Duygular insan yaşamının en önemli bileşenlerinden ve insan hayatının önemli şekillendiricilerindendir. Bu önemli bileşen ve şekillendiricinin nasıl tanımlandığı veya nasıl ortaya çıktığı ile ilgili birçok farklı görüş bulunmakla birlikte üzerinde fikir birliği sağlanabilecek en güncel tanımda duygunun bir süreç olarak kavramsallaştırıldığı görülmektedir (Vatan ve Piri, 2019). Bu tanıma göre; duygu içsel veya dışsal bir uyarıcı veya tetikleyici ile başlayan içerisinde bedensel, bilişsel, davranışsal ve öznel deneyim barındıran psikofizyolojik bir süreçtir. Bu tanımda asıl vurgulanmak istenen süreç sözcüğüdür. Duygu bir sürecin kavramsallaşmış halidir. Duygu; uyarıcı yani duyguyu başlatan bir tematik köken içermekte ve onunla başlamakta sonrasında bu tematik yapı doğrultusunda ortaya çıkan düşüncesel, bedensel, yaşantısal ve davranışsal deneyimleri de beraberinde taşımaktadır. Dolayısı ile söz edilen tüm bu bileşenler birbiriyle ilişkili, senkronize ve bütüncül olarak duyguyu oluşturmaktadır. Tanımlamalarda ve sınıflamalarda bazı farklılıklar olmakla birlikte duyguların ne işe yaradıkları yani işlevleri ile ilgili olarak çok uzun yıllardır devam eden görüş birlikleri bulunmaktadır.
Nitelik ve niceliğinden bağımsız olarak hayata anlam katan duyguların, hem kişinin kendi iç dünyasını hem de kişilerarası ilişkilerini etkileyen ve düzenleyen bir yönü bulunmaktadır (Denollet, Nyklicek ve Vingerhoets, 2008). Hatta önemli bir duygu araştırmacısı olan nörobilimci Damasio’ya (1994) göre binlerce yıldır “insan ruhu” diye adlandırdığımız kavramın temelini duygular oluşturmaktadır. Duygular, çeşitli durumlara maruz kalındığında kişinin bilişsel tarzının yani düşünce biçiminin şekillenmesi, karar verme sürecinin kolaylaşması, birtakım motor tepkiler vermeye hazırlanması ve öğrenmeyi arttırması gibi pek çok içsel sürecin faaliyetinde rol almaktadır. Bunlara ek olarak duyguların, davranışsal niyetler hakkında kişiye ve diğer insanlara bilgi vermek, neyin iyi neyin kötü olduğu hakkında ipucu sağlamak ve karmaşık sosyal davranışlar için esnek şablonlar oluşturmak gibi ilişkisel alana da pek çok katkısı bulunmaktır (Gross, 1999). Dolayısıyla; insan yaşamında duyguların vazgeçilmez bir yeri ve önemi bulunmaktadır (Vatan ve Piri, 2019). Ayrıca duyguların kişinin dünya ile ilişkilerini ve algılarını etkileyen ve düzenleyen yönleri bulunmaktadır. Real yaşamdakine benzer şekilde kurgusal dünya deneyimlerinde de duyguların işlevleri ve rollerinin ele alınmasının önemli olduğu düşünülmektedir. Söz konusu kurgusal düzenler kendi içlerinde temelde ütopyalar ve distopya olarak adlandırılan karşı-ütopyalar olmak üzere iki temel yapıda ele alınabilir.
