Doğal afetler hayatımızın değişmez bir gerçeği. Depremi, yangını, seli ya da başka felaketleri yok sayarak yaşamamız mümkün değil. Onlardan kaçınamayız; tam tersine, bu gerçekle yüzleşip düzenimizi buna göre kurmamız gerekiyor. Hazırlıksız yakalanmak, bedelini çok ağır ödetiyor. Bu nedenle afetleri görmezden gelmek yerine, onları kabul ederek hayatımızı, kurumlarımızı ve sağlık sistemimizi yeniden yapılandırmamız şart.
Türkiye, coğrafi konumu gereği son on yılda sayısız afet yaşadı. Depremler, yangınlar, seller ve hatta pandeminin getirdiği olağanüstü koşullar… Hepsi toplumun hafızasında derin izler bıraktı. 2011 Van depreminden başlayarak, Ege ve Akdeniz orman yangınları, Karadeniz selleri, Elazığ, Malatya ve nihayetinde Maraş merkezli büyük depremler… Her biri bize afetlere karşı ne kadar hazırlıklı olmamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı.
Bu felaketlerin hemen ardından sahada en çok konuşulan, acil tıp hekimleri, cerrahlar, arama-kurtarma ekipleri, hemşireler ve paramedikler oldu. Her biri, hayat kurtarmak ve yaraları sarmak için büyük özveriyle görev yaptı. Bu çok yönlü çabaların içinde, gözler genellikle hayati tehlikenin giderilmesine odaklandı. Ancak afetin gölgesinde kalan ve çoğu zaman hatırlanmayan bir başka alan daha vardı: diş hekimliği. Oysa enkazdan çıkan bireylerde çene-yüz travmaları, diş kırıkları, ağız içi yumuşak doku yaralanmaları son derece yaygındır. En basitinden, bir dişin mobil hale gelmesi veya bir kırığın keskin kenarının dili yaralaması bile, zaten hayati tehlike atlatmış bir birey için dayanılmaz bir acıya dönüşebilir.
Daha da önemlisi, afet anında yaşanan psikolojik yıkım göz önünde bulundurulduğunda, fiziksel ağrının eklenmesi bireyin yükünü katlanarak artırır. Zaten sevdiklerini kaybetmiş, yaşam alanı yıkılmış birinin üstüne bir de sürekli zonklayan bir ağrı eklendiğinde, bu durum hem psikolojik dayanıklılığını hem de hayata tutunma gücünü derinden sarsar. Bu noktada diş hekimlerinin yapacağı basit bir pansuman, bir çekim ya da geçici bir dolgu bile, sadece ağrıyı dindirmekle kalmaz; aynı zamanda kişinin yeniden nefes almasına, umuda sarılmasına da aracılık eder.
Ne var ki ülkemizde afet planlamalarında diş hekimliği çoğunlukla geri planda bırakılıyor. Oysa her afet bölgesine gönderilen sağlık ekipleri içinde mutlaka dental destek de yer almalı. Mobil diş üniteleri, temel dental sarf malzemeleri ve travma sonrası acil müdahale konusunda eğitimli diş hekimleri afet sahasının görünmez kahramanları olabilir.
Sonuçta afetlere hazırlık sadece arama-kurtarma çantasıyla sınırlı değildir. Toplumsal sağlığın bütüncül bakışı içinde, diş hekimliği hizmetlerinin eksikliği büyük bir boşluk yaratır. Çünkü afet sonrası iyileşme, sadece kırık kemiklerin kaynamasıyla değil; aynı zamanda ağrıdan kurtulmuş, yeniden gülebilen yüzlerle tamamlanır.