İdeolojik mücadele ile epistemolojik çatışmada organik bir ilişki söz konusudur. Bunun temelinde medeniyetlerin anlayışları yatar. Dünyanın jeolojik ve coğrafik geçmişi tüm insanlığı ilgilendirdiği gibi bugün de ilgilendirmekte ve insan medeniyeti herkesi alakadar eden bu alanda buluşmaktadır. Medeniyet ve mesajlarını ele aldığımızda en somut gösterge insan, tabiat ve Allah ilişkisinde kendini gösterir. İslam medeniyeti bir fıkıh medeniyeti olduğuna göre İslam kültürünün en canlı dinamiğini burada aramak gerekir.
Ekolojik systemin korunmasın sera gazları etkilerinden korunmada ve iklim projeleri sorununda hangi kültür olursa olsun problemin özünde siyasi bir eylem yer alır. Hukuk sahasında ise anayasa ve devletler hukuku alanı olmalıdır. Bahsedilen sorunların hukukun düzen fonksiyonunu düşündüğümüzde bu düzeni yerine getiren hukuk kolu ise yargılama hukukudur. O zaman tüm insanlığı ilgilendiren alanda ortak kültür ve bu kültürü hukuk adına taşıyan antlaşmalar, diplomatik ve ticari ilişkilerin önem arz ettiği ortaya çıkar. Ayrıca bu alanda düşmanca ilişki biçimlerinin tanımlanıp, savaş ve savaşın tanım ve sebepleri üzerinde durularak savaşın ilkelerinin belirlenmesi gerekir. Tarafsızlık gibi bir durum tüm insanları ilgilendiren “Sera Gazları ve İklim Projeleri”nde nasıl değerlendirilecek bu sorunun cevabını veren maalesef yok. Halbuki tüm insanlığı ilgilendiren ortak yaşadığımız dünyada medeniyetimizin değerlerini ve ayrıcalıklarını muhafaza ederek ortak bir hukuk alanının oluşturulması doğanın korunması adına çok önemli olmalıdır.
Bizim medeniyetimizin tipolojisinin temelleri, vaadleri, akıl-iman, mantık ve metodolojisinin “diğerkam”lık üzerine uluslararası hukuk oluşturmada fıkhın temeli olduğunu ispatlayarak imza atılan sözleşmelere yerleştirmek ve bu hukuku iman yörüngesine çekmek “emr-ü bi’l-marûf ve nehy-i ani’l-münker” ilkemizin gereği bir zorunluluktur. Çünkü bu düstur (buyurucu) İslam hukuk biliminin evrensel temel ilkelerinin en önemli dayanağıdır. Bizim medeniyetimiz maddeci bir medeniyet olmadığı gibi harp ve sömürgecilik esasına da dayanmaz. Fıkıh açısından ekolojik sistemin korunması: sera gazları ve iklim antlaşmalarının ciddi anlamda incelenmesi gerekir. Çevre kirliliğinin boyutlarına küresel çapta bakarsak bu durumun çok fazla arttığını görürüz. Bu kirlilik yalnızca toprak ve deniz değil havaya da karışarak büyük bir sera gazı etkisine neden olmuştur. Bu durum ise ekolojik dengenin bozulması olarak da tanımlanır. İnsanoğlu çevresindeki olan ve geri dönüşüm olmayan olayları görmezden gelerek, herhangi bir önlem almadan yaşamlarına devam ettirmeleri bu sorunun sosyolojik boyutudur. Ancak bilinmelidir ki insan sınırsız bir özgürlüğe sahip değildir.
Allah, insanı çevre ile uyumlu ve birbirine muhtaç halde var etmiştir. Bu dünyayı Allah’ın yarattığını ve bu dengeyi bozmadan yaşamamız gerektiğini unutmuşuz galiba. İslam hukuk biliminin en temel kaynağı olan Kitâb’da çevre koruma bilincini sağlayan birçok dinî metin bulunmaktadır. Bu metinlerle birlikte Hz. Peygamber’in hadislerinde Müslümanlara çevre bilinci konusunda büyük sorumluluklar yüklenerek nasıl davranılması gerektiğini söylenmiştir. Konu vahyin hukuku olan fıkıh açısından incelenerek pozitif hukuktaki çevreyle ilgili normları karşılaştırılarak tahlili yapılmasını gerektirmektedir. Kısaca sorunu ortaya çalışmak bile bir sorundur.