Ütopya, kusursuz bir toplumu ya da ideal bir düzeni ifade eden hayali bir kurgudur (Marshall, 2005). Ütopya, ortaya çıktığı toplumda en mükemmel olanı ifade ettiği için iyi yer anlamında kullanılmaktadır. Aynı zamanda kusursuz ve uygulama imkânı olmadığı için olmayan yer anlamında da kullanılmaktadır (Kumar, 2005). Ütopyanın tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Toplumsal yaşamda ortaya çıkan sorunlar ütopyaların kurgulanmasına yol açmıştır. Ütopyalar toplumsal sıkıntılara olası çözüm yolları olarak milattan öncesinden başlayarak sanayi devrimine kadar gelişen süreçte dünya edebiyatında önemli yer tutmaktadır. Ütopyalarda ideal düzenin gerçekleşmesi için gerekli toplumsal alt yapı ve yönetim ilişkilerinde dikkat edilmesi gereken noktalara değinilmektedir. Ütopyalarda söz konusu önemli noktalarda Platon’un idealar dünyasındakine benzer şekilde ideal olan(lar)a bir vurgu bulunmaktadır. İdeal toplumun, düzenin ve insanın tasvir edildiği ütopyalarda bireysellikten ziyade toplumsal refahın altı çizilmektedir. Bu bağlamda da duyguların birey içi süreçlerden ziyade toplumsal fenomolojiler olarak ele alındığı söylenebilir. Mükemmel düzen olarak tasavvur edilen ütopyalarda bireysel deneyimlerden ziyade toplum için iyi, güzel ve doğru olan kolektif deneyime vurgu yapılmaktadır. Bireysellik ve özgürlüğün yerini kolektif iyi ile toplumsal çıkar alır. Bu nedenle ütopyalarda bireysel duygu ve duygu durumlarına pek değinilmez. Ütopyanın hakikati doğrultusunda oluşturulmuş erdemlere sahip olma ve kolektif görevleri yerine getirmenin ortaya çıkarabileceği hazza daha çok vurgu yapılmaktadır. Ancak yine de söz konusu bu kolektif değerler içerisinde birey içi ve bireylerarası özellikleri ile duyguları ele almaya çalışırken duygu sınıflamalarındaki değerlilik özellikleri açısından olumlu ve olumsuz duygular olarak iki farklı sınıflamada ele alabiliriz (Vatan ve Piri, 2019).
Birey içi olumlu duygular zaten ideal düzenin olağan ve doğal çıktılarıdır. Bireyler sürekli bir mutluluk içerisindedir. Ütopyalarda genellikle bireylerin mutluluğu daimi, değişmez ve genelde nesnelerden bağımsız olduğu düşünülür. Birey içi duygusal deneyim olarak süreğen bir olumlu duygulanımdan söz edilmektedir. O nedenle kişilerde daimi bir mutluluk söz konusudur. Bireylerarası ilişkilerde ise bireyler birbirlerine karşı anlayışlı ve empatik duygulanım sergilemektedir. Ütopyalarda olumlu duygulanım nesneleri, temel ihtiyaçlardan ziyade kendini gerçekleştirme güdüsü ile ilişkilidir. Bu durum Maslow’un ihtiyaçlar piramidi ile uyumludur. Maslow’a göre ihtiyaçlar hiyerarşisi temel ihtiyaçlar ve üst düzey ihtiyaçlar olmak üzere temelde ikiye ayrılmaktadır. Temel ihtiyaçlar fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi ve ait olma ihtiyacı ile saygı ihtiyacıdır. Bu ihtiyaçlar temelde eksiklikleri ile kişiyi güdülemektedir. Eksiklerinin giderilmesi olumlu duygulanımın tematik işaretleyicilerini yani ortaya çıkartıcı koşullarını oluşturmaktadır. Tüm bu ihtiyaçlar ütopyalarda hali hazırda karşılanmış olduklarından duygulanım tetikleyicisi olma, yani duygu ortaya çıkartıcı özellikleri bulunmamaktadır. Oysaki üst düzey ihtiyaçlar ise varlıkları ile olumlu duygulanımın tetikleyicisi olmaktadır. Ütopyalarda kendini gerçekleştirme, bilme, anlama, estetik ihtiyaçlar ise özellikle kültür ve sanat yolu ile gerçekleştirilmektedir. Birçok ütopik eserde vurgulandığı gibi ütopyalarda estetik deneyimler yoluyla olumlu duygulanımın deneyimlendiği ve doyumun sağlandığı bir ortam yaratılır. Estetik deneyimler olumlu duygulanımın ortaya çıkartıcıları, temel kaynakları olarak yer almaktadır. Birçok ütopik eserde de vurgulandığı üzere ütopyaların toplum modelinin temelinde bir özgürlük vaadi yer almaktadır. Söz konusu bu özgürlük vaadi kişinin kendini gerçekleştirmesine de hizmet etmektedir.
