Dünya değişiyor, bilim değişiyor, tıp değişiyor ve hayatlarımız değişiyor! Tıpta bilginin yarılanma ömrü üç yıl denilirdi, sanırım artık daha da kısaldı. Amerikan filmlerinde görürdük veya daha çok da bir şehir efsanesi gibi anlatılırdı bize doktorların büyük tazminatlara mahkum oldukları ve yaşamlarının alt üst olduğu. İşte o filmler şimdi Türkiye’de de gerçek oldu.
Hukuk eğitimi insanın olayları bambaşka görmesine neden oluyor. Yıl 2003’tü hafızam beni yanıltmıyorsa, etik kurullar önemli oldu ve çalışmaları önceden olduğu gibi yapamaz olduk. O zamanlar aramızda konuşup Biyotıp Sözleşmesinin saçmalığı üstüne retorikler geliştiriyorduk. Tabii şimdilerde düşüncem çok farklılaştı. Bu günlerde birçok uzmanlık derneklerinde ve değişik ortamlarda Sağlık Hukuku anlatıyorum. Bu galiba benim yeni misyonum oldu veya ben edindim. Ülkemizde hekimlik gerçekten çok zor bir iş. Basında gün geçmesin ki bir hekimin malpraktis davasından söz edilmesin.
Hasta ile hekimin arasındaki hukuki durumdan söz etmek istiyorum bu yazımda. Anayasanın 17. maddesinin ilk fıkrası “Madde 17–Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” diyerek yaşam hakkını tanımlar.
Tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hale getiren dört unsur vardır. Bunlardan ilki şüphesiz hekimlik diplomasıdır. Elbette bir işlemin yapılabilmesi için endikasyon gereklidir. Endikasyonun güncel tıbbi standartlara uygun olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Ancak bu saydıklarım dışında bir dördüncü şart vardır ki bu olmaksızın hastaya yapılan bütün işlemler hukuka aykırı olur. Hekimin hastayı yapılacak işlem hakkında bilgilendirmesi ve hastanın da buna rıza göstermesi gerekir. Ancak bu rızanın alınmasından sonra hekimin hastaya bir tıbbi işlem yapabilmesi söz konusudur. Eğer hekim başlangıçta bu rızayı almazsa hukuka uygunluk oluşmamaktadır. Son zamanlarda da dava konularını sıklıkla bilgilendirilmiş rızanın ya hiç alınmaması ya da uygun alınmaması oluşturmaktadır. Hasta Hakları Yönetmeliği (HHY) madde 24, 25 ve 26’da hastanın bilgilendirilmesi ve rızasının alınma şekli tarif edilmektedir. Hastalara matbu bir rıza formu imzalatılmaktadır. Oysa bu matbu formlara atılan imzaların pek de geçerli olmadığını, hekimlerin başına türlü dertler açabileceğini bütün hukukçular biliyor. Hastanın burada yazılanları okuması, anlaması ve neye rıza verdiğini kendi cümlesi ile yazması hukuka uygun olan yöntemdir. Yine HHY’ne bakacak olursak bilgilendirme ve rızanın alınması aynı hekim tarafından yapılmalıdır.
Bilgilendirme ve rıza üzerinde durmak istiyorum. Hastanın bilgilenmesi gerekiyor çünkü kişinin bedenine ne yapılacağını bilme ve bunu red ya da kabul etme özgürlüğü vardır. Her tıbbi müdahale tek işlemden veya tek seçenekten oluşmamaktadır. O halde hastanın rıza vereceği seçenekleri anlaması ve ona göre bir karar vermesi gerekmektedir. Düşünmesi ve belki de araştırması gerekmektedir. İnsan anlamadığı bir şeyi kabul edebilir mi? Bilgilendirme ve rızanın alınması yapılacak işlemin büyüklüğüne göre uygun bir süre öncesinde yapılmalıdır.
Hukuk düzeni hekimlerden:
1-Hastanın anlayacağı şekilde, detaylı bir bilgilendirme, kendi yazısı ile rıza
2-Bilgilendirme ve rızayı alan hekimle tıbbi işlemi yapanın aynı olması
3-Hastaya yapılacak işlem üzerinde düşüneceği makul sürenin verilmesi
beklentisindedir. Yapılan işlemlerin hukuka uygun olmaması hastada olumsuz bir sorun ortaya çıktığı zaman malpraktis olarak değerlendirilmektedir. Rıza hastanın bizzat kendisinden alınır. Bilinci açık bir hastanın eşinden alınan imza geçerli değildir. Eğer hastaya vasi tayin edilmiş ise vasiden veya hasta çocuksa ebeveynden rıza alınır. Hastanın üstün çıkarı korunmalıdır. Tıbbi gereklere karşın vasi veya ebeveyn rıza vermezse yargıya başvurulmalıdır. Eğer hastanın bilinci kapalı ve yapılacak işlemler acilse hekim hastanın vekili olarak hayat kurtarıcı vasfı ile hareket ederek gerekli tıbbi işlemleri yapar ve yakınlarını bilgilendirir. Şuuru açık hastanın tedaviyi red hakkı vardır. Bu durumda tedavinin reddedildiği tutanak altına alınır. Hasta yakını yukarda da belirttiğim gibi tedaviyi reddetme hakkına sahip değildir.