Logos yani evrensel akıl, tabiatla iç içe mi yoksa tabiattan ayrı bir olgu olarak düşünülmelidir ama her ne şekilde kabul edilirse edilsin insan, tabiat, nous (ruh-akıl) arasında faal bir ilişki vardır ve evreni yöneten akıldır. Akletme varlıklar arasında düzen ve sistemleştirilerek bir kavrama faaliyeti olarak uygunluk arama arayışı olarak karşımıza çıkar. İlkçağ Yunan filozoflarından İslam düşünce tarihinde yer eden filozoflara kadar aklın, yasa koyan, deneyen olarak doğru bilginin sınırlarını çizdiği etken nedenle amaç nedeni bulmaya çalıştığı ile ilgili izahlarla doludur. Burada fenomen olan asıl tüm insanlığı ilgilendiren, reel yani pratik gerçekliği mutlakın gerçekleştirilmesi ve bunun üzerine medeniyetin inşa edilmesidir.
Gerçek olan reeldir. Buna göre büyük küçük bütün tabiat olayları bilimin ve hukukun izah sahasına girerek değerlendirilmelidir. Aklî tasavvurlar nedensellik (determinizm) sistemine bağlı olduğu bilindiğine göre bu tasavvurların gerçeğe dönüşme ihtimali de olmalıdır. Akıl sistemli bir etkinlikse belli ilkelere göre de işleyebilmeli ve “olan”ı merkeze alarak büyük devasa dünya ile ilgili sorunları çözmelidir. Hukukun en önemli fonksiyonlarından birisi düzendir. Sosyal hayat ancak belli kurallara göre düzene girer. Çünkü sosyal bir canlı olan insan, sosyal hayatı da ancak sosyal düzen kuralları çerçevesinde yaşar. Sosyal hayat ve toplumlar tek türlü ve aynı tarzda değildir. Bu nedenle de aklın kuralları tek türde değildir. Bu kurallar yani mantık türlerinin de tek ve ortak olması beklenmediği gibi sosyal hayatın aldığı şekil ve modele göre değişkenlik arz edecektir. Sosyal hayatla ilgili bu bakış açısını koruyarak sosyal hayatı aşmak istediğimizde akıl, insanın ilişkiye girdiği herhangi bir nesneden çıkartılmış kurallar topluluğuna irca edilmesi gerekir. Evrenle dolayısıyla tabiatla bir bütün ilişki kurulmasının zorunluluğu da ortaya çıkmış olur. Bu şekilde hareket tabiata düzen getirecek ve hayatiyetinin devamına imkan sağlayacaktır.
Sera gazları ve iklim projeleri sorununa medeniyetler açısından baktığımızda Grek-Avrupa kültüründe insan, direk tabiatla ilişki içerisinde ve onlarda Tanrı ise yardımcı unsur olarak göze çarpar. İslam kültüründe ise insan direk Allah’la ilişki içerisinde tabiat ise yardımcı unsur olarak öne çıkar. İslam kültüründe aklın görevi, tabiat üzerinde düşünerek yaratıcısı olan Allah’a ulaşmaktır. Grek-Avrupa kültüründe ise akıl, tabiatı anlamak ve bu anlayışı güvence altına almak için Tanrıyı bir vasıta olarak görmektedir. İslam düşüncesinde veya kültüründe şu da bir gerçektir ki akıl, temelde davranış ve ahlakla ilgili bir fenomendir. Akıl, sahibine zarar verici şeylere bulaşmasına engel olandır. Kitâb, aklın ahlak ve değer içeriğini ön plana çıkararak tabiatla ilişkisine apayrı bir şekil ve yön vermiştir.
Buna göre bu kadar devasa büyüklükteki bir yapının kusursuzca ve kendi kendine oluşması kurallar ile izah edilemez. Bu evrenin bir parçası olan yeryüzü insan ve diğer varlıklar için düzenlenmiş her şey belli bir ölçü ve düzen içinde yaratılmıştır. Bu şekilde ifade edilirken biz insanların tabiattan faydalanırken, bu ölçü ve dengeyi bozmamamız gerektiğine vurgu yapılmak istenmiştir. Örneğin; ‘’Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) o koydu. Sakın bu dengeyi bozmayın.’’ (Rahman 6,7) “Şüphesiz biz her şeyi belli bir ölçüye, düzene ve plana göre yarattık.”(Kamer 9) ayetleri bugünkü çevre problemlerinin giderebilmesini sağlayabilecek metafiziksel anlamdaki çözümün en önemli kısmının insanın, yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişkisindeki yerini belirlemektedir. Çünkü insanın akıl ve iradesi evrene uyum sağlamak için, cimriliğin, bencilliğin, mal kazanmak uğruna yapabilecek yanlışların önüne geçebilecek tek şey, Yaratılan tarafından yaptıklarından hesaba çekileceğinin farkına vararak olumsuz davranışları yapmamasıdır. Yani eşi benzeri bulunmayan tek olan yaratıcısına iman etmesidir. Dolayısıyla Kitâb, çevre tabiat hakkındaki değerlendirmeleri, insanın varlık alemine yaklaşımının ölçütüdür.