Olumsuz duygular açısından ise ütopyalarda iki farklı eğilim karşımıza çıkmaktadır. Bu eğilimler olumsuz duyguların olmaması veya baskılanmasıdır. Ütopyalarda olumsuz duygular genelde yoktur ya da yok denecek kadar minimum düzeydedir. Korku, kaygı, üzüntü gibi kayıp ve tehdit ile ilişkili olan temel duygular ideal kurgularda yok denecek kadar minimum düzeyde kendilerine yer bulmaktadır. Öfke gibi sınırlarla ilgili duyguların ve kıskançlık, haset gibi kişinin kendisini öteki ile karşılaştırması sonucu tetiklenebilecek olan duyguların ise toplum refahı için kontrolünden, baskılanmasından veya yönetiminden söz edilmektedir. Bu duygular baskılanması gereken duygular olarak ele alınmaktadır. Ütopik toplumsal refahı olumsuz etkileyeceği düşünülen bu duygular ideal kurgularda ya biyoteknolojik ya da toplumsal mekanizmalarla engellenmektedir. Ütopyalarda ideal düzenin ve sonsuz barışın korunması, sürdürülmesi için; özgül olarak hırs, rekabet, öfke, kıskançlık, gibi duyguların özellikle aşırılık durumlarının baskılanması, kontrol edilmesi ve yönetilmesi gerektiği sık sık vurgulanmaktadır. Birey, toplumsal ve sosyal normlarla ideal ve kusursuz bir uyum içerinde olduğundan mahcubiyet, utanç, suçluluk gibi benliğe yönelik olan öz-bilinç duyguları ütopyalarda kendilerine çok da yer bulamadıkları görülmektedir. Aslında bu duygulardan burada söz edilememesinin temel nedeni, benliği değerlendirme sürecinden temellenen söz konusu bu duygular kusursuz kurgusal bir düzende hem bireyiçi hem de bireylerarası uyarıcı olaylar ile benlik temsillerinin hali hazırda örtüşmesinden kaynaklı olarak çoğu zaman ortaya çıkmaması olarak yorumlanabilir. Suçluluk, utanç gibi duygular ütopyalarda ender olarak yer aldıklarında da sıklıkları ve yoğunlukları çoğu zaman minimal düzeydedir. Çünkü hatalar hızlıca ve kolayca telafi edilmekte veya affedilmektedir. Gurur duygusunun başarma yönelimli gerçek ve kibir olmak üzere iki türü de ütopyalarda pek yer bulmamaktadır. Ancak gurur duygusunun iki farklı türünün yer almama nedenleri birbirinden farklıdır. Kibir olarak kavramsallaştırılan gurur tamamen olumsuz olarak ele alındığından ideal bir sosyal düzende bu duyguya hiç yer verilmemektedir. Başarı yönelimli kavramsallaştırmalar açısından ise, ütopik bir düzende bireysel ve toplumsal başarılar desteklenir ve istenir; ancak tüm bu başarılar ideal düzenin olağan ve doğal bir çıktısı, yansıması olarak görüldüğünden, söz konusu deneyimler duygu tetikleyicisi olma özelliklerini büyük ölçüde yitirirler ve bu nedenle bu tür gurur duygusuna da pek rastlanmamaktadır. Dolayısı ile ütopyalarda kibirden gelen gurur istenen ve ideal görülen bir duygu değildir. Başarı ile ilişkili olan için ise başarı deneyimleri olağan, doğal ve sıradan oldukları için duygu tetikleyici olma özelliği barındırmadıklarında söz konusu duygulanım pek ortaya çıkmamaktadır.
