bu yüzden nisyan ile malul olan insan günah işlemeye elverişli tabiatını disipline ettiği ölçüde makbuldür. Sözgelimi karnı doyduğunda sorun çıkarmak yerine, mevcut karnı doymamış olanların sorunlarına eğilmesi gerekir. İşte ‘imtihan’ denen, dolayısıyla da ceza ya da mükafata konu olan şey anlamını burada göstermektedir.
Kapitalist sistemin dayandığı rekabet öngörüldüğü gibi piyasaları dengeleyememiştir ama, önemli bir üretim artışı sağlamıştır. Zira rekabetin potansiyeli harekete geçirme gücü vardır. Acımasız rekabet, üreticiler bakımından çeşitli sıkıntılar doğursa da, tüketiciler için alternatifleri çoğaltmış ve hayatı ucuzlatmıştır. Ancak doğal olarak ihtiyaçların giderilmesi kişisel gelirlerle sınırlıdır. Bir yandan da hayatı kolaylaştıran alternatif ürünlerin cazibesi insanları daha çok çalışmaya ya da borçlanmaya teşvik etmektedir. Sistemin toplum refahı ile ilgili ayağının eksikliği ise zenginlerle fakirler arasındaki bandı iyice açmış olmasıdır.
Bu dönemde devlete verilen rol kamusal harcamaların yanında bireysel harcamaları da artırınca, borç hem devlet hem de tüketici için sıradanlaşmıştır. Bu sıradanlaşma öyle bir noktaya gelmiştir ki; zaman içerisinde devletler de tüketiciler de borç krizine girmişlerdir. Bu ihtiyacı karşılamak üzere içeride bankalar kredilerle tüketicileri, uluslararası düzeyde de IMF gibi kurumlar devletleri fonlamışlardır. Kimi zaman devletlerin kimi zaman da tüketicilerin borçlarını ödeyememesi devletler nezdinde siyasi krizlere, birey ve firmalar nezdinde de iflas ve aile krizlerine neden olmuştur. Bu bir kültür-yaşam algısı olduğundan nesilden nesile devam etmiş ve son tahlilde neden olduğu bireysel, ailevi ve toplumsal sorunlar; ahlâki değerlerin sadece bireysel değil toplumsal düzeyde de gerekli olduğu görüşlerine yeniden ilgi duyulmasını sağlamıştır (devam edecek).
1 yorum
Aldığı ücretin kendilerine fazla geldiği için bir kısmını iade etmek isteyen Hazreti Ömer ile Veysel karani örneği
Sade yaşantı Sünnetimdir diyen peygamberimizin tüketim ekonımisindeki en güzel yansımasıdır A