YÖK, doçentlik başvuru kriterlerinde, bazı değişiklikler yapmış. İşin doğrusu bizde, mezarlıkların yeri dışında her şey değiştirilebilir. Zamanı geldiğinde ve konu olgunlaştığında, bir çırpıda değiştirilirler. Bazen bir demeç, bir röportaj bile değişime neden olur. ‘Bizim çocuklar, yabancı dil sınavını geçemiyorlar’ diye söylendi mi, emir alınmıştır. Anında barajı düşürürler. Yetmişten altmışa, yetmedi elli beşe. Sonra belki kırk beşe, olmadı otuz beşe
Her devirde, iktidarlar ve belli bazı gruplar ne derlerse, ne isterlerse, hep o olmuştur. Bir dönem üniversite kadrolarına, geleceğin öğretim üyeleri olmaları için, daha çok hocaların yakınları, paşa çocukları, milletvekili ve bakan yakınları, alınırdı. Zira onların çoğunluğu, zaten yabancı dilde eğitim veren okullardan mezun olduklarından, üniversitede işe başladıktan sonra, yabancı dil bilmeyen hocaların angarya tercümelerini yaparlardı.
Eskiden, doçentliğe girmek için, tez hazırlamak şartı vardı. Tezlerin bir kısmı gerçekten değerli olsa da, çoğunluğu sıradan olduğundan, ulusal ve uluslararası dergilerde makale olarak yayınlananı çok az olurdu. Tezler, kimselere gösterilmezlerdi. Bunlar arasında, kaliteli olanların çok azı, sonradan kitap olarak yayınlanırdı. 1981 de YÖK kurulunca, tez kaldırıldı, araştırma ve yayın mecburiyeti getirildi. Böylece, araştırmalar ve makaleler birden arttı, Ben seni, sen de beni makalene yazıver, olur mu. Olur tabi, emrin olur. Örneğin, Van’dan, Edirne’ye burası neresi denilmeyip, farklı yerlerde çalışanların ortak araştırma ve yayınları çıkmaya başladı.
Bizde, kafalarına estikçe, ya da bir yerlerden emir geldiğinde, (imar planlarını değiştirir gibi), istedikleri kriterleri değiştirirler. Kim ne diyebilir ki. ‘Her ile bir üniversite’ sloganıyla, üniversiteler açıldı. İyi de, çoğunun binası var, yeterli hoca da olmayınca, çözüm bulmak lazım. Doktorasını/ihtisasını yeni bitirmiş genç uzmanları bir an önce doçent yapacaksın ki, eğitim, öğretim ve akademik faaliyetler, eksiksiz yürütülebilsin.
Ülkemizde, çok sayıda özel hastane, hastane zincirleri açılmaya başladı. Başlangıçta özel hastanelerde, titr sahibi, doçent ve prof. sayıları çok azdı. Önce, ‘Sağlıkta Değişim Programı’ çerçevesinde, tam gün uygulamasıyla, doktor ve diş hekimi muayenehanelerinin pek çoğunu kapattırdılar. Ayrıca, sağlıkçılara olan saldırılar da artmaya başlayınca, genç doktor, diş hekimi ve mühendislerden, çalışmak için Almanya başta olmak üzere batı ülkelerine gidişler de artmaya başladı. Buna karşılık, bizzat cumhurbaşkanı tarafından, ‘giderlerse gitsinler biz de gençlerimizle (bolca doçent/prof. yaparak) yolumuza devam ederiz’ denildi mi, denildi.
Üniversitelerimizde, uluslararası yayını bile olmayan hocalar, hatta rektörlerimiz olduysa da, kimsenin umurunda olmadı. Doçentlikte sözlü sınavlar da kaldırılarak, adaylar sadece yayınlarını internetten göndersinler, belirlenen jüri üyeleri, gelen yayınları, internetten incelesin denildi. Her şeyimiz açıktır bizim. Jüriler bilgisayar tarafından saptanıyormuş. Oldu, gerçekten de çok inandırıcı. Her nedense, bilgisayar seçimlerinde, çoğunlukla beş isimden üçü bizimkiler dediklerinden, oldu mu, oldu. Kalan ikisi zaten önemli değildir.
Hocalar, daha jüride olduklarını öğrenmeden, adaylar jürilerinde kimlerin olduğunu, onlardan önce öğrenirler. Her şeyimiz açık demedim mi ben size. Arkasından, ilgili, ilgisiz, hocalar arasında bir telefon trafiği başlar. ‘Sayın hocam, ben ….. üniversitesi …. fakültesinden Prof. bilmem ne, bizim bölümde, çok çalışkan bir arkadaşımız, XYZ, doçentliğe başvurdu, siz de jürisindeymişsiniz, bu gencin elinden tutmanızı, himmetinizi ve yardımlarınızı bekleriz. Bizim bölümde, bu arkadaşa çok ihtiyacımız var. Ayrıca, yeni kurulan üniversitemiz için, doçent olması çok önemli bir kazanç da olacaktır. Bu arada sizin de bir adayınız varsa, siz bana jürisini söyleyin, bizim arkadaşlarla konuşarak ben de size yardımcı olayım’. Hatta yerine göre, ‘siz bizim adayı, biz de sizin adayı destekleyelim’ şeklinde pazarlıklar dahi olduğu tevatür edilir..
