Bilim Dili Yunan ve Latin ağırlıklı olup; günümüzde İngilizce güncel bilim ve iletişim diline dönüşmüştür. Peki neden Türkçe terminoloji veya kelimler yer almıyor. Bu durumun oluşmasında bir çok etmen rol almış olabilir. En önemli neden ise, en acısı bilim ve teknoloji üret(e)memiz ve bilimle ilgilenmemiz. Hem geçmişte hem günümüzde… Tabi geçmişte bazı şeyler yapmışız hem de Ar-Ge…
Ben sizlere Sella Turcica’nın öyküsünü anlatacağım.
“Veni Vidi Vici” Türkler İçin de Söylenmiş Olabilir mi?
Sella Turcica Latincede Türk Eyeri demek. Türkler at binmede o kadar iyilermiş ki, geçmişte Orta Asya’dan çıkıp Karadeniz’in kuzeyinden yani Rusya tarafından ve aynı zamanda bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu’dan Avrupa’ya akmış; Akmış da ne olmuş? Yok mu olmuş? Hayır kendileri o yörenin halkı olmuş. Aynı Macaristan (Hun-gary), Bulgaristan gibi Rusya ve o bölgedeki Gagavuz Türkleri gibi. Hatta Ukraynalıların bile Altın Ordu kökenli olduğu Kiev (İki Ev) den geldiğini söylencesi bile var. Gerçekten bu anlatılanlar kulağa biraz garip geliyor ama gerçek olma ihtimalleri yok değil. Çünkü İtalyanlar bile Atilla’dan geliyor olabilirler. Çünkü Türk Hakanı Atilla İtalya’da ölmüş.
Macaristan’a ve İtalya’ya gittim iki yerde de bazı insanlar (oranın yerli halkı) gerçekten Macar ve İtalyan olanlardan bahsediyorum. Biz Türk’üz diyebildiler. Ama tabi aramızda kalsın demeyi de unutmadan. Çünkü Türklerin akınları ile adeta demografik olarak değişmiş topraklar.
Bu noktada herkes biraz kendi kökenini merak ediyor. Biz insanlar aslında genetik kokteylleriz. Birazcık Asyalı birazcık Avrupalı hatta bazı insan genomu analiz eden uygulamalar veya kitler sizin ne kadar nereden geldiğinizi de belirleyebiliyor. Saf bir insan yok bu dünyada zaten olamaz da… Melezlik iyidir…
Türkler Eski Dünyaya Bu Kadar Hızlı Yayıldılar Ama Dillerine Ne Oldu?
Biz Türklerin geçmişte dünya üzerinde bu kadar hızlı yayılmamız ve popülasyon olarak genişlememiz bence o dönemde birçok tekniğe ve bilime hakim olmamızdan kaynaklanıyor olabilir. En önemlisi at binmemiz ve kılıç vb. silah teknolojilerine sahip olmamız. Aynı zamanda göçebe yaşayabilecek kabiliyete ve bu kabiliyeti verecek tekniğe de sahip olmamız. Başka birisi bu şartlarda bu kadar hızlı ve yaygın göç edemezdi.
Atalarımız çok iyi eyer yapıyorlarmış ve bu nedenle at üzerinde uzun süreli gidebiliyorlarmış. Türk Eyeri çok ünlüdür. Özellikle eski dönemlerde…
Türk eyerinde gerçekten büyük bir Ar-Ge olmalı ki hem insan anatomisine hem de hayvan anatomisine uygun olacak. Uzun binişlerde hem biniciyi hem de binilen atı rahatsız etmeyecek. Bu teknolojiyi deneme ve yanılma yolu ile atalarımız geliştirmiş ve tüm dünyaya kabul ettirmiş.
İtalyanlar bile Türk Eyerine hayranmış. O kadar hayranmış ki…
İtalyan Anatomistlerin Çalışmaları ve Türk Eyeri
Anatomistler insan kadavrası üzerinde çalışıyorlarmış. Beyini çıkarmışlar bir bakmışlar ki, beynin alt tabanında, sümüksü mukus yapılı bir parça var. Bu küçük bir dil gibi olan çıkıntı kafatasının tabanında bir yere oturmuş (stenofonoid kemik) şekilde duruyor. Bunun adını pituitary (pityalin tükürükteki bir enzim demek piti ise tükrük) yani sümüğü üreten yapı… Yani burnumuzdan gelen sümüğün kaynağını bu yapı olarak düşünmüşler. Tabiki yanlış bir düşünceymiş. Daha sonra anatomistler bu bezi hipofiz olarak isimlendirmişlerdir. Hipofiz bezi homeostaziste, hormonların kontrolünden sorumlu ve birçok temel hormonu üreten bezdir. İşte o bezin oturduğu kemik yapıya da Sella Turcica ismi verilmiştir. Bu ismi veren de İtalyan anatomistlerdir. Bu isim daha sonradan kabul görmüş ve isim böyle kalmıştır.