Biz, insanoğlu sudan yaratıldığımız gibi bir damla suyla bile tabiatı ele geçirecek kadar hükmetmiş durumdayız ve kendi ellerimizle zarar verdiğimizin farkında mıyız? Doğaya verilen beşerin, beşeri olan tüm zararı nasıl geri getirebiliriz ki? Rabbimizin her şeye şahitliği yetmez mi? Yaratıcının yeryüzünün tamamını, kendine imana sevk eden ayetleri bir delil olarak sunmasıdır. İnsanoğlu bilim için yarar sağlayacak diye zarar verdiğinin farkında mıdır? İnsanlar yalnızca bugünü düşünerek yaşamaktadırlar ancak bilmezler ki bu dünya geçmişteki günümüzdeki ve gelecekteki bütün insanlara aittir. Bugün bu dünyayı kirleterek gelecek nesillerdeki çocuklarımızın, torunlarımızın haklarına girmekteyiz biz bu dünyayı kirleterek gelecekte yaşanmayacak bir dünya ellerimize kalacak bu çevre kirliliğini yalnızca kirlilik olarak değil gelecek nesillerimizin de hakkı olarak görmeliyiz.
Beşerin zulümleri israfı, dengeleri bozması, dünyayı kirletmesi Rabbimizin yarattığı düzeni bozar ve değişime uğratır. Mesela Sera gazları… Tarım alanlarımızda sera alanlarımızda kullandığımız sentetik gübre kullanımı veya doğal yollarla oluşup sera etkisini arttıran gazlar bataklıklardan kaynaklanan metan, su buharı, karbondioksit içeren gazlar kullanımı artarak sera etkisiyle küresel ısınma ve iklim değişikliği meydana gelmektedir. Bu değişimlerin o kadar yararlı olduğunu sanarken bir o kadar da zarar veren sera gazları tabiata, evrene dokunarak nelere sebep oluyor nelere zarar veriyor, biliyor muyuz acaba?
Çevre ve insan ilişkisinin temelinde vurgulanmak istediğimiz şey, kâinatın bizzat yaratıcısının kendisine ait ilahi ayetler ve uyarılar olduğunu bilerek, evrendeki düzen ve dengeye göre davranılması gerektiğidir. Yeryüzünün insanlar, hayvanlar ve bitkiler için bu düzen ve dengede olduğunu bilincinde olmalı ve ona göre davranmalıyız. Ahlaki boyutları da Kur’an da yer alarak bilinçli hareket edilerek, uygulanarak sorunlara çözüm olacaktır.
Ekolojik denge, çevredeki insanlar, hayvanlar ve bitkiler arasındaki dengenin dışarıdan herhangi bir müdahale bulunmadıkça ekosistem çeşitliliğin bozulmadığı doğal bir dengedir. Ekolojik denge içerisinde birçok önemli faktör bulunur. Bunlar beslenme, üreme, barınma besin üretebilen canlıların besin üretme faaliyetlerine devam etmesi, canlıların bulundukları ortamdaki yeryüzü şekillerine ve iklimlerine adaptasyonu bu dengeyi oluşturan başlıca faktörlerdendir. Ekolojik denge birçok dış faktörler tarafından olumsuz olarak etkilenebilir ve bunun sonuçları çok büyüktür. Ekolojik dengeyi dışarıdan etkileyen faktörler sera gazı salınımı, plastik atıklar, yangınlar, küresel ısınma ve bilinçsiz ilaç salınımı ekolojik bozulmaya neden olan faktörlerdendir. Bu bozulmaların sonucunda birçok türün ölümüne doğal afetlere, dünya denge ve düzeninin bozulmasına neden olabiliriz. Bizim ekolojik denge ve habitat konusunda çok ders çalışmamız lazım. Hem de çok…. proje idi ve reddedildi. danışman coğrafya bilgisinde zayıfmış.