Distopya ise anlam olarak ütopyanın zıttıdır. Karşı-ütopya olarak da adlandırılan distopyalar ideal olanı vurgulayan ütopyaların zıttı olarak olumsuzluk ve karamsarlık barındırmaktadır. Ütopyalar mevcut sorunlardan dolayı ortaya konulmuş ideal toplum yapılarıyken, distopyalar ise ütopyalarda kurgulanan üretim ilişkileri ve toplum yapısının bir mahsulü olarak vaat edilen yaşam modellerini ifade etmektedir. Distopyalarda toplumsal yaşam genellikle üretim ve tüketim ilişkileri çerçevesinde ilerlemektedir (Kumar, 2005). Distopyalarda daha çok tüketim odaklı bir sistemin varlığından bahsedilmektedir. Modern ütopya veya karşıt ütopya olarak da adlandırılan distopyalar, mevcut düzenden kaynaklanan sorunları hedef almaktadır. Ütopyaların aksine karamsar bir geleceğin kurgusu distopyaların genel çerçevesini oluşturmaktadır. 19. yüzyılda bilim ve sanayinin gelişmesi ile oluşan yeni ekonomik düzenin olumsuz sonuçları distopik eserlerde vurgulanmaktadır. Ekonomik kaygılar ve düzensizliklerin yoğunluğu distopyaların tasarlanmasında rol almaktadır. Distopyalarda ekonomik faaliyetler genel olarak devlet kontrolünde gerçekleşmektedir. Bu sebeple bireyler ve eylemleri üzerinde özgürlükten söz edilememektedir. (Yıldırmaz, 2016). Distopik toplum modelinde bireylerin üzerindeki baskı ve kontrole vurgu yapılmaktadır. Distopyalarda bir özgürlük vaadi yoktur. Distopyalar, tüm bireylerinin ortak sömürü düzeninde kimliksizleşmesine işaret etmektedir. Yeni düzen, din, ahlak, aile ve toplum düzenini tekelleştirmektedir. Soyut ve duygusal tutumlara distopyalarda pek yer verilmemektedir. Toplumda robotik bir düzene dönüşme kaygısı dile getirilmektedir. Distopyalarda ortaya çıkan endişeler üretim faaliyetlerinin dönüşmesi ile toplumdaki güvensizlikten kaynaklanmaktadır.
Distopyalarda duygular açısından oldukça önemli bir yapı dikkat çekmektedir. Özellikle olumlu duygulanım içindeki mutluluk kavramı ile ilgili olarak farklı vurgular yapılmaktadır. İdeal olmayan bir düzen içerinde bireylerde bireyiçi düzeyde bir mutluluk söz konusudur. Ancak bu mutluluğun sahte olduğu, bir yanılsama olduğu veya olağan ve doğal olmayan yollarla (yapay ilaçlar, propaganlarda vb ile) üretildiği belirtilmektedir. Dolayısı ile nesnesi olmayan, tematik kaynağı olmayan bir duygulanımdan söz edilmektedir. Buradaki mutluluk duygusu köksüz bir ağaç gibidir. Nasıl ki köksüz bir ağaç olmayacağı gibi tam da buralarda bu duygulanımın varlığı sorgulanmaya açıktır. Sevgi, yakınlık, aşk gibi kavramlar ise genellikle tehlikeli bir unsur olarak görülmektedir ve baskılanması veya kontrol altında tutulması gereken deneyimlerdir. Çoğu distopyada sevgi yasaklanır veya yalnızca belirli bir çerçevede yaşanmasına izin verilir. Umut duygusu ise yok edilmeye çalışılan bir duygu olarak yer almaktadır. Ancak tam da umudun varlığı veya baskıya direnişi ile distopyalardan çıkmanın mümkün olduğu görülmektedir. Dolayısı ile umut duygusu distopyada açık açık söz ediliyor olmasa da istenen ve arzu edilen örtük bir duygulanım olarak kendine yer bulmaktadır.