Tıp ve Hekimlikle İlgili Terminoloji Latince ve Yunanca Kökenlidir
Bu anatomi terimi ve diğer anatomi terimleri genel olarak Latince ve Yunanca kökenlidir. Sella Turcica da zaten Latincedir. Peki neden Türkçe değil. Çok basit bilimle ilgilenmemişiz. Sosyal bilimciler ilgisizliğin birçok nedenini ortaya koyabilirler. Zararın neresinden dönülürse de kardır.
Bundan sonra bilimde yapılacak buluşların bazılarına da Türkçe isimler verilse keşke… Bu ancak daha çok değil, nitelikli bilim insanı yetiştirmek ile mümkündür.
Keşkelerle ve boşa övünmelerle bu işler olmuyor.
Bilimle kalın hoşça kalın…
Dip Not
Bu yazıyı Prof.Dr. Metin TAŞBAŞ ve Prof.Dr. Süleyman TECİRLİOĞLU’na atfediyorum. Bu hocalarımız kendilerini anatomiye adamış bilim insanlarıdır. Ben Sella Turcica öyküsünü Prof.Dr. Metin TAŞBAŞ’dan dinlemiştim. Prof.Dr. Süleyman TECİRLİOĞLU ise kendi vücudunu bile bilime adamış bir anatomisttir. Kendini kadavra olarak bağışlamıştır. Kadavrası Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki tıp öğrencilerine anatomi öğretmeye ölümünden sonra bile devam etmiştir. Saygıyla…
Son söz olarak da sürçü lisan ettiysek af ola diyorum. Gerçekten bazen yazarken isim vb. hatalar yapabiliyorum. Ancak asıl olanın düşüncemi doğru bir şekilde aktarmak olduğuna inanıyorum. Umarım bunu da yapabiliyorumdur.
10 yorum
Teşekkürler.
Umay Türkeş Günay hocam, yazımı beğendiyseniz ne mutlu. Vurgulamak istediğim de zaten bilimin içselleştirilmesi, zorlama ile olmuyor. Bilim kültürü olmalı zaten öyle olursa Türkçemiz de bilim dili olur. Gerçekten Türk toplumu olarak eğitim ve bilimle buluşmamızın tarihi 100 yıl sadece… Burada ne geçmişimizi yeriyorum ne de övüyorum. Burada görev öğretmenlerimize düşüyor. Atatürk’ün de dediği gibi “Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır”. Öğretmenler ve analar iyi yetiştirilirse toplum çağ atlar. Tabi bu ne kadar yapılmak isteniyor o da ayrı bir tartışma konusu. Selamlar, saygılar.
Bilgilendirmeleriniz için teşekkürler. Ancak bilimi asla boş vermemeliyiz, aramızdan bazıları isteseler de boş veremeyiz Eğer onu bir kenara bırakırsak, bilimi boş vermeyen, her alanda çok çalışan ve bilimide ileri gitmiş ülkelerin, sömürge ve kölesi oluruz. Saygılarımla.
Sayın Haldun Güner hocam, yazdıklarınıza canı gönülden katılıyorum. Başlığım zaten biraz ironi içeriyor. Aslında parantez içinde ünlem “(!)” olması gerekirdi. Bilerek bu işaretlemeyi yapmadım. Tabi ki bilim dilini de bilimi de boş veremeyiz. Vermemeliyiz. Çünkü “Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”. Biz “genç” akademisyenler olarak, sizin gibi aydın ve değerli hocalarımızın açtığı yolda ilerliyoruz ve M.K. ATATÜRK‘ün bize bıraktığı bilimsel emanetine sahip çıkmaya çalışıyoruz. Bunda çok başarılı değiliz. Daha çok çalışmamız gerekiyor. Selamlar, saygılar hocam.
“Benim manevi mirasım (b)ilim ve akıldır.” M.K. ATATÜRK
Galiba esas sorun ben kimim sorusuna verdiğimiz cevaplarda gizli. Cemil Meriç “Batı karşısında sadece toprak kaybetmedik, özgüvenimizi de kaybettik” der. Akıl özgürlüğünü kaybetmiş ya da kim olduğunu unutmuş ya da unutturulmuş toplumların ise keşkeler ve ahlar üzerinden serzenişi de hiç bir fayda sağlamaz. Fizikte enerji ne ise toplumsal açıdan asabiyet yada birliktelik şuuru odur. Ziya Gökalp tesanüt, Avrupalı düşünürler kolektif şuur der. Diğer bir ifade ile hedefinizin olmadığı veya Türk ya da Anadolu insanı dünya üzerinde neden vardır ve yaşarlar diye bir soru sormaz iseniz cevapta bulamazsınız. Hazları ve gündelik yaşam arasına sıkışmış bedenlerin kendileri olma durumu olmayacağı gibi nereye gittikleri de belli olmaz. Gelişmişlik, medeniyete katkı ya da öncü olma; çabayı, adaleti, liyakati vs. gerekli kılar…Ve her toplum içindeki insanlar tarafından inşaa edilir.