Bilgilendirme ve rıza konusundaki alışkanlıklarımızın bir kısmı paternalistik tıp anlayışının yerini hasta özerkliğine bırakmasından kaynaklanıyordur kanısındayım.
Pekala 5 dakikada hasta muayene eden, tetkik isteyen, değerlendiren, tanı koyan ve reçete yazan hekim bütün bunları yukarda saydıklarımla birlikte nasıl hukuka uygun olarak yapacaktır? Hekim başardı diyelim, hastanın hiç mi sorusu olmayacaktır? Mevcut sistem maalesef hukukun beklentisine ve gereklerine uygun değildir. Hekimler uygulanan sistemde eğer hata yapmıyorlarsa bu bir mucizedir. Kendi adıma sistemdeki eksikleri görüyor ve bir hukuki sorunla karşılaşma ihtimalimden büyük endişe duyuyorum. Son zamanlarda büyük miktarda manevi tazminata mahkum edilen hekimlerin olması durumu endişelenecek hale getirmektedir.
Hekimlerin işlerini kusursuz yapması şüphesiz ki arzu edilen ve hekimlik etik kurallarına da uygun olan durumdur. Ama mevcut kaotik ortamda her şeyin hekimden beklenmesi reva mıdır? Hekimlerin 4-4.5 milyon lira gibi korkunç rakamları ödemesi mümkün müdür? Kaç hekim hayatında bu kadar para kazanabilmiştir?
Hukuku mu esnetelim, dejenere edelim? Elbette böyle bir talep ne yerindedir ne de dile getirilebilir. Yapılması gerekenlerin en başında sağlık sisteminin hukuk düzenine uygun hale getirilmesidir. Öte yandan özellikle sağlıkla ilgili hukuk mevzuatının gözden geçirilmesi, yenilenmesi ve günün gereklerine uygun hale getirilmesi gerekir. Gerçekçi olmayan talepler ve dayatmalar yazık ki hepimize zarar vermekte, hekimleri tüketmektedir.
YALNIZCA İNSANDAN
( Mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün )
Ne rüzgârdan ne tayfundan kırıktır kalbimiz Cânân,
Gönülden içre hicrândır kalan, mihmânımız bir cân.
Yorulduk hiç sebep yokken cihan üstünde her lahza,
Ne dünyâdan ne Aşk’tan derdimiz yalnızca insandan.
Dâi Dilek
3 yorum
Tesekkur ederim paylasiminiz için çok güzel olmus elinize sağlık.
2019/11 enjeksiyon genelgesi yayinlandi bu komu hakkinda fikriniz nedir.
Sayın Başoğlu, nazik yorumunuz için teşekkür ederim. Genelgenin rıza konusunda geçerli olacağı kanısında değilim. Yasalar, Anayasa rıza alınması gerekliliğinden söz ediyor. Hayatı zorlaştırmakla birlikte bilgilendirilmiş rızanın gerekliliği tartışılmaz. Saygılarımla…
Kaleminize sağlık,
Bu iki konu yıllardır yazılı metinlerde olmasına karşın hekimler tarafından tam olarak bilinmemektedir.Bu nedenle tıbbi girişimlerde sadece matbu rıza formu alarak sorunu kalmadığını düşünmektedirler.Özellikle kadın doğum hekimleri yıllar sonra dqwn sendromlu çocuk doğuran ve HHY 18. madde gereği sözlü bilgilendirilen kadınlar tarafından mahkemeye verilmektedirler.Aydınlatılmış onam olmasına rağmen.İspat hakkı her davada menfaat sağlayan tarafta olmasına rağmen,tıpta hekimin üstüne içtihat ile yüklenmiştir.Tıpkı bilgilendirmenin yazılı olarak yapılacağı ülkemizin hiçbir kanunu,tüzüğü ,yönetmeliği vb.de olmamasına rağmen ”İçtihat” ile milyon liralık tazminat davaları hekimlere verilmektedir.Bu garabet uygulama düzeltilmez ise kadın doğum bilim dalı açılan down sendromlu bebek doğuran gebelerin açtığı davalar yüzünden gözden iyice düşecektir.Saygı ile..