Olumsuz duygulardan korku, kaygı ve öfke distopyaların başat duygulanım iklimini oluşturmaktadır. Toplumsal yapı korku duygusunun tetiklenmesi ile oluşturulmaktadır. Denetim, gözetim, baskı ve kontrol aracılığı ile korku, kaygı gibi tehdit kaynaklı duyguların yoğun şekilde deneyimlendiği görülmektedir. Kayıpla tetiklenen üzüntü duygusunun distopyalarda yer aldığından söz edilebilir. Ancak, üzüntü duygusunun özerk varlığından ziyade üzüntü temel duygu kümesinin bir üyesi olarak ele alınabilecek umutsuzluk duygusu distopyalarda kendisine daha çok yer bulmaktadır. Üzüntüden daha sık ve yoğun olarak umutsuzluktan söz edilmektedir. Yoğun baskı ve özgürlüğün kaybının yol açtığı duygulanımsal deneyimler distopyalarda derin ve yoğun bir umutsuzluk iklimine yol açmaktadır. Temel duygulardan olan tiksinti duygusu distopyalarda özellikle vurgulanmaktadır. Tiksinti duygusunda genellikle kişinin bu duyguyu ortaya çıkan nesne, kişiler veya durumlarla olan bağın kopması, ilişkisinin kesilmesi ve bunlardan uzaklaşma söz konusudur. Tiksinti duygusunun taşıdığı temel bilgi tiksinti uyandıran tetikleyicinin sınırların dışında tutulması yönündedir. Hatta bu duyguyu tetikleyen nesnelerin, tematik işaretleyicilerin kişinin kendisinden uzaklaştırılması için gerekli olan motivasyon ve hareket tiksinti duygusunun taşıdığı uyarılmışlıktan gelmektedir. Dolayısı ile distopyalarda tiksinti duygusunun özellikle kişilerarası ve ahlaki boyutlarına oldukça fazla yer verildiği görülmektedir. Distopyalarda rejimin, düzenin veya sistemin düşman gösterdiği unsurlar, kişiler, durumlar veya uygulamalar tiksintiyi körüklemektedir. Buradaki tiksinti duygusunun aşırı sıklığı ve yoğunluğu bireyiçi ve bireylerarası sınırların ve düzenin önemli bir koruyucusudur. Distopyalarda sistemle uyum içerisinde olunmayan durumda ise suçluluk ve utanç duygularının arttığı görülmektedir. Sistemin dayattığı normlara uymayan her davranış suçluluk, utanç ve damgalanma ile sonuçlanmaktadır. Cezaların, bedellerin ve kefaretlerin varlığında suçluluktan, benlik değerinin, algısının hedeflendiği durumlarda ise utanç duygusundan söz edilebilir.
Sonuç olarak ütopya ve distopyaların gelişiminde özgül duygular, bireyin topluma uyumu, sisteme karşı direnci ve düzenin sürdürülebilirliği açısından önemli roller oynamaktadır. Dolayısı ile ütopya ve karşı ütopyalarda duyguların biyolojik, evrimsel ve fiziksel temellerinden, kökenlerinden, kaynaklarından veya tematik işaretleyicilerinden ziyade kültürel, sosyal, ideolojik ve politik bağlamlardaki varlıklarına vurgu yapılmaktadır. Hem ütopyalarda hem de distopyalarda bireyler zaman zaman, toplumun beklentileriyle kendi iç dünyaları yani birey içi duygulanım süreçleri arasında çatışma yaşayabilir. Ancak bu çatışma, ütopyalarda genellikle çözüme ulaştırılırken, distopyalarda daha derin bir kriz yaratabilmektedir. Ütopyalar genellikle olumlu duyguların ön planda olduğu, olumsuz duyguların ise dönüştürüldüğü veya bastırıldığı bir sistem önerirken; distopyalar ise, bireyin olumsuz duygular aracılığıyla kontrol edildiği, bastırıldığı veya isyan etmeye teşvik edildiği bir dünya inşa etmektedir.
Kaynaklar
Damasio, A. R. (1994). Descartes’in Yanılgısı. Duygu, akıl ve insan beyni. Varlık Yayınları. İstanbul.
Denollet, J., Nyklicek, I., & Vingerhoets, A. J. J. M. (2008). Introduction: Emotions, emotion regulation, and health. In A. Vingerhoets, I. Nyklicek, & J. Denollet (Eds.). Emotion regulation conceptual and clinical issues. (3-12). New York: Springer Science Business Media.
Gross, J. J. (1999). Emotion regulation: Past, present, future. Cognition and Emotion, 13, 551-573.
Kumar, K.(2005). Ütopyacılık, (Çev.: Ali Somel), Ankara:İmge Yayınevi.
Marshall, G.(2005). Sosyoloji Sözlüğü. (Çev.: Osman Akınhay, Derya Kömürcü). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
More, T.(2006). Ütopya. (Çev.: Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Mina Urgan). İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.
Vatan, S. & Piri, S. (2019). Duygu Dünyası. HYB