Suat Hocam değerli görüş ve düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.
Merhaba Umut Hoca’m,
Bilim dili, sanat dili, iletişim dili vb. hangi dilden bahsedilirse bahsedilsin Türkçe hepsinin en iyi dilidir; çünkü, Türkçenin geldiği nokta, tüm dillerin geleceği noktadır. Türkçe, zihinsel süreçleri eklemeli dil yapısıyla kıvrak ve en mükemmel bir biçimde dönüştürme yeteneğine sahiptir. Yeter ki, bilim adamları bilimi Türkçe ile nakışlasınlar! Yeter ki, felsefeciler, en derin anlamları Türkçe kelimelere yükleyebilsinsinler! İleri düzeyde bilinçli bilimadamlarının elinde hiç şüphesiz mükemmel yapılmış bir dil mevcut.
Teşekkür ve tebriklerimi sunuyorum.
Selam ve saygılarımla.
İbrahim Hocam, değerli görüşlerinize katılıyorum. Paylaşımınız için de teşekkür ederim. Türkçe’nin bilim dilinde yer alabilmesi için dediğiniz gibi, her alanda bilime eğilmek ve bilimi üretmek gerekiyor. Eğer bunu başarabilirsek Türkçe kavramları bir miktar arttırabiliriz. Ancak bir yandan da temel kelimelerin Eski Yunanca ve Latince olmasının önüne geçmek, teknoloji alanında dilimize girmiş yabancı ve özellikle İngilizce kelimelerinde başarılı bir şekilde Türkçelerinin bulunup, bu yolda ilerlenmesi gerekiyor. Ben de dahil olmak üzere bilim alanlarında kullanılan kelimelerin yabancı karşılıkları yerine Türkçelerinin kullanılması ve bundan onur duyulması da diğer bir yaklaşım olabilir. En önemli nokta ise bilimi doğrudan üretmek… Bunu başarabilirsek zaten geliştirilen teknolojinin ismi de Türkçe olacaktır. Tabi özenticiliğimizi bırakabilirsek. Ben ArGe çalışmaları da yapıyorum. Buradan bir örnek vermek isterim. Benim çalışma alanım hayvanlarda üreme ve üreme sağlığı. Türkiye’nin ilk ve tek yerli bilgisayar destekli sperma analiz sistemini geliştirdim. İsmini ise ESAS koydum. Yabancıların ismi ise CASA (Computer Assisted Sperm Analyses)… Ancak kısaltmayı oluşturan kelimelerin yine çoğu hatta tamamı yabancı dilden ne yazık ki… Bir ara onun da öyküsünü anlatırım. Tekrar teşekkürler… Bilimle kalalım. Saygılarımla.
Sn. Prof. Dr. Umut Çağın Arı,
Merhabalar, Günaydınlar, Selamlar.
1) 1988 yılında Atatürk Üniversitesi Kars Veteriner Fakültesi, Genel Patoloji derslerini vermiştim.
Bu nedenle, yaklaşık 1 yarıyıl Kars’da, 1 yarıyıl da Erzurum’da Patoloji’de görev yaptım.
2) Geçmişte de 1975-1977 döneminde Atatürk Üniversitesi Erzurum Tıp Fak Patoloji’de de görev yapmıştım.
Bu Bölge’de 2. kez görev yapmış oldum.
3) Kars’ı gördükten sonra, Kars Üniversitesi kurulması için, yerel bir gazetede bir yazı da yazmıştım (Serhat Kars Üniversitesi Kurulmalıdır” diye..
4) O dönemde patoloji dersi verdiğim öğrencilerden, akademik yaşama geçenler de oldu. Yavuz Öztürkler gibi.
5) Sn. Yavuz Öztürkler, o dönemde de çalışkan, dikkatli ve sempatik bir öğrencimiz idi. Selim, İshakpaşa, Sarıkamış, vb. yerlere de öğrenci gezileri yapmıştık. Yavuz Öztürkler gibi Saz çalan, türkü söyleyen, resim yapan yetenekli öğrencilerimiz vardı.
6) Kars BB (Selahattin Filtekin) ücretsiz verdiği otobüsler ile Kars Veteriner Fak öğrencilerini sürekli gezilere götürdüm ve kaynaşmalarını sağladım. O döneme ait İshakpaşa’da çekilmiş resimlerimiz de var.
