Doğrudan Demokrasi
Bir toplumda toplumu yönetecek insanların/yöneticilerin belirlenmesi için, bulunduğumuz zaman diliminde kullanılan yöntem biçimi ‘demokrasi’ olarak bilinir.
“Demokrasinin uygulanması ‘amaç’ mıdır? Yoksa ‘araç’ mıdır?” tartışması 20 yılı aşan bir süre önce yapılmış ve yeni bir iktidar sürecine girilmişti. Demokrasi uygulamada bir ‘yönetim yöntemi’dir. Yani bir yöntemdir. Ne amaçtır nede araçtır. Demokrasi bir seçme yada seçilmeyi belirleyen bir yöntemdir. Her ne kadar ‘demos’ halkı, ’kratos’ egemenliği çağrıştırıyorsa da, halkın yönetimde egemenliğini gerçekleştirecek bir yönteme ihtiyaç olduğunun doğallığı anlaşılabilir bir durumdur.
Demokrasi ülkemize seçim sistemi olarak 1946 seçim uygulamalarında ‘yöntem’ olarak girmişti. Günümüzde bayraklaştırılan ve ‘slogan’ olarak kullanılan, evrensel insan hakları, hak ve özgürlükler, eşitlik, hukukun üstünlüğü gibi kavramların içi boş olarak kullanıldığı seçimlerde, demokrasiye geçiş vaatleriyle yeni bir dönem başlatılmıştı. Ancak uygulanan seçim yönteminde demokrasi kullanılırken, ’oylama ve değerlendirmede: gizli oy açık tasnif yerine açık oy gizli tasnif’ yöntemi uygulanmıştı.
Neden? Çünkü; tek parti sisteminden çok partili sisteme geçiliyordu ve de milletin ne yapacağı, hangi partiyi seçeceği belli olamazdı. Bu yüzden vesayet yönteminin de ‘demokrasiye entegre edilerek rejimin sürdürülmesi kaçınılmaz görünüyordu. Başka bir ifadeyle yönetim ‘halk’a güvenmiyordu. Demokrasi(!)yi batıdan ithal eden yöneticiler, durumu 1950 seçimlerine kadar MARSHALL yardımı kapsamında açık ve gizli sözleşmelerle idare ettiler. Tek partili dönemin vesayeti artık yeterli değildi. Halk özgürlük mücadelesine karar vermiş, seçimlerle iktidarı değiştireceği sinyalini çoktan vermişti.
Mesajı 1950 seçimleri öncesinde alan iktidar, Vesayeti silahlı kuvvetlerin gücüyle gerçekleştirme ve pekiştirme yöntemine karar verdi. Demokrasi İhracatı ile meşgul olan emperyal güçlerle işbirliğine girerek ’Nato’ gücünü devletin gücüyle birleştirdi.
Artık halk haklarını örgütlenerek talep ettiği her aşamada, yöneticiler Nato’nun yerli işbirlikçilerini harekete geçirerek DARBE yöntemini uygulamayı gelenekselleştirdiler.
1960 darbeydi, darbeciler işbirlikçilerine kamuoyunda DEVRİM olarak algılanması ikliminin oluşturulması görevini verdi. (halen bu zulme devrim demeyi sürdüren partilerin olması ne kadar manidardır?) Sağ zihniyette olan insanların ülkenin yönetimini demokrasi(!) yöntemiyle yönetmeleri durumunda, darbe planlamaları emperyalistlerin sağa karşı olmalarından değil, ‘Sağ’ın(muhafazakar eğilim) ‘İSLÂM’ı çağrıştırması ve İslâm’a zemin oluşturması ihtimaline ilişkindir. Nitekim, 1971 Muhtırası ve darbe hazırlığı yine sağ iktidara karşı yapılmasına karşın, ‘sol’ zihniyetli olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, 1960 Darbesi ile idam edilen sağ zihniyetli Adnan Menderes, Hasan Polatkan, Fatin Rüştü Zorlu’nun idamına karşılık olarak ‘’denge’ ’politikası uygulandı. Bu denge politikasını 1980 Darbesinde 50 genci idam ettiren Kenan Evren ‘’bir sağdan bir soldan’’ diyerek, dünyaya işbirlikçilerin politikasını ilan etmiş oldu.
1980 Darbesi, artık sağ ve sol zihniyetlere karşı değil, topyekûn tüm zihniyetleri(dünya görüşlerini)içeren bir anlayışla ’bizim çocuklar’a yaptırılmış ve bir millete demokrasi(!)vadederek tarihte uygulanmış en büyük zulümlerden birinin uygulamasıydı. Hapislere doldurularak işkencelerden geçirilen ideolojilerin taraftarları: İslamcı, milliyetçi, komünist ideolojilere sahip milletin çocuklarıydı. Yaşı küçük(17 yaş)olanları bile yaşını büyüterek idam ettiren emperyalistlerin işbirlikçisi Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten darbecilerden söz ediyoruz. Arkasında güdücüsü olan yöneticilerden bilim sanat ve ahlak temeline oturmuş din beklemek boş işlerle uğraşmaktan başka bir anlam taşımayacağı bilinmelidir.
Toplumun sosyolojik yapısını ve toplumsal psikolojisini iyi takip eden yerli işbirlikçi ve emperyalizmin eylemci uzantılarını oluşturan ‘Hazır kıta’ darbeciler, 15 Temmuz 2016 tarihinde yeni bir yöntem denediler. İç çatışma ve güdücülerin ‘İŞGAL’ hareketi yöntemi.