Her dönemde, arkası kuvvetli olan torpilliler için, sınavın çok da önemi yoktur. Parti, dernek, vakıf, birader derneklerine üye olmak, iktidar yanlısı olmak, Galatasaray lisesi, İTÜ, Robert, Mülkiye ya da, son yıllarda imam hatip lisesi mezunu olmak, babası, amcası, dayısının, iktidar milletvekili, il ya da ilçe başkanı, İsmailağa, Fetocu, Menzilci olması bile, zaman ve mekana göre, yeterli destekleten sayılmıştır.
Devirler de, iktidarlar da değişicidir. Bir dönem tu kaka sayılanlar, devir değişince, baş tacı oluverirler. Bir zamanlar, zulüm gördüğünü ve çile çektiğini iddia edenler, gün gelir farkında olmadan zulmeden konumuna geliverirler.
Zamanı geldiğinde, çıtanın yükseltilmesi, ya da alçaltılması için, doçentlik kriterlerini de değiştirirler. Hikmetinden sual olunmaz, YÖK belirli aralıklarla bu değişiklikleri, ‘durumun ahval ve şeraitine göre’ değiştirerek, gerekli ayarlamaları uygulamaya koyar. Hiç kuşkunuz olmasın adaylar, kendilerini bu değişikliklere er ya da geç adapte ederler. Hazırlıklarını, yeni koyulan kriterlere göre, gecikmeli de olsa, zaman içinde tamamlarlar. Akademisyen olmak için yola çıkan bilim insanlarına, yapılan bu değişiklikler, genelde teferruat sayılır
Değişiklikler arasında, adayın da bölümü bulunan kitapların kabulü için, öncesinde kendi üniversitesindeki kurullardan onay almak koşulu da getirilmiş. Ben de buna taktım arkadaşlar. Üniversiteler her bakımdan özerk olmalıdır. Akademisyenlerin, bilimsel çalışmaları için, herhangi bir kurumdan, çalıştıkları üniversiteden icazet almalarına gerek olmamalıdır.
Tıpta genellikle kitaplar çok yazarlı olarak çıkar. Editor olarak konuları, o alanda ilgili olan hocalara dağıtırsınız. Her gelen bölüm, yazım dili, şekil, resim, istatistik ve kaynaklar dahil, titizlikle incelenip gerekli redaksiyonlar yapıldıktan sonra, vakit geçirmeden dizgicilere gönderilir. Bölüm yazarları, kendi bölümlerinden, editörler ise kitabın tamamından sorumludurlar. Bunları, kırk dokuz yıllık mesleki yaşantısının, büyük çoğunluğunu üniversitede ve tam gün çalışarak geçirmiş, on altı bilimsel, on sosyal içerikli kitap yayınlamış, artık emekli olmuş bir akademisyen olarak yazıyorum. Hiç bir kitabım için, üniversiteden icazet almaya gerek duymadım. Kitaplarımda, üniversitenin logosunu dahi kullanmadım. Tamamı da, üniversite dışında yayınlanarak, tıp alanında meslektaşlarımızın ve okurların hizmetine sunuldu.
Doçentlik kriterleri, zaman içinde olumlu/olumsuz, değişebiliyor. Kendilerini, akademik ve bilimsel yola adayanlar, çalışmalarına her türden olası değişiklikleri önceden öngörerek devam ederler, etmelidirler. Üniversite düşüncedeki gerçek akademisyenler, bilimsel çalışmalarına devam ederken, her türden değişikliğe hazır olmalıdırlar. Bilimsel çalışmalarına, olumsuz koşullarda dahi, geceli gündüzlü, yılmadan çalışarak, fedakarlıkla devam ederler.
Üniversitede, bilimsel akademisyen olma yoluna çıkmış olan, gerçek araştırmacı genç arkadaşlarım, sizler doğru yoldasınız. Yolunuz ve bahtınız daima açık olsun,. Ya diğerleri. Yollarına, devamlı zig zag yaparak, oradan buraya yuvarlanarak, sadece para, din ve siyasetle devam etmek durumunda olanlar, onlara benim hiç bir diyeceğim olamaz.
2 yorum
Bu yazıya nasıl bir yorum olabilir diye düşündüm ve cevabı buldum artık her meslek bitme noktasına geldi hocasız okullar imtihansız kariyerler giderek mesleğini hiç bilmeyen meslek sahipleri Türkiye’yi dolduracak
Çok güzel özetlediniz. Teşekkür ederim. YÖK ve ÜAK kararları ile hem ilime ve bilime, kısaca üniversitelere, hem de meslek gruplarının yetersiz yetişmelerine neden olarak memlekete zarar vermektedir.