7) Öğrencilerden Of’lu Ömer Faruk Çebi, çok yetenekli, çok güzel bir resmimi yapmıştı.
8) Kafkas Üniversitesi kurulması için, 1988 yılında yazmış olduğum yazı, her halde o gazetede duruyor.
9) O dönemin öğrencileri ve İshakpaşa Sarayı gezi resimleri, tarihi değerde, bende var. Üniversite yönetimi isterse verebilirim.
10) Sizi bu çalışmalarınızdan ve aşamalarınızdan dolayı kutluyorum.
11) Gerek yazınızda, gerekse yorumlardaki görüşler çok değerli. Ben de “Tıp Dili Türkçe” konusunda eskiden beri çalışıyorum.
12) Morfoloj sınıfını Ege Üniv. Tıp Fak.’de Prof. Dr. İsmail Ulutaş’ın yönetiminde okudum.
Tıp eğitiminde, “Latince Terminoloji” temel olmalı düşüncesindeyim.
Diğer konular ise, bilim, kültür, “entelektüel” bilim insanı düzeyi ve “demokrasi kültürünün” gelişmesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Zaman içinde olacak işler..
Bu nedenle, yapılan tüm çalışmalar ve değerlendirmeler “değerli” dir.
13) Prof. Dr. İsmail Ulutaş’ın öğrencisi olduğum 1967-1968 yılarında, -“İnsan Dissecto’su” El Kitabı, Alt Taraf- kitabının yeniden yayına hazırlanması ve dilinin özleştirilmesi konusunda çalıştım. Bu çalışmada tümüyle, özgürdüm ve hiç bana karışmadı. Örneğin, o kitapta, konusu gereği ,”husule gelir” sözü çok vardı, bunları önce “meydana gelir”, sonra da ” oluşur” diye değiştirdim.
14) Önsözünde de adıma teşekkür edilmiştir. Öğrencilik yıllarımda, almış olduğum bu teşekkür, şimdiye dek aldığım en önemli “ödül” oldu, gelişmemede, başarımda, vb çok olumlu etki yapmış olduğunu söylemeliyim.
Bu dönemde yani Prof. Dr. İsmail Ulutaş, Prof. Dr. İsmet Köktürk, Prof. Dr. Saim Falakalı, Prof. Dr. Erdoğan Cireli, Prof. Dr. Tarık Günbay, Prof. Dr. Yılmaz Şenyılmaz gibi hocalarımız da vardı.
Bu çalışmanın önemi, benim açımdan; tıp dilinin “Türkçe konusunda” büyük emek, çaba ve özen isteyen, “zıtlaşmaya” girmeden ve çok yönlü bir konu olduğunu anlamam olmuştur. O günden bu yana bu alanda çok emek verdim, “ne ölçüde ne başarabildiğim” ise sorgulanabilir. Öğrendiğim en önemli konu ise, “dil konusunda” herkesin “özgür” olmasıdır. Gelişmenin ancak böyle, özgürlük ortamında gelişebileceğini düşünüyorum.
15) Prof. Dr. İsmail Ulutaş, çok bilimsel, çok çalışkan ve çok öngörülü bir bilim insanımızdır. Türkiye’ye, bilimsel anlamda ve tıp eğitiminde çok emek vermiş, ayrı bir “Ekol” olmuştur. Tıp Fakültesi öğrenciliğimin daha ilk yıllarında, yakınında bulunmak, birlikte çalışmak, çalışmayı sonuca ulaştırmak, basımını sağlayıp ortaya çıkarmak, bunun için yapılan çok yönlü işler ve iletişim, erdemli bir ortamda çalışma öğrendiğin ve yaşamım boyunca dikkat ettiğim ilkeler oldu. Kendisini rahmetle ve saygı ile anıyorum. İnanıyorum ki Türk Morfoloji ailesi, Prof. Dr. İsmail Ulutaş adını en üst düzeyde yaşatmaya devam edecektir.
16) Prof. Dr. İsmail Ulutaş’ın Biyografisi’ni yazdım
(Canda MŞ. Türkiye’de Tıp Bilimine Hizmeti Geçenler: Prof. Dr. İsmail Uluşta-Yaşamı ve Bilimsel Çalışmaları. Türkiye Ekopatoloji Dergisi 2001;7(3-4):145-148.
Sonuç: Sn. Prof. Dr. Umut Çağın Arı, yazmış olduğunuz makale ve yorumları, bana bunları düşündürdü.
Sizlerle paylaşmak istedim.
Bu konular ile ilgili ve gençler olarak, çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Selamlar, Sevgiler (MŞCanda).
Çok değerli hocam, yorumlarınız ve paylaşımlarınız için çok teşekkür ederim. Ellerinizden öpüyorum. Sağlıklı, mutlu, huzurlu günler diliyorum. Saygılarımla, Umut Çağın ARI