Güdümlü Demokrasi’nin tüm darbe yöntemlerini deneyen darbeciler bu kez yıllarca dinsel hizmet verdiklerini iddia ederek halkı çok boyutlu örgütleyen ve emperyalizmin güdümüne terk eden yerli işbirlikçi örgütleri öncü kadro olarak harekete geçirmeği uygun gördüler. Ancak bu kez 1960,1971,1980 darbelerinden tecrübe sahibi olan 55,65,75 yaşlarındaki jenerasyonlar, darbeye karşı direnmeyi ilke edindiler ve ‘’DARBEYE KARŞI DEVRİM’’ niteliğinde bir tarihsel kırılmanın şahlanışını sergilediler.
Emperyal güçlerin yerli işbirlikçilerle seçim yöntemi dışında başaramadıkları tüm girişimlerden sonra, artık ‘aritmetik darbe’ yapmaya karar verdikleri anlaşılıyor. Ülkemizin 1950 den buyana geleneği oturmuş, oy potansiyelinin yüzde yetmişi Osmanlıcı(Osmanlı düşmanlığı yapmayanlar),yüzde otuzu ulusalcı olan bir dağılım gösterdiği, emperyalistler ve yerli işbirlikçileri tarafından sosyolojik çalışmalarla gözlenmişti. Bu dağılımın sosyolojisinde değişiklik yapmak gerekiyordu. Yeni sistem olan cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde, ABD başkanının önerileriyle bu kemikleşmiş ‘’kültürel çoğunluk’’un yüzde elli bir artı bir aritmetiğine taşınabilmesi için gerekli çalışmalar yapıldı ve yüzde yetmişlik muhafazakar seçmen sağ-sol KARIŞTIRILARAK yeni bir seçmen tabanı oluşturma başarısı gösterildi. Ancak bu başarının niceliksel mi? niteliksel mi? Olduğunu seçmen belirleyecek.
Bize göre 1960 da darbe ile başlayan VESAYET süreci, demokrasi yöntemini üç ayrı üslupla kullanmıştır.
- Güdümlü demokrasi: Darbe yaparak ‘demokrasi getireceğiz’ diye tanklarla milletin çocuklarının üzerinden geçerek, emperyalistlerin hedeflerine uygun bir yönetimin gerçekleşmesi için uygulanan demokrasi oyunu.
- Katılımcı Demokrasi: bir darbeden yeni bir darbeye kadar, halkın tanımadığı insanlara oy verdirerek milletvekili seçmeyi senaryolaştıran, mühendislik marifetiyle yönlendirilen demokrasi oyunu.
- Doğrudan Demokrasi: halkın, ahlakını, liyakatını, tutum ve davranışını, ise başlama, geliştirme ve sonuçlandırma yeteneğini ve de adalet anlayışını bilip tanıdığı insanları oylayarak seçme oyunu.
Bu üç demokratik yöntemden en az kötü olan Doğrudan Demokrasi üslubudur. 1946 dan sonra ilk kez mevcut hükümet döneminde, cumhurbaşkanını seçme nedeniyle doğrudan demokrasi uygulanmış ve cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Ancak milletvekillerinin seçiminde bu üslup kullanılmamıştır. ’Daha az kötü’ diye nitelemekteki amacımız da bu yüzdendir. Ayrıca DARBE ANAYASASI ile Müslüman çoğunluktan oluşan MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ’ni yönetmeye devam etme gafletini
görmemezlikten gelme tarihsel yanılgısından uyanmamızın bir uyarısı olarak anlaşılmasını vurgulamamız da bu yüzdendir.
Doğrudan Demokrasi, istişare kökenli olursa, başka bir deyişle, toplumsal yönetimler istişare felsefesini içselleştirmiş usul ve esaslarına göre kendini donatmış ,ortak aklı kullanarak ‘YÖNETİŞİM’ yapılanmasını yaşam biçimi olarak yansıtan insanlardan oluşmuşsa sorun yok. Onaylanabilir.
İstişare Kökenli Doğrudan Demokrasi yöntemiyle yönetmeye talip olan ve bu yöntemle, evrensel ilkeleri içeren kökten yerli ve milli (halkın egemenliğinden köken alan) ANAYASA yapmayı içselleştiren, OSMANLI HİNTERLANDI’ndaki halkların haklarını Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüzdeki kazanımlarına ivme katarak koruyan siyasetçilerin başkan olması dileklerimle.
YOLUMUZ AYDINLIK OLSUN
NOT:Emperyalizm, işbirlikçi, darbe kavramlarını bilerek ve isteyerek yoğun olarak kullandım. Düşman bu cephelerden milletimizle savaşıyor.
Bilimde, sanatta, dinde ve siyasette bu kavramların toplumsal karşılık bulmalarını engellemenin panzehrini hayata geçirmenin yolu, tüm yönetim süreçlerinde İSTİŞARE KÖKENLİ (DOĞRUDAN) DEMOKRASİ YÖNTEMİNİ uygulamaktan geçtiğini ve TAM BAĞIMSIZLIK onurunu yaşamanın imparatorluklar kurmuş bir milletin hakkı olduğunu vurgulamak içindir.